30 Kasım 2009 Pazartesi

Tüm Basketbol Emekçileri: Birleşin!


Futbol Muhalifinin blogunda gördüğüm güzel bir yazı üzerine ben de bir şeyler yazmak istedim. Futbol muhalifinin yazısına buradan ulaşabilirsiniz.

Yazı Kaya ile Radikal’de yer aln bir röportajdan hareket etmiş. Radikal’de yayınlanan Kaya röportajına buradan ulaşabilirsiniz. Röportajın benim için önemli kısmını aşağıya alıntıladım.

“Galatasaray Cafe Crown’da Cemal Nalga’nın usulsüz olarak oynatılmasıyla ortaya çıkan skandalın üzücü olduğunu dile getiren Kaya, "Ben burada önemli bir noktaya değinmek istiyorum. Oyuncuların hiçbir suçunun olmadığını ve verilen cezaların çok yüksek olduğunu düşünüyorum, özellikle de Tufan’a verilen cezanın. Disiplin Kurulu’nda nasıl görüşüldü bunlar bilmiyorum, ama şu an bizim bir oyuncu birliğimiz bile yok. Sonuçta biz bir kontrat imzalıyoruz ve herkes biliyor ki kulüp ne derse o yapılıyor. Tufan o gün çıkıp ’Benim formamı veremezsiniz’ dese, belki ona gülerlerdi. Oyunculara daha değişik cezalar verilebilirdi. İnşallah itirazları kabul görür de bu oyuncuların cezaları en aza indirilir" diye konuştu. (aa)”

Kaya oyuncular için bence çok önemli olan bir konuya değinmiş. Oyuncunun yöneticilerin ve koçun elinde bir oyuncak olmaması için birlik kurmaları daha doğrusu bir an önce sendikalaşmaya gitmeleri gerektiğinin altını çizmiş.

Oyuncuların yöneticilere ve hatta federasyona karşı haklarını korumalarını sağlayacak bir kuruma ihtiyaçları var. Sendikanın olmaması, oyuncu menejerlerin bir anlamda bu işi de üstlenmesini sağlıyor ve oyuncu ile menejer arasındaki ilişki ile yöneticiler ile menejer arasındaki ilişkiler yumağında gasp edilen aslında oyuncuların hakları oluyor.

Cemal ve Tufan basit örnekler. Okan Çevik geçmişte çalıştırdığı klüplerde böyle ahlaki açıdan sorgulanabilecek uygulamalar yaptı mı bilemem ama bu teklif Türkiye’de her klüpte ve her oyuncuya yapılabilir ve oyuncuların böyle teklifleri ve uygulamaları reddedebilmeleri için arkalarında sağlam bir sendika olmalı.

Sendika oyuncuların karşılaştıkları her türlü haksızlıkta arkalarında olacak onları koruyacak ve kollayacak bir kurum. Geçmişte hastalığı nedeniyle Ülker’le ilişiği kesilen Haluk’un haklarını da sendika kollayabilirdi.


Galatasaray’da yaşanan bu skandalın basketbolumuz için en azından oyuncuların haklarını koruyacak bir sendika oluşumuna vesile olması en büyük temennimdir. Yurt dışında da oynamış kaya gibi önemli bir oyuncunun bu konuyu gündeme getirmeye çalışması, bu iş için başlangıç olması dileğiyle…

26 Kasım 2009 Perşembe



Orleans doğrusu Efes’e rakip olabilecek bir takım değil. Bu nedenle maça ilişkin çok bir şey yazmanın anlamı yok. Ancak bu maç bazı önceki yazılarımda belirttiğim bazı görüşlerimi pekiştirmesi açısından iyi oldu.

Ergin Hoca ender’in oyun kurmasını yetersiz buluyor bu nedenle de ne zaman Ender’i oyuna alırsa Rako’yu da oyuna alıyor. Hücum düzeni açısından mantıklı duran bu hamle savunma düzeni açısından bakıldığında pek de mantıklı değil çünkü ne ender ne de rako yeterince savunma yapmıyor. Bence Rako ve Sinan yan yana oynatılmalı. Sinan topu getirir ve hücumda Rako’ya verir. Oyunu da Rako kurar. Sinan’a top taşıma görevi vermek çok mantıklıymış gibi gözükmese de bence çok efektif sonuçlar doğurabilir. Şöyle ki Ender ve özellikle de Kerem takımın hücuma çıkmasını adeta geciktiriyorlar. Sinan varken ise hem savunma sertleşiyor ve sertleşen savunmanın getirdiği top çalmalar ile takım daha fazla hızlı hücuma çıkabiliyor. Özellikle ribaunt sonrası sinan’a verilen bir pas ve sonrasındaki hızlı hücum, Kerem ya da Ender sahadayken göremeyeceğimiz bir hücumdu. Kaya kendi yarsı sahasının yarısında kaptığı top ile takımı hızlı hücuma çıkarttı. Tüm sahayı dribbling ile geçen kaya boyalı alanda pas fake’i yapıp tersteki adama pas vererek hızlı hücumun nasıl yapılması gerektiği konusunda ders verdi adeta takımının oyun kurucularına. Son dönemlerdeki en iyi hızlı hücumlardan biriydi.
Oyun kurucularımızın yetersi,zliğini göstermesi açısından şöyle bir istatistik vereyim. Toplamda 40 dakika civarı oynayan kerem-ender ikilisi 4 asist yapabildi buna karşın tpolamda 50 dakika oynayan thornton-rako ikilisi 13 asist yaptı.
Ben ısrarla Kaya ve Kasun’un yan yana oynaması gerektiğini savunuyorum. Takımın ribaunt zaafının ancak bu ikili ile minimuma ineceğini düşünüyorum. Keza pota altındaki sertlik de bu ikili ile sağlanabilir inancındayım. asıl önemli nokta ise kısa rotasyonunda mümkün mertebede Thornton, Smith ve Sinan’dan en azından ikisinin sahada yer alması gerekliliği. Takım savunması açısından bu oyuncuların çok önemli olduğunu düşünüyorum. Rako, Nachbar ve Ender ise savunma zaaflarını ortaya çıkarıyor. Bu oyunculardan ikisinin yan yana olması büyük tehlike. Hele üçünün yan ayan olması felaket doğuruyor. Bu üçlünün bir ara yan yana gelmesi ile bir anda fark kapandı.

Efes’in zamana ihtiyacı var. Ama kadroda değişikliğe de ihtiyacı var. Bakalım ilerleyen haftalar bize ne gösterecek. Ataman pek çok farklı rotasyonları deneme imkanı buldu. Umarım elindeki malzemeyi daha iyi kullanmaya başlar…

Benim ilk beşim: rako, Sinan, Thornton, Kaya, Kasun

22 Kasım 2009 Pazar

CEZA(LAR): Defacto Olarak Küme Düşürüldü


Cezalar açıklandı. Resmen küme düşülmese de Galatasaray'ın aldığı bu ceza sonrası küme de kalması ancak mucizelere bağlı. Son iki sırada yer alan takım küme düşecektir. Galatasaray şu an -4 puanla sonuncu sırada. sıfır galibiyet ve 6 mağlubiyeti var. kendisi gibi ligde galibiyeti olmayan dacka'nın puanı ise 6. Yani aradaki fark 10 puan. Basketbolda bunun anlamı, rakibinden 10 maç daha fazla kazanman gerektiğidir. Bu mantıktan devam ettiğimizde kümede kalabilmek için Galatasaray'ın şu an için 14. sıradaki rakibini yani Mersin'i geçmesi gerekmektedir. Mersin'in puanı sekiz. Galatasaray'la arasındaki fark 12 puan. dolayısıyla galatasaray'ın Mersin'in kazandığından 12 maç daha fazla kazanmalı. ligde 24 maç kaldı. Galatasaray kalan tüm maçalrını kazansa bile (imkansız olduğunu biliyoruz) Mersin'in ve üstündeki takımların 12 galibiyet alması durumunda bile Galatasaray küme düşecek. Çok fazla uzatmaya gerek yok. Galatasaray'ın kümede kalması mucizelere bırakılmıştır.


Bu bence ağır bir ceza değil. Yapılanlara karşılık böyle bir ceza verilmesi normal. Ancak sorun federasyonuni bu standardı, her takıma karşı ya da her eyleme karşı aynı uygulamaması, farklı uygulamasıdır. Her zaman kurala göre duruma göre karar almasıdır. Saha kapatmalarda, sahaya girmelerde vb. çok örneğpini gördük. Örneğin Kinsey'in cezasına bakalım. Bir oyuncuya yumruk atılmasına 9 maç ceza veren federasyon taraftara yumruğa 2 maç verdi. Sinirlenen oyuncu taraftarın burnunu kırabilir. Umarım gelecekte bu tip cezaları her durumda ve ortamda, takım ve yetkili ayırt etmeksizin verebilecek bir iradeye ve güce sahip bir federasyonumuz olur. Bu gerçekleştiği zaman; Türkiye basketbolu hak ettiği düzeyelere gelebilecektir. Gerçek basketbolseverler, salonnları dolduracaktır.


Oyunculara verilen cezalara geçelim. Nalga'nın 2 yıl ceza almasına üzüldüm doğrusu. Çünkü yaşadığı ceza korkusu bile onun akıllanmasını sağlamıştır. Ancak bu cezalanın mantığı doğru. En azından kısmen doğru. Şöyle ki; bu cezalar, "kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" mantığını izliyor. Böyle bir şeyle yakın gelecekte karşılaşmamak adına verilmiş büyük cezalar. Ancak böylesi bir sahtekarlığa cesaret edilebilmesinin nedeni bence federasyonun geçmiş uygulamaları. Burada sahtekarlık yapılamsını meşrulaştırmıyorum. Ama Federasyonun basiretsiz uygulamalarına dikkat çekmek istiyorum. Federasyonun büyük takımlar söz konusu olduğunda olayların üstünü örtmesi böylesi davranışlara sebep olabilir. Federasyonun hiç mi suçu yok?


