28 Eylül 2009 Pazartesi

Sinan Güler Röportajı



1- Türkiye’ye ilk geldiğinizde hafızam beni yanıltmıyorsa Galatasaray’da deneme antremanlarına çıktınız. O dönemde yanılmıyorsam Erman Kunter Galatasaray’ın başındaydı. Galatasaray ile anlaşamadınız. Galatasaray mı sizde bir ışık görmedi yoksa siz mi Galatasarayda bir ışık görmediniz.

O sene antrenor Murat Ozyer’di, ve kendisi takimda oynamak icin yeterli oldugumu fakat oyuncu sayisinin fazlaliligindan dolayi benim cogunlukla takim disinda kalabilcegimi belirterek, bunun basketboluma kotu etkisi olacagini dusunerek karsilikli karar verdik.



2- Önümüzdeki sene Efes kısa rotasyonuna Rakocevic gibi avrupa’nın önemli oyuncularından birisi eklendi. Keza Nachbar’da her ne kadar pf olarak transfer edilse de asıl olarak s.f pozisyonunda oynayan bir oyuncu. Bu bağlamda Efes kısa rotasyonunda özellikle EL maçlarında alacağınız sure konusunda ne söyleyebilirsiniz? Böyle değerli oyuncular arasında forma savaşı vermenin sizin gelişiminizde nasıl bir etki yaptığı konusunda ne söyleyebilirsiniz?

Acikcasi ben alacagim surenin ne kadar oldugunu dusunmuyorum, politik bir cevap gibi gelebilir ama Efes Pilsen gibi bir takimda benim belirli bir rolum var ve bu rolu uygulayabilmem icin benim alacagim sure azmis yada cokmus gibi bir dusuncem olmadi hep. Gecen sezonun basindada ayni seyler konusuluyordu, fakat sonuna kadar ben kendi kafamda sansin gelecegi zaman en iyi sekilde hazir olmayi dusundum hep, ve sezonun sonunda play-offlarda uzun sure oynadigim maclar oldu.



3- Özellikle son 2 yılda baskebolunuzun savunma ve hücum yönünde gözle görülür bir ilerleme göze çarpmaktadır. Bu süreçte Ergin Ataman ve Tanyevic gibi 2 kariyerli koçla beraber çalışmış biri olarak sizce hangisi potansiyelinizin ortaya çıkmasında payı daha fazla olmuştur.

Ergin abi ile calismamin bana etkisi cok buyuktur. Sonuc olarak Dacka’da oynadiktan sonra Besiktas’a transfer olmam, ve ondan sonrada Ergin abi’nin bana guvenip sahaya surmesi, hem yapmam gerekenleri en iyi sekilde yapmami hemde kendi eksiklerimi gorup onlari gelistirmem icin calismaya tesvik etti. Daha sonrada Efes’e gelirken yeniden beni takiminda gormek istemeside Ergin abinin bana duydugu guvenin gostergesidir.
Ayni zamanda Tanjevic’de Milli Takim’da benim onemli bir rol oynayabilcegimi gormus olmali ki iki senedir takima cagrilma onuruna eristim. Ve ilk sene elemelerde ki sansimi iyi kullanarak Tanjevic’in sisteminde de kendime guvenilir bir yer edindigimi dusunuyorum.

4- Bu iki koçun tarzlarının çok farklı olduğu düşünüldüğünde hangi koçla kendinizi daha rahat hissediyorsunuz?

Ben acikcasi kendimi cok uyumlu biri olarak gordugum icin iki antrenor ile kendimi rahat hissedebiliyorum. Ikiside birbirinden farkli karakterlerde antrenor olsalar bile kazanma hirsini oyuncularina oyle yada boyle asilamayi biliyorlar.

5- Son Avrupa Şampiyonası’na baktığımızda milli takımın hücumda belirli bir sistemi oturtamadığını görüyoruz. Genelde oyuncuların anlık form durumları hücum gücümüzü belirledi. Savunmada ise motivasyon sağlandığında ve mücadele gücümüzü ortya koyduğumuzda başarılı olduk. Nitekim, klasman maçlarında gerekli motivasyon sağlanamadığından savunmamız çok fazla gevşedi. Bu sizce başarı için yeterli bir yapı mı? Milli takımın oyun stili nasıl olmalı?

Acikcasi antrenor olmadigim icin bu konuda her hangi birsey solemem yanlis olabilir, fakat takim olarak sert savunmanin onemli oldugu ve sert savunmanin yarattigi hizli hucum sanslari ile daha iyi bir basketbol oynadigimiz ortada.

6- Sizin gibi adam adama savunmada çok başarılı olan bir oyuncu olarak alan savunmasında aynı etkinliği gösterebildiğinizi düşünüyor musunuz?