Gelelim cezaların mantıksız olan yanına. Tufan'a verilen cezadan bahsediyorum. tamam 4 ayla sınırlı ama o mantıkla hareket edildiğinde o maçta oynayan her oyuncuya o zaman ceza vermek gerekir. Sadece Tufan'a ceza vermek saçma olmuş. Olayın bilenb her oyuncuya ceza vermek gerekirdi.
koç, teknik heyet ve yöneticiler ise bu cezaları hak etmişlerdir.

18 Kasım 2009 Çarşamba

Yalancının Mumu: Yatsı Vakti Geldi

Cemal olayından sonra Galatasaray'dan özür geldi. Rezalete sebep olanların görevine son verildiği açıklandı. Okan Çevik, Cengiz Karadağ, Mert Uyguç ve Koray Mincinözlü ile yollar ayrılmış. Teknik ve idari heyet ile yolların ayrılması çok doğru bir hamle ancak basketboldan sorumlu yöneticinin hala koltuğunu koruyabilmesini anlayabilmiş değilim? Doğrusu klüpten ilişiği kesilenlerin kim olduğu, resmi olarak açıklanmadı. Ama basketboldan sorumlu yöneticinin bu işden sıyrılması bence olanaklı değil. Bana kalırsa başkan, ikinci başkan, başkan yardımcısı da doğrudan bu işten sorumludur.

Memlekette sahtekarların el üstünde taşındığı bir ortamda Galatasaray yönetiminin sorumluluğu üstlenmesi ve tüm kamuoyundan özür dilenmesi, unutturmak ya da sulandırmak gibi bir çaba gösterilmemesi bence çok önemliydi. Galatasaray adının yanına böyle bir leke bulaştırılmasına neden olan herkes; tüm yöneticilerin bence genel kurulu toplayıp istifalarını vermeleri gerek.

Gelelim Galatasaray'ı bekleyen cezaya. Önce iki gazetemizden örnek vereyim. Hürriyet "galatasaray küme düşürülüyor" diye başlık atmış. Milliyet ise "...cimbom küme düşürülebilir" diye bir başlık atmış. Hürriyet yeni başlayan hukuki sürecin nihai kararını vermiş: küme düşürülüyor. Hürriyet'in kendisine çeki düzen vermesi lazım ama bu pek mümkün gözükmüyor. Neyse gazetenin ayıbını gazeteye bırakalım ve durumu inceleyelim. Ligden ihraca ilişkin kuralda yapılan değişiklik ile Galatasaray'ın küme düşürülmeyeceğini tahmin ediyorum. "iki kez hükmen yenik sayılan takım küme düşürülür" şeklindeki madde "iki kez maça çıkmayan takım küme düşürülür" haline getirilmiş. Bu bağlamda küme düşürülme gibi bir ceza çıkmayacağını düşünüyorum. Ama sahtekarlığa ilişkin başka maddelere dayandırılarak küme düşme cezası da verilebilir. Ben şöyle bir cezanın uygun olacağını tahmin ediyorum: Cemal'in oynadığı tüm resmi maçların takımın aleyhine 20-0 tescil edilmesi ve Cemal'e 5 maç oynamama cezası bence uygun olur.

Cemal'e verilebilecek ceza konusu karışık bir durum. Şöyle bir örnek vereyim. muhasebecisiniz ve şirket sahibi sizden vergiyi düşük göstermek için sahte belge kullanmanızı istiyor. Muhasebeci de sahtekarlığın bir parçası oluyor. Bu muhasebecinin hiç mi suçu yok.

Cemal'in saha içinde yaptığı olumlu davranışlarından bahsetmiştim ama bu sahtekarlığın bir parçası olması benim neznimde kendisini bitirmiştir. Sporcunun önce ahlaklı olması lazım. Bana oyna dediler. ben nihayetinde maaşlı oyuncuyum ne derlerse onu yaparım demiş Cemal. "Öl" deseler intihar mı edecek? Burada oyucunun da dahil olduğu bir ahlaksızlık vardır. Bence kimsenin gözünün yaşına bakmamak lazım. İyi halden bir indirim alabilir mi bilmiyorum ama doğrusu bu rezaleti galatasaray adına bulaştıranların derhal istifa etmemleri ve klüpten uzaklaştırmaları gerektiğine inanıyorum. Başkan-Mehmet Helvacı, Yiğit Şardan ve Ahmet Dedehayır'ın da sadece ynetimden değil klüpten de ihraç edilmeleri gerektiğine inanıyorum.

Daha Büyük Rezalet


Cemal 5 maç ceza almıştı. hazırlık maçlarında oynamayarak bu cezaları tamamladığı söylenmişti. Cezaları tamamladığı için de resmi maçlarda oynadı. ama meersem öyle değilmiş. cemal'in oynamadığı söylenen skyliners maçında Tufan'ın forması ile oynadığı söyleniyor. videosu, istatistikleri ve fotografı var. işte burada.


Doğrusu inanmak gelmiyor insanın içinden. eğer söylenenler doğru ise bu resmen sahtekarlık. bu resmen suç. bu suçun cezasız kalmaması gerekir.


cemal'i 3-5 maçya oynatmak böyle bir ahlaksızlıktan çok daha mı önemli?


basketbolda son dönemde yaşananları gördükçe insan giderek daha da soğuyor. basketbolun başında ne biçim insanlar var?

15 Kasım 2009 Pazar

REZALET

Bu ne tahrikle açıklanır ne de başka bir şeyle. Şu dakikadan sonra maçın bir anlamı kalmamıştır.

Bu taraftarlar Galatasaraylı, Beşiktaşlı, Fenerbahçeli… Bunlar gerçek taraftar değil yalanını bırakmamız lazım. Ufacık bir kıvılcımdan büyük bir yangın çıkartırlar. Malzeme bu ve etkin bir yaptırım getirilmediği sürece bu rezaletleri yaşayacağız.

Bu maç devam etmemeli. Ne seyircili ne de seyircisiz. Basketbol seyircisiz olmaz. Bu seyirciyle de basketbol oynanmaz.

Beşiktaş - Efes Pilsen


Maçın kısa özeti; kadrosu derin olan kazandı. Efes iki uzunla oynarken farkı 8 sayıya kadar çıkartmıştı. 4 kısa ile maça denge geldi. 5 kısa ile Beşiktaş s korda olmasa da oyunda üstünlüğü ele geçirdi. Ama nefesleri yetmedi.

Bu maçta Efes’in ve Ataman’ın eksikleri iyice görünür oldu. Efes’in ilk sorunu oyun kurucudan başlıyor. Oyun kurucuların takımı oynatmada çok başarılı olmadıklarını düşünüyorum ama daha da önemlisi oyun kurucuların savunmasında ciddi zaaf var. Kerem her pozisyonunda rakibini kaçırıyor. Sonra şöyle bir kolunu arkadan topa deyebilme adına uzatıyor. Ya faul yapıyor ya da adamı kaçırmış oluyor. Ender zaten hiçbir zaman iyi savunmacı olamadı. Özellikle Oyun kuruculardan biri sahada iken yanında rakocevic de varsa efes kısa savunması ciddi alarm veriyor. Bu durumda Efes’İn yediğinden fazla atması gerekiyor. Dar bir rotasyona karşı bunu yapabilir ama daha diri takımlara karşı bunu gerçekleştirmesi kolay olmaz. Bu nedenle ben Rako’nun (transfer edildiğinde oyun kurucu olarak oynatılmasına karşı olsam da) oyun kurucu olarak oynatılması gerektiğini düşünmeye başladım. Sinan’ın da ligde süre almasının gerektiğine inanıyorum.

Bu maçta iyi başlayan Kasun’u unutmak Ataman’ın en büyük yanlışıydı. Bu nedenle maçı da kaybetme noktasına geldiler. Bu maçı Beşiktaş kazansaydı; Ataman’a basketbol yorumcularından ciddi eleştiri gelirdi.

Efes’in bu savunma ile bu rotasyon ile Avrupa’da başarılı olması bence çok zor.

Beşiktaş’ın özellikle Chatman’ı dinlendirememesi; maçın sonlarında bu oyuncunun yorgunluk nedeniyle yanlış seçimler yapması ve maçın kaybedilmesi ile sonuçlandı. Adem’in bu düzeyler için yetersiz bir oyuncu olması uzun rotasyonunun 3 oyuncuya yığılmasına neden oluyor ve maçın sonlarında diri takımlara karşı zorlanmaları kaçınılmaz oluyor.

Chatman’ı kadroda tutmaları Beşiktaş için çok önemli. Chatman’ın Avrupa’nın önemli oyun kurucularından birisi olduğunu düşünüyorum. Ligdeki 3+2 kuralı engin, muratcan, cevher ve haluk’uın performanslarının daha da önemli hale getiriyor. Engin’in yokluğunda diğer türk oyuncuların katkısı çok önemli.

12 Kasım 2009 Perşembe

Seyircisiz Bu Kadar


Fenerbahçe Ülker’in bu sene maçlarını ortalama 25 sayı farkla kazanan ve bu maçta akıl almaz üçlük yüzdesi ile oynayan Siena’yı oyun kurucusuz ve seyircisiz yenme noktasına gelmesi açıkçası benim maç öncesi beklediğim bir şey değildi. İlk defa maçın geneline yayamamalarına rağmen akıcı hücum ettiler. Pota altına ilk defa bu kadar verimli kullandılar. Pota altı oyuncularımız 10/16 şut isabetiyle 26 sayı, 15 ribaunt ve 8 assist ile oynarken, Siena uzunları 6/14 isabetle 14 sayı, 8 ribaunt ve 1 assist ile oynadılar. Ancak, uznlarımızn çok fazla top kaybı yapmaları maç içinde süre ilerledikçe pota altından daha fazla hücum etmemizi engelledi. Yine de uzunların hem savunmada hem de hücumda bariz üstünlük sağladığı, Kinsey’in EL’de ilk üç haftanın flash oyuncusu Sato’yu sahadan sildiği maçı kaybetmek açıkçası moral bozucu.