Alan savunmasinda daha zayif oldugumu soyleyebilirim, bazen pozisyon hatasi yaptigim oluyor, fakat agresif savunma yaptigim zaman hangi savunma sisteminde olursak olalim basarili oldugumu dusunuyorum.

7- Şut performansınızda son dönemdeki belirgin bir iyileşme var. Bunun için özel bir çalışma uyguladınız mı?

Acikcasi olabildigince ekstra calisiyorum, ozellikle sut konusunda, cunku skorer bir oyuncu olmadigim acikca ortada, fakat pozisyon geldiginde o sutu sokmak onemli, ve oynadigim rol icinde cok onemli bir yeri var o ceza sutunu sokmanin. Onun disinda ozellikle son bir sene icersinde, hem takim arkadaslarimla hemde yardimci antrenorlerle yaptigimiz diyaloglar sayesinde oyunun mental yonleri hakkinda cok sey ogrendim.

8- Hem milli takımda hem de efes’de sizden önce benzer görevlerde Cenk Akyol oynuyordu. Aynı sizin gibi oyun kurucu oalrak bile denenmişti milli takımda. Federasyon başkanımız milli takımın son şampiyonada elde ettiği derecenin yeterince iyi olmadığı konusuna ilişkin sıraladığı sebepler arasında Cenk Akyol’un olmamasını da saymıştı. Takıma Cenk’le kıyaslanamayacak oranda katkı verdiğinizi düşünüyoruz. Bu bağlamda federasyon başkanının Cenk’i anmasının yanlış olduğuna inanıyoruz. Milli takımdaki görevini hakkıyla yerine getiren bir oyuncu olarak, yerine tercih edildiğiniz oyuncunun eksikliğinin hissedildiğine ilişkin bir söylem sizi nasıl etkiliyor?

Etkiledigini soyleyemem, cunku benim icin onemli olan oynadigim takimin, ki bu konuda milli takimin basarili olmasi, ve benim bu basarida verebilecegim katki. Eger takimin bir parcasi olursam, basariya ulasmak icin elimden gelen herseyi yapmaya devam ederim.

9- Son olarak; Slovenya maçında çapraz grubu düşünerek kazanmayı değil kaybetmeyi seçtiğimiz ya da kararsız kaldığımız yönünde bir söylence var. Tanjevic bu konuda maç öncesinde ya da devre arasında takımı kazanmaya motive edip etmediğini merak ediyoruz. Ya da yakın zamanda kaybettiğimiz Hırvatistandan çekinip Yunanistan’ı tercih etmemiz gibi bir durum söz konusu mu?

Kesinlikle katilmiyorum bu konuya, eger dusundugunuz gibi bi durum olsaydi, o mac ne uzatmaya gidebilirdi, ne de son topa kadar suren cekisme devam ederdi. Sadece basit hatalarla ve sonlara dogru oyuna hukmedemedigimizden dolayi yenildigimiz bir mac oldu Slovenya maci.

Tanjevic’e Rağmen Kadroya Müdahale Edenler Var: Takımı Hidayet mi Kuruyor?


Başlık bana ait değil. Kutluay’dan alıntı yaptım. Kadroya müdahale olup olmadığı ya da hedo’nun bu konuda ne kadar etkin olduğuna ilişkin bir şey söyleyemem. Çünkü bu konuda hiçbir bilgim yok. İbo’nun bu konuda bir şeyler bildiğini tahmin ediyorum. Yoksa çıkıp da bunları neden kamuoyu ile paylaşsın?

Bizim bu sayfalarda Tanjevic’e getirdiğimiz eleştirileri, İbo’dan duymak güzel. En azından kendi eleştirilerimizin haklılık payı olduğunu, ibo’nun iddiaları ile destekleyebiliriz. İbo’nun iddialarını vatan gazetesinde okudum. Buradan yazıya ulaşabilirsiniz. Şimdi ibo’nun iddialarından bazılarını ele alacağım.

“BEŞ senedir görevdeki teknik adamın hâlâ takım iskeletini oluşturamadığı ortada. Kerem Tunçeri ve Ömer Onan’ı 3 sene önce yaşından dolayı kadroya almayan bir teknik adamın, 32 yaşındaki Bekir’i 2010’a bir sene kala kadroya almasını anlamak mümkün değil.”