İnsanı en fazla üzen bu maçı seyircili oynasak kazanacağımız gerçeğiydi. Maalesef kendilerini Fenerbahçe cumhuriyeti olarak adlandıran, parti kursa iktdara gelecek gücü olduğu ve bir direktifle bir firmanın ürünlerini boykot edebilecekleri söylenen bir klubün taraftarlarının o salonu boş bırakması çok üzücü. Hele ki televizyondan maçı seyrederken koçların sesinin bize kadar geliyor olması bir EL maçında alışık olmadığımız bir durum.

Seyircisizliği bir kenara bırakırsak oyun anlamında neden kaybettik. Şu gerçek çok açık ve net şekilde ortaya çıkmıştır ki Gricek ve Greer hiç savunma yapmıyorlar. Greer enerjisini hücumda kullanmak istediği için savunmada amiyane tabirle takılıyor, Gricek ise çok istiyor ama beynin ilettiği sinyalleri ayakların algılayıp reaksiyon vermesisi uzn zaman alıyor (türkçesi ayakları gitmiyor). Zaten yaptığı faullerin hepsi ayaklar gitmediği için eliyle adamı tutmasından kaynaklandı. Greer ise yardıma çok gitti ve yardım sonrası Mcintyre’ı tekrar bulmada oldukça sıkıntı yaşadı. Bu oyuncunun maçta attığı 5 boş üçlük aslında bundan kaynaklandı. Greer’ı da çok suçlamak istemiyorum aslında. Alışık olmadığı pozisyonda bütün maç boyu oynayan bir oyuncudan hem hücumda hem de savunmada çok şeyler beklemek haksızlık.

Tanyevic bu maçta kendinden hiç alışık olmadığımız şeyler yaptı. İyi oynayan oyuncuları eskiden olduğu gibi hemen kenara almadı. Bu maçta 30 dk üzerinde oynayan oyuncular gördük. FB adına maçın en iyi iki adamı olan Oğuz ve Kinsey 30 dk üzerinde sahada kaldılar. Serhat ilk defa oynadı ki savunma ve hücumda az zamanda çok iş yaptı. Bu maçları adamı olan Mrsic’i oyun kurucusuz olmamıza rağmen oynatmadı. Greer’in 28 dk oynadığını göz önüne alırsak takımı tam 12 dakika oyun kurucusuz bir beşle oynattı. Bunları okuyucuların yorumuna bırakıyorum. Tanyevic hakkında yorum yapmayacağım.


Aslında hakemler konusunda çok şanslıydık. Evsahibi takımların isteyipte bulamadığı, atmosferden hemen etkilenebilecek bir profil çizdiler Bu maçı seyircili oynasaydık atmosferden etkilenmeye çok müsait bu hakem üçlüsüyle bu maçı kazanırdık.. Bu seviyenin ağırlığını kaldırabilecek hakemler olmadığı maçta çok net görülüyordu.

11 Kasım 2009 Çarşamba

Fenerbahçe-Siena: Senaryo Başladı...


Maça ilişkin yazılacak çok şey o kadar çok şey var ki… Ama içimden yazmak gelmiyor.

Solomon’suz Greer’li Fenerbahçe’nin basketbol kimliğinde önemli bir farklılaşma var. Fenerbahçe dış savunmasında ciddi bir zayıflama söz konusu. Halı olarak bir oyuncu o kadar etki eder mi diye sorabilirsiniz. Mevzuu Solomon olunca ben etki edeceğini düşünüyorum. Fenerbahçe’nin kısa savunması Solomon rakip oyun kurucuya yaptığı baskı ile başlıyordu. Rakip oyun kurucunun etkinliğinin bozulması diğer kısa oyuncuları da ateşliyor ve gerçekten çok sert bir savunma izliyorduk. Rakip kısa oyuncular üzerindeki baskı rakip hücumlarda sürenin hızla azalmasını sağlıyor ve dengesiz atışlarla ya da Ömer Aşık’ın blokları ile son buluyordu. Artık maçın büyük kısmına yayılmış bu tip bir savunma kolay kolay göremeyeceğiz. Bunu destekleyen en önemli argümanım ise; Fenerbahçe’nin tüm maçta sadece tek bir top çalabilmesi…

Pota altında rakibin iyi bir yüzde tutturmasına engel olan Fenerbahçeli oyuncular, dışardan boş atışlara müsaade etti. Siena’da bunu çok iyi değerlendirdi. Ancak genel olarak baktığımızda, doğrusu Fenerbahçe savunma yapmasa da hücumda özellikle ikilik atışlarda iyi bir yüzde yakaladı. Ancak savunmada yetersiz kaldıklarından maçı kaybettiler.

Fenerbahçe’nin Solomon’lu dönemdeki savunmasına geri dönmesi gerekli. Bu mevcut kadroda olabilir ama bunun gerçekleşmesi zaman alacaktır. Kadroya yapılacak doğru eklemeler ile Fenerbahçe hala iyi işler yapabilir.

Oğuz’un kullanılmasının önemli olduğunu gördük. Serhat görünmeyen işler yaptı ve oynadığı anlarda özellikle ribauntlara yaptığı katkı ile takımda görev alabileceğini gösterdi. Tanjevic 4. kısa tercihinde şöyle bir beş tercih edebilirdi. greer, ömer, kinsey, serhat, ömer gibi bir beş ile belki de sonuç daha farklı olabilirdi.

4 numara eksiği giderek can sıkıcı oluyor. Önce 4 numara sonrasında ise alınacak bir oyun kurcu ile Fenerbahçe hala önemli işler yapabilir.

10 Kasım 2009 Salı

Solomon'dan İnciler:


Solomon Milliyet'ten Ümit Avcı'ya gider ayak içini dökmüş: Yazının tümüne Buradan ulaşabilirsiniz. Solomon gerçekten bizim Tanjevic'e getirdiğimiz eleştirileri bir bir sıralamış. En iyisi sözü S0lomon'a bırakmakta...


Herkes şunu bilsin ki, ben gitmek istemiyordum. Gitmek isteyen bir oyuncuyu zaten burada tutamazsınız. Bu durumun sorumlusu ne kulüptür, ne taraftar, ne de benim. Tek suçlu Tanjevic’tir. O saha dışında iyi bir insan...ama saha içinde yıldız oyuncudan nefret ediyor.-


Tanjevic'in yıldız oyunculardan nefret ettiği iddiası biraz abartılı geldi bana. He-do ile sorunu yok ama Memo ile var. Fucka ve bodiroga bu adamın elinde büyümedi mi?


- Ben her zaman şampiyonluk için oynarım, bunu isterim. Taraftar da hemen şampiyonluk istiyor. Çünkü burası Fenerbahçe. Burada ‘2010’da şampiyon olalım, 5 yıl sonra başarılı olalım’ diye hedef belirlenemez. Gelecek yıllarda kazanılacak başarı için burada değilim. Ama iki sene önce de geleceğin planları yapılıyordu, bu sene de... Sıkıldım bundan.


bu çok önemli bir konu. ama bu Tanjevic eleştirisi değil. Yönetimin eleştirilmesi. Bugün için değil ama gelecek için bir başarılı hedefi koymak. Gerek milli takım gerekse klüp takımları için hedef konusunu o kadar çok yazdık ki. Solomon'dan hedeflere ilişkin bir eleştiri güzel oldu.


- Evet kulübe gidip özür diledim. Ama Fenerbahçe ve taraftardan diledim, kesinlikle Tanjevic’ten değil. Onun olduğu yerde artık ben olmam. O giderse Fenerbahçe’ye yeniden dönebilirim. Çünkü taraftarı çok seviyorum. Ama Tanjevic varken asla...


Tanjevic giderse geri dönerim diyor. peki Tanjevic gidince klübün hedefinde bir değişme mi olacak? sanmıyorum. Aslına bakılırsa Solomon bu kadronun önemli bir parçası ama sözleşmesi feshedilen oyuncuyu (ki sözleşmenin fesh nedeni disiplinsizlik) Fenerbahçe geri getirir mi? getirebilir.


Kolay bir oyuncu olmadığımı biliyorum. Çünkü ben yıldız bir basketbolcuyum. Aydın Örs ile çalışırken de kadro dışı kaldım, doğru. Ama ona saygı duyuyordum ve gidip özür diledim. O beni nasıl kullanacağını çok iyi biliyordu. Sonuçta da nasıl şampiyon olduğumuzu herkes gördü. - 2 yıl önce Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı Fenerbahçe’ye kazandıran basketi attığımda benden iyisi yoktu. Çünkü daha Tanjevic yeni gelmişti ve bana çıkıp bu maçı kazan demişti. Dediğini yaptım, bana o kadar iyiydi ki. Ama daha sonra bu ilgiyi sevmedi. Benim parlamamı istemedi. İşte ben o anda durumun farkına vardım.


Solomon koçlar için çok kabul edilebilecek bir oyuncu değil. büyük takımlarda tutunamama nendei o. iki tarafı keskin bıçak. Tanjevic'in yıldızları çekemediği iddiası bence gerçekci değil.


- Şimdi ilk olarak evime gitmek istiyorum. Daha sonra menajerimle konuşup karar vereceğiz. Avrupa’ya dönme ihtimalim yüksek. Bu Türkiye de olabilir. Yani belli değil. Kesin olan tek şey, bir daha Tanjevic ile aynı ortamda bulunmayacağım.


Türkiye'ye dönme ihtimali de varmış. bunun Fenerbahçe olmayacağını düşünürsek kim olabilir? Efes'in aslında iyi bir oyun kurucuya ihtiyacı var. Ama Solomon gibi bir riski alırlar mı? Galatasaray'da oyun kurucu bolluğu var. Beşiktaş'da chatman var. Aslına bakarsak telekom solomon için en ideal yer. Owens'ın yerine düşünülebilir. iyi de olur.


Geçen sezon başında takımdan ayrılmaya karar vermiştim. NBA ya da Avrupa’ya, ne olursa olsun gidecektim, bunu yaptım. Sonra istediğim ortamı bulamadım, sezon bittiğinde de basketbol oynama isteğim için tekrar bile bile Tanjevic’in takımına geldim. Ama gelirken onun için gelmemiştim. Fenerbahçe’yi ve taraftarını seviyorum. Beni çok iyi motive ediyorlardı. Onları özlediğim için takıma döndüm, bir şeylerin değişeceğini düşündüm ama yanılmışım.‘Takımın çoğu aynı fikirde’ Umarım Fenerbahçe Ülker sezonu şampiyon olarak bitirir, Euroleague’de de final-four oynar. Bunu gerçekten çok istiyorum ama Tanjevic’le çok zor. İşin ilginci takımdaki birçok oyuncu da benimle aynı şeyleri düşünüyor ama onlar haklı olarak konuşamaz. Çünkü kontratları var. Ben de bu zamana kadar konuşmadım ama artık ayrıldığıma göre bunları söyleyebilirim.


Solomon'a bakılırsa takımın çoğu Tanjevic'le olmayacağı konusunda hem fikir. Oyuncular ile Tanjevic arasında bir güven sorunu olduğunu en azından bizim öyle bir izlenimimiz olduğunu yazmıştık ve Solomon'un yukarıdaki ifadeleri bizi bu konuda destekler nitelikte. Mesele aslında çok da karışık değil. solomon alteernatifsizdi. o yüzden de önceki sene Tanjevic onu kullanmak mecburiyetindeydi. ama greer alternatifi gelince (ki greer transferi sonrasında böyle bir sorun çıkabileceğini yazmıştık) Solomon'u kullanmak zorunda değildi. Solomon bence bunu kaldıramadı.



Greer ya da Kinsey’le aramda kıskançlık olduğu konuşuluyor. Şimdi herkese söylüyorum. Girin internete, sırayla benim ve onların ismini yazın. Kimin neler yaptığına, nerelerde oynadığına bakın. Yani kariyerlerimizi, başarılarımızı karşılaştırın. Benim söyleyecek bir sözüm yok. Ama kimin kimi kıskanması gerektiği çok açık ortada. Onun dışında takım arkadaşlarımla aramda sorun yoktu. İyi anlaşıyorduk, birbirimize saygımız vardı ama coachun bize yoktu. ‘Mehmet Okur’u bile oynatamıyor’- Düşünün Mehmet Okur NBA’de All Star oldu, şampiyonluk yaşadı. Daha ne yapabilir ki. O bile Milli Takım’da oynayamıyor, oynatılmıyor. Ben Mehmet’in neler yaşadığını çok iyi anlıyorum. Tanjevic kendi oynatabileceği isimlerle çok mutlu ama benim gibi yıldız ve kariyerli isimlerle bir arada olmaktan hiç hoşnut değil. Çünkü ilginin ana merkezinde kendisi olmak istiyor, bizim sahneye çıkmamızdan çekiniyor.


Kinsey'le sorunu olacağını sanmıyorum Solomon'un. Ama Greer ile sorunu olduğu aşikar.


Oynattığı sistemi bir türlü anlayamadım. Ben anlamamışsam kimse de anlayamaz. Ben takımın oyun kurucusuyum ve öncelikle coacha inanmam lazımdı, ama inanmıyorum. O da bana güven duymuyor, gözümün içine bakmıyor. Böyle bir yerde nasıl durabilirim ki?


Bu çok önemli bir nokta. Tanjevic'in ne milli takımda ne de Fener'de nasıl bir stratejisi olduğuun bir türlü anlayamayanlardanım. benim anlayamama önemli değil belki de o benim anlayış kıtlığımdır ama takımın oyun kurucusunun da bunu anlayamıyor olması çok önemli bir sorun.


Solomon Aydın Örs zamanında Fenerbahçe'de çok iyi işler yaptı. sonraki sene Tanjevic'le yine iyi işler yaptı. Oyununu gerçekten çok olgunlaştırdı. Deli doluluğu azalmıştı. ancak NBA gidip döndükten sonra tam bir serseri mayın gibi oynamaya başladı. Takımın huzurunu ve bütünlüğünü de bozdu. bu anlamda Solomon ile yolların ayrılması bence fenerbahçe adına iyi bir gelişme oldu. Örs'ün takıma dönmesi ile Solomon geri döner mi bilemem ama takımın başında Mahmudi olacaksa Solomon'un dönmesinin Fenerbahçeye hayırlı olmayacağını söyleyebilirim.


Ama TT'nin solomon gibi ateşleyici ve parlayan bir oyuncuya ihtiyacı var. Solomon'un yolu çaık olsun diyelim.

Mahmudi Gelirse: Greer Ne Yapar?




Mahmudi’nin çalıştığı oyun kurucular:
2001-2002: Kerem, Ender (Top 16)
2002-2003: Kerem, Ender (Top 16)
2003-2004: Kerem, Ender (Top 16)
2004-2005: Solomon (play-off F4)
2005-2006: popovic (play-off F4)
2006-2007: jenkins, cücü (top 16)
2007-2008: dashuan wood, gary neal, (uleb f8)

Mahmudi’nin oyun kurcularına şöyle bir baktığımızda son beş sezondur mahmud’nin skorer ve büyük ölçüde Amerikalı oyun kurucular (popovic haric) tercih ettiğini görüyoruz. İşte bu noktada Mahmudi’nin açmazını görüyoruz. Aşağıda Efes Pilsen’deki skorer oyun kurucuları ve guardlarının eski performanlları ile Mahmudi’li performanslarını görebiliriz.

Jenkins'le başlayalım.
2003-2004 EL'de 20 sayı ortalaması ile oynadı.
2004 - 2005 Uleb Cup'da 21,1 sayı ortalaması ile sayı kralı oldu
2006-2007 Efes'te 14,5 sayı
2007-2008 Uleb’de 21,3

Popovic
2003-2004 EL'de 20 sayı ortalaması ile oynadı.
2004 - 2005 EL’de Cibona ile 15,4 sayı ortalaması ile oynadı
2005-2006 Efes'te 12,2 sayı
2006-2007 EL’de Zalgiris 15,1 sayı
Nicholas'la devam
2004-2005 EL 20,4 ppg ile sayı kralı bu arada italya ligi sayı krallıklarını yazmıyorum
2006-2007 Mahmudi ile 13,9
2007-2008 Blatt ile 16,5

Solomon
2003-2004 Uleb 24,1 sayı kralı
2004-2005 efes günleri 14,8
2005-2006 maccabi 16,7
İstatistiklere tapınmanın doğru olmadığını düşünürüm ama bu istatistikler doğrusu bize mahmudi hakkın önemli bir takım ip uçları veriyor. Mahmudi büyük oranda siyahi skorer oyun kurucuları tercih ediyor ama aynı zamanda bu oyuncular üzerinde ciddi baskı kuruyor. Bu tip oyuncuların bireysel performanslarına baktığımızda Mahmudi yönetiminde ciddi düşüş olduğunu görüyoruz. Mahmudi özellikle oyun kurucularından hem ciddi savunma performansı bekler hem de hücumda takımı oynatması ve gerektiğinde doğru seçilmiş şutlar ile takıma katkı sağlamalarını bekler. Burada da önemli bir açmaz ile karşılaşıyor. Bütçeye ilişkin nedenlerle belli bir yeteneğin üzerindeki oyun kurucularla çalışamamıştır. Bu nedenle skorer oyun kurucular alarak onları hem savunma yaptırmaya hem de şut seçimlerini düzeltmeye zorlar. Oyun kurucu üzerinde kurduğu baskı her zaman deyim yerindeyse elinde patlamıştır. Bu tip oyun kurucular insiyatifin kendilerinde olmasını isterler. İstedikleri zaman şut atarlar istedikleri zaman ise takımı oynatırlar. Bunlardan daha farklı bir oyuncu yaratmak kolay bir iş değildir ve Mahmudi bunu yıllardır denemekte. İnsiyatifi Mahmudi oyun kurucuya vermiyor sürekli elinde tutuyor ve aralarındaki gerilim bu oyuncuların performansına da yansıyor. Daha kapsamlı bir istatistiksel çalışma yapmak yerinde olur. Asist/top kaybı oranlarını da yukarıdaki rakamlara eklemek yararlı olabilir. Ancak bu rakamlar bile tek başına çok şey ifade ediyor. Örneğin EL sayı kralı Nicholas’ın Efes’deki performansına bakıldığında Mahmudi yönetiminde 14 civarı bir sayı ortalaması tutturduğunu (benetton da 20’nin üzerindeydi) Blatt idaresinde ise 16,5 sayı ortalaması tutturduğunu görmek mümkün.

Neyse fazla uzatmayacağım bu yazı temel olarak; Mahmudi’nin, Fener’in başına geçmesine ilişkin. Greer’in performansının nasıl etkileneceği bence önemli bri soru işareti. Greer’in çok dik başlı bir oyuncu olmaması bu anlamda bence önemli bir şans. Mahmudi’nin takımın başına geçmesi durumunda bakalım, yıllardır arzuladığı oyun kurucuyu Greer’den yaratabilecek mi?

TANJEVİC’İN BİLETİ KESİLDİ Mİ?


Meriç Tunca; Tanjevic’in hafta sonu oynanacak Galatasaray maçından sonra görevden alınacağını söylüyor. Yazının linki burada. Daha doğrusu kendisi söylemiyor, Fenerbahçe yönetiminden duyduklarını aktarıyor. Belki doğrudur ama bu doğru olup olmadığını bilemediğimiz haber konusunda ciddi kuşkularımız var. Şu haberi birazcık irdeleyelim. Temel mesaj; Tanjevic gidecek ve Aydın Örs; Ceo olacak, Mahmudi; antrenör, Dodo ise menejer. Harun da onun yardımcısı. Tanjevic’in bugün göderilmeme nedeni; “yüksek tazminatı”ymış. Ama “Hafta sonu gönderilecek”miş. Hafta sonu tazminatı düşecek mi? Yoo!!! Yönetim “siena maçı ve Galatasaray maçının kaybedileceği”ni tahmin ediyormuş. “Galatasaray’ı yense” bile Tanjevic gönderilecekmiş. Ya Fener siena’yı yenerse? Tamam yenmesi zor ama basketbol bu. Varsayalım yendi; Tanjevic gönderilmeyecek mi?




2 sene önce Ceo’luğu kabul etmeyen Örs şimdi neden kabul etsin? Örs’ün “iade-i itibar”a ihtiyacı yok. Zaten bu görev ona teklif edilmiş ve kabul etmemişti. Örs benim bildiğim kadarıyla görevden alınmasına üzülmüştü kendi yerine Tanjevic’in getirilmesine değil. Örs şampiyonluktan sonra görevden alındığında yerine Mahmudi getirilse Ceo’luğu kabul eder miydi? Bence etmezdi. Şimdi neden etsin. Bu arada bu kokuşmuşlukta Örs karakterinde insanların basketbolun içerisinde olmasını çok isterim. Umarım bu görevi kabul eder.

Bir de Solomon vakası var. Solomon’un, (rivayete göre Tanjevic’le geçinmediği için 1 milyon dolar ödeme yapılarak) takımla ilişkisi kesildi. Solomon’u tutup ona verilen tazminat Tanjevic’e verilerek gönderilmez miydi?

Solomon’dan sonra ne oldu? Fenerbahçe EL’de bir galibiyet aldı. Ligde ise Efes’e mağlup oldu. (Bu arada Efes’in üst üste 6 maç galip geldiğini söylemem haber değeri taşımıyor diye eleştirilmişti. 14’lük galibiyet serileri olmuş efes’in. o fener'le şimdiki fener aynı değil ama o başka bir konu) Bu bağlamda bardağı taşıran son damla neden efes maçı oluyor? Onu anlamıyorum. Ben de Fener’in Siena’dan fark yiyeceğini düşünüyorum. Galatasaray maçını tahmin etmek zor. Galatasaray hazır değil ama Fener’de hazır değil. Rakip Galatasaray olunca daha ciddi oynarlar ama seyirci baskısı ile ne olur tahmin etmek zor. Ben fener’in yeneceğini düşünüyorum. Siena ve galatasaray'ı yense Tanjevic'İ göndermek da mı zor olacak. ya da soruyu farklı soralım: EL'de Fener bir barca'ya yenildi. Mahmudi olsa ya da Aydın Örs olsa Barca'yı yenecek miydi? Siena'yı Mahmud'li Fener yener ama tanejvic'li yenemez öyle mi? Stratejiler ve değerlendirmeler anlık sonuçlardan bağımsız olmalı.
Neyse falcılığı bırakalım ve Meric'in senaryosunun gerçekleştiğini varsayarak bazı durumları tartışalım. En önemli konu; federasyon cephesi. Federasyon ile Fenerbahçe arasındaki bağı sağlayan faktör Mahmut Uslu. Finaldeki son maç sonrasında Mahmut Uslu’nun federasyon başkanına “getirdiğimiz gibi götürmesini de biliriz” sözleri bu bağı açıkca gösteriyor. Federasyon milli takım koçu için yapacağı ödemelerini Fenerbahçe’ye havale etmiş oldu. Fenerbahçe ile Tanjevic’in yolları ayrılırsa; Federasyon ile Tanjevic’in yolları mı ayrılacak yoksa Fenerbahçe ile Federasyonun yolları mı ayrılacak? Cevaplanması zor bir soru.

Çok fazla olasılık var. Mahmut Uslu ile Aziz Yıldırım arasında bu konuda bir anlaşmazlık olduğuna dair rivayetler var. Bu bağlamda Mahmut Uslu’nun basketbol şubesi üzerindeki etkisinin kaldırılması federasyon ile Fenerbahçe arasındaki bağın da bir anlamda gevşetilmesi anlamına gelecek. Tabi bu aynı zamanda Federasyon başkanının koltuğunu borçlu olduğu klüp ile arasında bir sorun yaratabilir. Buradan hareketle Demirel’in bu süreçte koltuğunu korumak için nasıl bir strateji izleyeceği merak konusu. Benim tahminim yukarıda senaryo gerçekleşirse; Demirel bir şekilde Tanjevic’i göndererek, Mahmudi’yi milli takımın başına geçirmek isteyecektir. Ancak bunu Mahmudi kabul eder mi? Fenerbahçe yönetimi kabul eder mi? Tanjevic ne kadar tazminatla memleketten ayrılır? Bu soruların tek bir cevabı yok ve her bir cevap yeni soru(n)lar doğurur.


Benim tahminim eğer Tanjevic’le fener’in yolları ayrılırsa koçluğa Mahmudi’nin değil Örs’ün geleceğidir. Tanjevic tecrübesinden sonra; Fener’in koçu her kim olursa olsun, Fenerbahçeli yöneticilerin bir daha kendi koçlarının aynı zamanda milli takım koçluğu yapmasına müsaade etmezler. Ya da milli takımı çalıştıran bir koçu bir daha, eşanlı olarak kendi takımlarının başına getirmezler. bekleyelim görelim...

Bundan sonraki yazı konum; Mahmudi’nin koçluğu ve açmazı konusunda olacak.


BASKETBOLU FUTBOLLAŞTIRMAYALIM: LÜTFEN!!!


Faruk, gazeteciliğin bir kamu görevi olduğunun altını aşağıdaki yazısında kalın bir şekilde çizmiş. Bu yazıyı da kısmen onun devamı olarak kabul edebiliriz. Doğrusu, Hürriyet gazetesinde efes pilsen’li KG’nin dopingine ilişkin Aziz Yıldırım’ın sözlerinden hareketle atılan başlık düşündürücü. Başlığı hatırlatayım: “Marsilya gibi toplu doping yaptılar”. İşte yazıya buradan ulaşabilirsiniz. Başlığın çarpıcılığı yetmemiş olacak ki Marsilya ve Efes’in takım fotografları photoshop ya da benzeri bir program aracılığıyla birleştirilmiş ve yaşanmamış, en azından ispatlanmamış bir olay; sanki gerçekmiş gibi insanların gözüne gözüne sokulmakta. Aslına bakılırsa bu da yetmemiştir. Yukarıda verdiğim ilk linke bakarsanız olayın bence aynı vahimlikteki başka bir yanını görebiliriz. Bu haber, futbol haberleri altına konmuştur.

Türkiye’nin en büyük gazetesi olduğu iddiasındaki Hürriyet’in spor servisi, efes pilsen basketbol takımının toplu doping yaptığı iddiasını gerçekmiş gibi sayfalarına taşıyor ve bunu futbol haberi olarak sayfasına koyuyor. Tek başına bu durum bile amacın gazetecilik ya da haber vermek olmadığını gösteriyor. Bu bir karalamadır ve bu karalamalarını mümkün mertebede herkese ulaştırabilecek vasıtaları kullanarak gerçekleştirmişlerdir. Konuyla ilgisi olmayan büyük bir fotograf (Marsilya-efes) kullanılarak insanların zihinlerine bu yalan yerleştirilmeye çalışılmış, internette ise haber; futbol haberi olarak konulmuş ve daha yaygın bir erişime ulaşması sağlanmıştır.

Bu blogda sıklıkla basketbolu futbollaştırmayalım sloganını kullanıyoruz. Basketbolu futbollaştırma yönünde ciddi bir girişim olduğunu maalesef görüyoruz. Bu girişimin bir devamı olarak yine aynı gazetenin “yaratıcı zekalar”ının bir ürünü olan linkteki haberi değerlendirmekte yarar var. Fenerbahçe’nin EL’de seyircisi az olduğu için seneye EL’e çağrılmaması söz konusuymuş. Amacın takımına küskün Fenerbahçe seyircisini sahaya çekmek olduğu açık. Bu amaca kesinlikle karşı değiliz. Ancak bu noktada iki tane önemli sorun var. Bir tanesi doğrudan gazeteciliğe ilişkin. Gerçek olmayan bir haber ile insanları kandırmaya çalışmak. Habere bakarsanız altında bir isim göremezsiniz. Hürriyete özelmiş. “''Bizim için kupaya katılan takımın ismiyle birlikte maçını izleyen seyirci sayısı da önemli'' diyen ULEB yetkililerinin bu durum değişmediği takdirde önümüzdeki sezon Sarı-Lacivertli ekibi, Eurolig'e almayacağı öğrenildi.” Hangi uleb yetkilisi? ne zaman? Nerede? ne konuştu? acaba… Böyle gerçek olmayan bir haberi Fenerbahçe klübü kendi yayın organlarından yaysa anlaşılır olabilir. Politik bir davranış olarak değerlendirebiliriz. Ancak şu eleştiriyi de her durumda getiririz: İkinci sorun ya da eleştirimiz; seyirciyi sahaya çekmek için dışsal nedenler yaratmanın geçici çözümler olmasıdır. Hürriyet gibi bir gazete ve spor servisi illa bu konu üzerinde duracaksa; Fenerbahçe seyircisinin neden azaldığını incelemeli ya da değerlendirmeli ve ona ilişkin çözümler getirmelidir.

Meriç Tunca’nın Tanjevic’in gönderileceği konusundaki haberi umarım bu bağlamda ama gerçek olan bir haberdir. Sonraki yazıda bu konuyu değerlendirmek arzusundayım.

8 Kasım 2009 Pazar

Az Basketbol, Çok Mücadele; Az Hücum, Çok Müdafaa



Her iki takım için de zor maçtı. Her iki takım da formsuzdu ve eksikti. Fener’in eksiği birazcık daha fazlaydı. Bu da Efes’i bu nedenle birazcık daha öne çıkarttı ve Efes’in kazanmasını sağladı.

Doğrusu maçın sonlarında alan savunması yapan takımın kazanacağını düşünüyordum. Efes’in son beş dakikada alan savunması yapacağını ve maçı çevireceğini bekliyordum. Tersine Fener bir ara alan savunması denedi ama çok ısrarcı olmadı.

Efes kazanmayı daha fazla istiyordu ve isteklerinin karşılığını alabildiler. Final serisini de dahil ettiğimizde efes galiba 6 maçtır fenere kaybetmedi. Bu gerçekleşmesi pek de kolay olmayan bir seri. Efes’li oyuncuları tebrik etmek lazım.

Malaga maçını yazamadım ama orada gördüğüm ve Malaga’nın çok doğru yaptığı bir şeyi bu maçta yapmayan Fener kaybetmek zorundaydı. Bahsettiğim konu; Rako’nun savunma zaafından faydalanmamak. Ömer’in Rako’yu tutması, Rako’nun Ömer’i tutmasından daha kolay olmalıydı. Ömer Rako’yu bence kötü savunmadı ama hücumda rako’yu zorlayacak şekilde aktif olmadığından ibrenin Efes’e dönmesini engelleyemediler.

Oyunculardan başlamışken Sinan’dan bahsetmeden olmaz. Efes’in galibiyetinin önemli mimarlarından birisiydi. Sinan bu takımda özellikle şu günlerde daha fazla süre almalı. Efes’in maçları şu sıralarda ancak savunması ile kazanabileceğini düşünüyorum. Bu bağlamda Sinan daha çok süre almalı. Diğer bir mimar ise Ender’di. Efes oyun kurucularından ciddi katkı almak zorunda. Ender iki maçtır arzu edilen katkıyı vermekte. Ancak bunun geçici olduğunu biliyoruz. Nachbar boş atışları değerlendirerek takımın galibiyetinde pay sahibi oldu.

Bu maç bir bakıma her iki takım için buralarda yazdıklarımızı oldukça doğrulayan verilerle doluydu. Efes rakibin kaçırdığı faul atışlarında dahi savunma ribaundunda gerçekten zorlanıyor. Kaya kasun yan yana oynama zorunda. EL’de thornton’u 4 numarada kullanmak bence intihar olur. 4 numarada Semih’in istekli oyunu; Fener’in elinde iyi bir dört numara varken neler yapabileceğini gösterdi.

İki takımda hazır değil ve bu performansla Beşiktaş’ı yenme şansları yok. EL’de de ciddi takımlara karşı galibiyet alabileceklerini sanmıyorum. Mrsic hazır değil ve galiba artık yaşının olumsuz etkilerini hissetmeye başladı. Dolayısıyla tek bir oyun kurucuya kaldılar ve bu şekilde başarıyı yakalamaları kolay değil. Ayrıca 4 numaraya mutlaka bir oyuncu almaları gerekiyor.

Efes her ne kadar bu maçta rakibini 70 sayının altında tutmuş olsa da pota altı savunması alarm veriyor. Malaga maçında çok da üst düzey olmayan uzunlara karşı takımın pota altını karartamaması önemli bri soru işareti. Alan savunması ile maçı çevirebildiler ama her zaman alan savunması iş yapmaz. Efes’in bire bir de pota altı savunmasını yapması gerekli. Nachbar’ın bu işi yapmayacağı açık. Bu işi yapabilecek bir uzuna acil ihtiyaçları var.

6 Kasım 2009 Cuma

Çok Yorulduk Çok


Alan savunması sayesinde kazanma noktasına geldik ve alan savunması yüzünden kaybettik. Maçın benim açımdan özeti bu. Alan savunmasına başladığımız üçüncü periyodun 5.dk’sı ile normal sürenin sonuna kadar geçen 15 dk’de sadece 20 sayıyı potamızda görmüşken, uzatma bölümünde tam 5 üçlük yiyerek 20 sayı yedik. Yediğimiz üçlüklerin hepsi boş üçlüklerdi.

Efes Pilsen’in bu sene savunma ve hücum olarak oynadığı en derli toplu maçtı aslında. İlk yarıda Malaga’nın sağladığı 43-36’lık üstünlük yapay bir üstünlüktü. İnanılmaz zor pozisyondaki üçlükleri soktular. Ekstra oyunculardan akıl sınırlarını zorlayan ekstra basketler yedik. Ayrıca biz de iyi hücum organisazyonu yapmamıza rağmen boş atışları kaçırdık. İlk yarı bittiğinde benim düşüncem rakibin üçlük yüzdelerinin makul seviyelere düşeceği bizim de maça ısınıp boş şutları sokacağımız varsayımı altında bu maçı ikinci yarıda çevireceğimiz yönündeydi. Hatta skor üçüncü periyodun ortalarında 59-42 yenik duruma düştüğümüzde dahi Efes’in bu maçı bırakmayacağını düşünüyordum. Ender-Thornton-Smtih-Nachbar-Kaya beşlisi ile başladığımız alan savunması ile rakibi sürklase ettik. Hücum opsiyonlarını sadece üçlüklerle sınırladık. İlk yarıdaki gibi sokamayınca farkı azlatarak son 5 dk’ya 23-5’lik seri ile 65-63 önde girdik. Bundan sonrası artık takımların maçın kırılma anını oynama becersine kalmıştı. İki takım da bu beceriyi gösteremedi. Normal sürenin son bölümünde en dikkat çekici nokta Efes takımının yavaş yavaş yorulma emareleri göstermeye başlamasıydı. Özellikle maçın en değerli adamı olan Kaya’nın kenara dönüp “ben bittim, mola alın” demesi, ağzımdan “eyvah” kelimesini çıkmasına sebep olmuştur. Tabi burada Ergin Ataman’ın yapabileceği çok fazla şey yoktu. Kaya’yı kenarda nefeslendirmesi demek o gün Malaga’ya gelmeyen! Kasun veya Santiago’nun oyunaalınması demek olur ki bu da maçın kaybedilmesi anlamına gelirdi. Mecbur Kaya’yı mecbur oynatmak durumunda kaldı. Ayrıca bu sene ortalama 10 dk bile süre almayan alan Nachbar’ın da 35 dk sahada yer alması bu oyuncuyu maçın sonlarında çok zorladı ve maçın kritik anlarında hücumda epey aksamasına sebep oldu. Efes’in maalesef uzatmada pili bitti. Uzatmada alan savunmasında ayaklar beynin söylediğini yapamayacak duruma gelince boş şutlara çıkamadılar ve Ender’in efsanevi performansına rağmen maçı kaybettiler.

Tabi burada Ergin Araman’a çok eleştri getirilebilir. Maçın krtik anlarında neden kırılma anlarının adamı olan tecrübeli Rakocevic sahaya sürülmedi denebilir. Santiago ve Kasun gibi adamlardan neden faydalanamadığı sorulabilir. Alan savunmasında neden bu kadar çok ısrar edildiği de sorulabilir. Kendimi koçun yerine koyup düşündüğümde sahadaki beşi aynen tutmaktan başka yapılabilecek çok fazla şey yoktu gibi geliyor. Ender süper performans segiliyor, Smith Thornton savunmada ve hücumda takımın yükünü çekiyor. Nachbar geldiğinden beri en iyi oyununu oynuyor, ayrıca Shumpert’in sakatlanmasıyla yedeği de yok. Kaya herkesin malumu. Buradaki eleştrim transfer politikasına. 4 numara eksikliği bu kadar aşikar iken tutup Ermal ve Santiago’nun alınması bence kilit noktadır.

Her ne kadar bu maç kaybedildiyse de en azından ilk defa bize zevkli bir maç izlettirdiler. Sonuna kadar savaştılar. Hele Fenerbahçe maçından sonra basketbol izlemenin keyfine vardım. Buradan takımın bir ritm yakalayacağını grubu en kötü ikinci veya üçüncü bitireceğini düşünüyorum. Ancak, her zaman belirttiğim gibi iyi bir 4 numara alınmadığı sürece Efes’in bu kadro ile yüksek hedeflere ulaşması çok zor görünüyor.

5 Kasım 2009 Perşembe

Cibona Maçı'nın Düşündürdükleri


Apdi İpekçi salonunun nasıl bu kadar kasvetli bir ortam haline getirildiğini merak ediyorum. Belki de televizyondan yayınından dolayı öyle görünüyordur diyordum, ama oradaki maçları yerinden izleyen insanlar da aynı durumdan bahsediyorlar. Seyirci de gelmeyince maça hafif bir keyifsizlikle başlıyorsunuz.

Bu arada İstanbul’daki Fenerbahçe seyircisine ve basketbolseverlere hayret ediyorum. Nasıl bu kadar salonu boş bırakabiliyorlar. Acaba hangi maça gelecekler? Fenerbahçe’nin grupta kendi sahasında oynayacağı 3 maç kaldı. Top 16’ya kalırsa 3 maç daha var. Yani bu sene Fenerbahçe Ülker’i yerinde izleyeceğiniz, destek vereceğiniz topu topu 6 maç kaldı. Sadece 6 maç sonrası yok. Eğer takımda sizin hoşlanmadığınız bir durum varsa ki olabilir: takımın oyunu size zevk vermiyordur. Tanyevic’i beğenmiyorsunuzdur. Gelin bu mesajı salona gelip uygun bir dille iletin. Fenerbahçe yönetimi bu seyirci kısrlığının sebebleri ve çözüm yolları üzerinde mutlaka duruyorlardır.

Maça gelelim. Oyun içinde Fenerbahçe Ülker zorlandı gibi gözükse de aslına oyun hep Fenerbahçe’inin kontrolündeydi. Cibona’ın ilk periyotta farkı açması sonra Fenerbahçe Ülker’in 16-0’lık seri yakalaması, sonra farkın tekrar kapanması ve maçın sonunda oyunun kopması hep Fenarbahçe’nin insiyatifinde olan şeylerdi. Maça asıldıkları zaman farkı açtılar, biraz kemeri gevşettiklerinde fark kapandı. Cibona maça hep asıldı. Temel fark buydu.

Bu maç aslında iki gerçeği de ortaya koymuştur: Oğuz ve Ömer’in daha fazla süre aldıklarında Semih’e göre çok daha fazla verebilecekleri. İki oyuncu bu maçta yüzde 65 saha içi isabetiyle toplam 22 sayı 15 ribaunt, 5 blok ve 37 rating ile onadılar oynadılar. Oğuz 33 dk, Ömer 20 dk oynadı. Semih ise 24 dk’da yüzde 20 saha içi isabetiyle 2 sayı ve 6 ribaund ile oynadı. Diğer bir gerçek Solomon’un kadro dışı barkılmasıyla takımın oyun kurucusuz oynuyor olması. Greer daha çok 2 numara özellikleri olan ve bu bölgede daha iyi verim veren bir oyuncu. Geçen sene Olympiakos’ta Papaloukas ve Teodosic’in yanında çoğunlukla 2 numara oynadı. Mrsic’in takım içindeki rolünü zaten herkes biliyor. Bu durumda Fenerbahçe Ülker’in önünde iki seçenek var. Solomon’u göndermek ve yerine oyun kurucu almak veya Solomon’u kazanmaya çalışmak. İkisi de birbirinden çetrefilli seçenekler. Üçüncü seçenek olan böyle devam etme seçeneği bu seneyi feda etme seçeneğidir.

4 Kasım 2009 Çarşamba

Taraftar yok, Aziz Başkan var...


Maç öncesi Cibona değerlendirmemde kolay bir maç beklediğimi belirtmiştim. Fenerbahçe’nin önemli eksikleri olduğu ama çok da derin bir kadrosu olduğu bu nedenle de EL’in en kötü takımlarından olan Cibona’ya karşı zorlanmasının benim için sürpriz olacağını söylemiştim.

İlk yarı 32-32 berabere bitti. Cibona maça oldukça konsantre başladı. Fenerbahçeli oyuncular ise oldukça şaşkındı. Cibona’nın farkı açması adeta bir şamar gibi oyuncuların yüzüne çarpması ile sarı lacivertli oyuncular, formanın hakkını vermeye başladılar ve 12-0’lık seri ile öne de geçtiler. Ancak Cibona oyun konsantrasyonunu yeniden yakaladı. Üst üste attıkları 3 üçlük ile tekrardan öne geçtiler ve ilk yarı berabere bitti. İlk yarının en önemli istatistiği Fener’in altısı ilk periodda olmak üzere toplamda yaptığı 8 top kaybı idi. Bir maç içinde yapılabilecek top kaybı istatistiğini ilk periodda gerçekleştirmiş olmaları, oyuncuların şaşkınlığını gösteren en önemli istatistikti.

3 periodun sonlarında ömer’lerin katkısı ile Fenerbahçe oyunda üstünlüğü ele geçirdi. 4. periodda ise sertleşen savunma ile Fenerbahçe galibiyet aldı. Zaten Fener’in azıcık diş göstermesinin galibiyet için yeteceğini maç öncesinde yazmıştık. Ama maçın beklediğim kadar kolay olmadığını belirtmem gerek. Oyuncularda isteksizlik can sıkıcı.

Takımın pota altındaki oyuncuları daha fazla besleme gayreti çok önemliydi. En azından takım elindeki uzunları hatırladı. Bireysel performanslara baktığımızda ise Amerikalı oyuncuların ne hücumda ne de savunmada beklenen performansı göstermemeleri can sıkıcıydı. 40’larına merdiven dayayan Mrsic’den öğrenmeleri gereken şeyler var. Ömer’ler bugün takıma gerçekten iyi katkı verdiler. Oğuz Semih de iyi mücadele ettiler. Özellikle Ömer Aşık ve Oğuz’un yan yana oynatılması ve verimli olmaları ilerisi için bence iyi bir işaretti. Preldzic oyun kurucu vazifesini kaldıramadı. Zaten Gree r varken Preldzic’in oyun kurması bence çok akılcı değil. Günün iki büyük hayal kırıklığı ise Kinsey ve Preldzic oldu. Her ikisi de çok kötü oynadı. Hücumdaki hatalarını geçiyorum ama savunmada da hiçbir şey yapmadılar.

Cibona’da Rozic ve Graves takıma katkı verdiler. Maçın sonlarında Rozic beş faulle çıktı graves ise hiç oynatılmadı.

Maç içinden küçük notlar da verelim. Kinsey’in parmağı Jamoınt’un gözüne geldi. Olay ikinci periodun ortalarında gerçekleşti. Devre arasında bile çocuk düzlemedi ve 3. periodun ortalarında ancak girdi.elektrik kesintisi nedeniyle son dört dakikada skor boardlar arızalandı ve maça 5 dakika kadar ara verildi. son saniyelerde bir pozisyona sinirlenen Tanjevic elindeki su şişesini yere fırlattı ve parkelerin temizlenmesi gerekti.

Yazının başlığına gelirsek: Fenerbahçe taraftarı yine gelmedi. Taraftarın boşluğunu ise Aziz Başkan doldurmaya çalıştı. Maç içinde alkışlayarak sürekli takımına destek verdi. Aziz başkanın bir taraftar gibi takımının yanında olması çok güzel. Ama bir taraftar gibi beyanatlar vermesi (kamuya açık bir dergi bile olsa) kendisine yakışmıyor. Suçu ispatlanmadığı sürece herkes masumdur ilkesini hatırlamamız gerekiyor. Geçmiş sezonlarda Fenerbahçe’de çeşitli branşlarda doping yapan oyuncular olmasından hareketle nasıl ki bunu yaygınlaştırarak Fenerbahçe kulübüne mal edemezsek, Efes kulübüne de aynı bağlamda bir söz söyleyemeyiz, söylememeliyiz. Herkesin öncelikle elini vicdanına koyması gerekiyor. Bunu haber yapan Hürriyet gazetesinin de.

Gazetecilik Bir Kamu Görevidir


Aziz Yıldırım Fenerbahçe Dergisi Kasım sayısında aynen şu cümleleri kullanmış:

“....bir takımın topluca doping yapması olayı ile dünyada bugüne kadar sadece iki kez karşılaşılmıştır: Bunlardan birisi Fransa’da Marsilya futbol takımı ile ilgili olandır. Diğeri ise Efes Pilsen’in karşı karşıya olduğu olaydır. Beklentimiz, bu toplu doping eylemine sebebiyet verenlerin spor ailesinden ayıklanarak çıkarılması ve kamu vicdanının bu şekilde rahatlatılmasıdır...”

Bu röportaj Marsilya ve Efes Pilsen’in fotorafları ile beraber ulusal yayın organlarında da yayınlanmıştır. Olaydan habersiz biri bu konuşmadan Efes Pilsen takımının toplu doping yaptığı mahkemece sabit görüldüğü ve takımın hüküm giydğini düşünür. Aziz Yıldırım zaten kararını vermiş. Efes toplu doping yapmıştır. Fenerbahçe tandanslı Türk basını da kararını vermiştir. Efes toplu doping yapmıştır. Marsilya ve Efes Pilsen’in takım fotoğraflarını yan yana gazetelere koyarsanız zımnen Efes pilsen’in topluca doping yaptığı düşüncesini destekliyorsunuz demektir Hatta bu düşünceyi tüm kamuoyuna empoze ediyorsunuz demektir. Kimse terini söylemesin. Basketbolla ilgisi olmayan biri bu sözü ve fotoyu gazetede gördüğünde Efes Pilsen’in takım olarak doping yaptığı iddiasını gerçekmiş gibi düşünecektir.

Efes Pilsen’i ve Tuncay Özhilan’ı doping yapan Marsilya ile aynı kareye koymak nasıl bir etik basın anlayışıdır. Spor basını ve yöneticileri: Bırakın artık bir şeyleri manipüle etmeyi. Bırakın birilerini pohpohlamayı. Gazeteceliğin bir kamu görevi olduğunu ve sosyal sorumluluk gerektirdiğini artık farkedin. Aziz Yıldırım için ne yazabilirm ki. Sonuçta klübünün çıkarları için her zaman yaptığı Makyavellist yaklaşımını aynen devam ettiriyor. Ayrıca kendi dergisinde istediğini söyleyebilir. Fenerbahçe dergisini kınamıyorum. Benim sözüm bu röportajı insanların nezdinde takımın toplu şekilde doping yaptığı düşüncesini uyandıracak şekilde veren Tük basınına.

3 Kasım 2009 Salı

Rakibimiz Cibona: Kolay Bir Maç Olacak...


Rakip Cibona. Hırvat basketbolunun en önemli temsilcisi. Önce Tanjevic’in açıklamalrına bakıp sonrasında rakibimizin kadrosunu değerlendirelim.

Tanjevic aşağıda tam metini bulunan açıklamasında mealen şunları söylüyor: “Bizim için kazanmak zorunda olduğumuz diğer bir karşılaşma. Çok sayıda hasta ve sakat oyuncumuz var ve bu durum da bizim maçı daha da zorlaştıran bir etken. Preldzic grip nedeniyle İki gündür antremanlara katılmıyor. Kinsey’in kaburgasında sorun var ve iyileşmeye çalışıyor. Giricek’in de hafif bir sakatlığı var ve Rasim Başak elini burktu. Tüm bunlar maç için hazır olmadığımızı gösteriyor. Diğer bir sorunise taraftar desteğinin az olması. Taraftarımızın hem El’de hem de ligde gelip bizi desteklemesini istiyoruz. Umarım eskiden olduğu gibi gelir ve bizi desteklerler”

“It’s another game we have to win. And at the same time we have plenty of injuries and illness which makes the game against Cibona Zagreb much more difficult for us. We have Emir Preldzic who has flu and has not practiced in two days. Tarence Kinsey has a problem with his ribs and trying to recover. Gordan Giricek also has a slight injury and Rasim Basak sprained his hand. All those things show that we are not ready for the game. We are not really ready inside. So we are a little bit melancholic before the game. We have another problem in playing our games in an empty gym. Both in the Euroleague and the Turkish League, we are still waiting for our fans to come and support us. I hope they will come and support us like the way they did before.”

Tanjevic’in açıklamalarına baktığımda sanki olası bir mağlubiyet için kılıf arar gibi geldi bana. Gırıcek’İn hafif sakatlığı, grip oldu, elini burktu vb. Rakip ekolu olan bir takım olsa da EL’e çok kötü başladı. Özellikle Siena’ya karşı aldıkları 40 sayının üzerindeki mağlubiyeti unutturmak isteyeceklerdir. Siena karşısında aldıkları sonuç; takımın ne kadar formsuz ve kötü bir durumda olduğunun önemli bir göstergesi. Kadroya baktığımız zaman takımın aslında oldukça vasat oyunculardan kurulu olduğunu görmemiz mümkün.

P.G. JAMONT, VRBANC, PRINC
S.G. THOMAS, GRAVES, TROHA,
S.F. BOGDANOVİC, ROZİC
P.F. ZUBCIC, VUKUSİC ,
C. BAGARIC, ANDRIC

Oyun kurucu olarak oynayan Jamont geçen sene eurocup’da oynamıştı. Penetresi kuvvetli ama dış şutu zayıf olan bir oyuncu. Takımı oynatabilen bir oyuncu da değil. Zaten temel sıkıntı burada başlıyor. Graves’i GS’dan biliyoruz. Etkili bir oyunuc. Hem içerden hem de dışarıdan oynayabiliyor ama bence en önemli özelliği savunmasının çok kuvvetli olması. Ancak istikrarsız bir oyuncu. Cibonaya ve EL’e uyum sağlayamamış gibi. Bogdanovic İspanya kariyeri olan ve Hırvat basketbolu adına beklentilerin yüksek olduğu bir oyuncuydu ancak beklenen gelişmeyi gösteremedi. Andric; EL’de fizik oalrak güçlü ama performans oalrak fiziğinin hakkını veremeyen pivotlardan. Efes’e karşı coşmuşluğunu hatırlarım. Ama benzer performansları çok sergileyebilen bir pivot değil. Dış şutu çok kötüdür. Ancak çembere yakın top verilirse sayı yapabilir. Bagaric de aynı Andric gibi fiziğinin hakkını veremeyen pivotlardan. Son birkaç sezondur İtalya ligindeydi. Tehlike oluşturabileceğini sanmıyorum. Rozic bence takımın önemli oyuncularından. Çok top kullanmaz. Görev adamıdır ama yeri geldiğinde hem içerden hem de dışarıdan etkili olabilir. Thomas da zaman zaman etkili olabilen bir oyuncu. Zubcic’in ileride çok iyi bir oyuncu olacağını düşünüyorum. Hatta bu sene Zubcic’in çok önemli bir patlama yapacağını ve senenin sürpriz oyuncusu olacağını düşünüyordum ama kadro o kadar kötü ki potansiyelli oyuncuların bile açığa çıkmasını sağlamaktan uzak. Ama ben Zubcic’i dikkatli izlemenizi öneririm.
Kadroya bütün olarak baktığımızda yıldızı olmayan, daha çok ikincil görevlerde oynayan oyunculardan kurulu olduğunu söyleyebiliriz. Fenerbahçe’li oyuncuların (kinsey, Rasim, solomon, gırıcek) sakatlıkları ciddi dahi olsa kalan oyuncular ile rahat bir galibiyet alması gerekir. Cibona gerçekten çok kötü bir kadroya sahip.

Telekom-Efes Pilsen: 4 Kısa’lı Sistem


Şampiyonluğun en kuvvetli 3 adayından ikisi karşı karşıya geldi. Efes’in rahat bir galibiyet alacağını düşünüyordum. Efes hazır değil ama Telekom da hazır değil. Hatta telekomun hazır olması için daha da fazla zamana ihtiyacı var.

Bu maç 4 kısa’lı sistemin en azından efes için çok sıkıntı yarattığını gösterdi bizlere. 3. perioddan bahsediyorum. Efes’in oyunda hakimiyet kurduğu ve üstünlüğünü kabul ettirdiği anlarda kaya ve kasun’un yan yana oynadığının altını çizmemiz gerekiyor. Daha önceki yazılarımda bu konuya özel önem verdiğim için belki de çok abartıyorum ama Efes’in şu andaki form durumu ve kadro yapısı bu ikilinin yan yana oynaması konusunda ciddi alarm veriyor. Ataman belki yorulduklarını düşünerek bu ikiliyi bozdu. Nachbar’ denedi. Ama daha önce de burada sıklıkla belirttiğimiz gibi Nachbar’ın dört numara etkinliği neredeyse yok. Zaten yedekte kalmanın sıkıntısını yaşıyor gibi. Yabancı sistemi nedeniyle ligde de arzu ettikleri dakikaları bulamıyor. Nachbar’ı kazanmak için onu asıl mevkii olan 3 numaraya yerleştirmek gerekiyor. En azından ligde çok daha fazla süreler alması sağlanarak takıma alıştırılmalı. Nachbar sanki takımın bir parçası değilmiş gibi hareket ediyor. Çok ruhsuz bir görüntü çiziyor. Umarım kısa zamanda kendisinden beklediğimiz katkıyı görebiliriz.

Ender’in en azından skor olarak katkı vermesi çok önemliydi. Zaten efes adına maçtaki iki olumlu görüntüden birisi Ender’in katkı vermesi oldu. Diğeri ise yukarıda belirttiğim kaya ve kasun’un yan yana verimli oynaması idi. Rakocevic’İ de belki bu olumlu görüntüye ekleyebiliriz. Kendisinden normalde beklenen performansı kendisinden izledik. İkinci yarıda 20 sayı civarında atarak takımını sırtladı. Son top kaybı ile mağlubiyete de neden oldu ama en azından tüm sorumluluğu üzerine alacak bir performans sergilemesi şu günlerde özellikle önemliydi.

Efes’in şu dönemde savunma sertliği ile maç kazanması gerekiyor. EL’de oynadığı son maçta kısmen de olsa bunun emarelerini görmüştük ancak Telekom’a karşiı yeterli sertliği yakalayamadılar. Telekom’un boş atışlarda daha yüzdeli oynaması durumunda Efes’in çok daha rahat bir mağlubiyet alması kaçınılmaz olacaktı.

Telekom galip gelmiş olsa da eksiklerinin çok fazla olduğunu söylememiz mümkün. Telekom’da Tutku’nun eksikliği hissediliyor. Mallet her ne kadar dün 7 asistlik ve skorer bir oyun sergilese de bu performansı her maç gösteremez. Owens ise çok silikti. Soner ise henüz koçun güvenini kazanamamış. Tutkusuz TT’nin guard rotasyonu ciddi alarm veriyor. Takım oyunundan ziyade bireysel yetenekleri ile maçı kazanmaya çalışıyorlar. Ki bu durum tt’nin değil, Türkiye basketbolunun genel sıkıntısı. Kolektif bir oyun ortaya koyan takımımız neredeyse yok. En kolektif oynayan takımlardan biri BJK ve şu anda yanılmıyorsam liderler.

Son yazılarım hep “zaman” diyerek bitiyor. Zamanın ilaç olması ümidiyle…

1 Kasım 2009 Pazar

Galatasaray - Erdemir

Çok keyifli bir maç oldu. ilk yarıda Erdemir özellikle ikinci periodun ortalarına kadar farklı öndeydi. Daha sonra bir savunma beşinin neler yapabileceğini hep birlikte izledik. Can’ın hakan’a yaptığı baskı sonuç verdi ve erdemir hücumda tıkandı. Caner topağlu da ikinci periodda farkın kapanmasında etkili savunması ve ribauntları ile önemli işler yaptı. Hücumda ise Murat kaya üst üste iki pozisyonda birinde çok güzel bir ikili oyun sonrası pas sonrasında ise pota altında seken topu takip ederek attığı sayı ile takıma katkı verdi. Ama bir oyuncuyu ayırmamız gerekiyor. Wilkinson.

Wilkinson’dan bahsetmeden önce galatasaray’ın yabancı oyuncuları ve işlevleri konusunda bir iki şey söylemek istiyorum. Hepsi belli bir düzeyin üzerinde ve tecrübeli oyuncular. Rancik-Wilkinson ikilisi uzun rotasyonunda jasaitis-d-wash ise kısa rotasyonunda oynuyorlar. Ancak kısa oyuncular uzunlar kadar profesyonel düşünmüyor gibi. Maça pek de konsantre olmadan çıktıklarını söylemek mümkün. Özellikle d-wash savunmada hiçbir şey yapmadı. Jasaitis ise ikinci yarıda en azından savunmada bir şeyler yaparak destek olmayı tercih etti. D-wash maçın bu kadar kafa kafaya gitmesinin baş sorumlularından birisi oldu. (maçın sonundaki etkili penetrelerinin bu bağlamda benim için hiçbir anlamı yok. Diğer sorumlu ise Murat Kaya idi. Nate Funk’ın normal sürenin son hücumlarında yaptığı hücumlarda Murat hiçbir şey yapamadı. Keza D-Wash’da bir şey yapamadı.

Wilkinson’ın form tutması Galatasaray adına en sevindirici haber. Sadece hücumda skor attığı için yazmıyorum. Savunmada da, ribauntlarda da takımına büyük katkı verdi.

Okan çevik’in kısa rotasyonunu kötü kullandığını söylemek mümkün. D-wash ve murat kaya ikilisinin yan yana oynaması büyük hata. Takımın savunmasını ciddi şekilde bozuyor. Evren kötü bir günündeydi ama bu kısa rotasyonunda çok daha fazla süre alması lazım. D-wash oyun kurucudan ziyade iki numara olarak kullanılıyor ve doğru olan da bu gibi.

Can daha fazla süre alabilir. Murat ve D-wash ise daha az süre almalı. Özellikle Tufan’ın efektif katılımı ve evren’in form tutması bu takım için çok önemli. Yoksa maçlar çok zor geçer.


Erdemir ise elindeki maçı hediye etti. Özellikle maçın sonunda takım oyunundan uzaklaşıp Funk’ın birebirlerine güvenmeleri onların yenilmelerine enden oldu. Uzatmaları ikinci yarısında yani son 2-3 dakikada Kaya’nın oyunda olmaması, Funk’ın can ve Caner ile eşleşmesi maçın ellerinden uçmasına nende oldu. Erdemir’in bu galatasaray’ı pota altında zorlaması gerekiyordu. Pota altında yeterince etkili olamadılar. Özellikle Kone çok vasat gözüktü. Belki yapacakları bir değişiklik ile sıralamada kendilerine çok daha üstlerde bir yer elde edebilirler.