3 sene önceki kadroya Kerem yaşından dolayı alınmazken ondan 6 yaş büyük olan İbrahim’in alındığını hatırlayalım. Gerek batug.org’da gerekse burada Tanjevic’i eleştirdiğim yazılarda yaş gerekçesi ile Kerem’in alınmamasının ama ondan daha yaşlı olan İbo’nun alınmasının saçmalığına değinmiştim. İbrahim keşke bunları o dönemde söyleseydi. (Faruk, bayram değil seyran değil eniştem beni niye öptü konusuna girmediğinden ben gireyim dedim) Bu tip eleştirilere artık daha temkinli yaklaşıyorum. Harun 2007’de farklı bir konuda federasyona eleştiri getirmişti. Sonrasında eşi gavgena Türk statüsünde oynatılma hakkı kazandı. Bir daha da Harun’dan eleştiri duymadık. İbo’nun eşi basketbolcu ve yabancı olmadığından öyle bir talebi olmayacağı kesin. Ama bunları söylerken bir beklentisi de olduğunu düşünüyorum. Ben kişisel çıkarını hesap ederek yapılan eleştirilere sıcak bakamıyorum. Misal, ben eleştirirken sadece ve sadece gördüğüm yanlışları dile getiriyorum. Yanlışları gördüğüm zaman dile getiriyorum çünkü bunları zamanında söylemenin Türk basketboluna faydası olduğuna inanıyorum. İbrahim de gördüğü yanlışları zamanında dile getirseydi bence eleştirisi daha kuvvetli olurdu.

Alan savunmasında ısrar, hakem şikayetlerinin demode olması, Kerem olsa Ersan’ın 3 numarada oynatılacağı, 2 numarada oynayan oyuncuların oyun sıkıştığında gerekli skor desteğini sağlayamayacağı vb. konuları buralarda çok konuştuğumuz/yazdığımız için İbo’nun o konularda söylediklerine katıldığımı belirtmek isterim. Ancak iki numarada skor yükünü üstlenebilecek olan tek oyuncu Serkan ve onun performansı da bu sene için milli takıma girmeyi hak edecek bir performans değildi. Sinan, Ömer ve Bekir’in varlığını ben bu anlamda sorgulamam. Ancak Bekir’in (galiba Bulgaristan maçıydı) cezalandırılması ve sonrasında 2 maç oynatılmaması bence yanlıştı. O kadar çok yanlış var ki. Hangisini sayalım.

“Panathinaikos’ta oynarken, koç Obradoviç öyle setleri çizerdi ki, takım hep boşken topu benim elime geçirirdi.. Bu sayede sezonu % 55 üçlük isabetiyle bitirmiştim.. Organize hücum ederdik yani.. Oysa Türkiye’ye bakın.. Son saniyede kullandığımız ve yenilgiyle biten hücumların hepsi sallapati, rastgele kullanılan atışlar.. Çok iyi biliyorum ki, Tanjeviç son hücumları tahtada çizmiyor.. Oyuncular kendileri karar veriyorlar.. O zaman da boş şutu bulmak da, sayı yapmak da güçleşiyor.”

Bu çok önemli bir unsur. Memo’nun ve Serkan’ın milli takımdan ayrılmalarının nedeni de bu. Bunu ilk Memo dile getirmişti. Sonrasında ise Serkan dile getirdi. Kendi oyun tarzlarına göre bir basketbol istiyorlar. Memo ve serkan’a kendi oyun tarzlarına göre bir basketbol yerine, kapı gösterildi. İbrahim de zamanında bunları dile getirmiş olsaydı belki ona da kapı gösterilirdi. Ama belki de “federasyon ibo’da böyle düşünüyorsa bir yerlerde yanlış yapıyoruz” diyebilirdi.

“isim vermek istemiyorum ama tanjevic’İn üstünde etkili olan oyuncular olabilir… GEÇMİŞTE yaşananlardan dolayı Mehmet’in Milli Takım için çok istekli olmadığı bir gerçek. Ama Tanjeviç’in de Mehmet’i kazanmak gibi bir gayreti yok. Şu anki tabloda Mehmet’in bu takıma kazandırılması şart. Ama turnuva bitiminde bir kare gözüme battı.. Hidayet konuşurken, ’Kerem’le birlikte oynayacağız’ gibi birşey söyledi.. Niye Kerem? Milli Takım’a kimin seçileceğine Hidayet mi karar veriyor?”

İsim vermek istemeyip isim vermesi de enteresan. İbrahim’in yukarıdaki sözlerinin alt metinin okursak; Memo’nun olmamasını Hedo istiyor gibi bir sonuç çıkıyor? Fatih’in yerine Barış’ı da Hedo istemiş? Hedo’nun Tanjevic üzerinde böyle bir etkisi var mı yok mu bilemem ama İbo’nun bu iddiaları Tanjevic’in etkiye açık olduğuna dair güçlü bir dayanakla ancak ortaya atılabilir. Bu bağlamda sormadan edemiyorum: İbo’nun Tanjevic üzerinde benzer bir etkisi var mıydı?

İbrahim Kutluay Ropörtajından İki Alıntı ve Yöneticilik Zenaatı


Dün İbrahim Kutluay’ın Vatan Gazetesi’nde fazlasıyla konuşulacak söyleşisi yayınlandı. Ahmet ve benim burada defalarca dile getirmeye çalıştığımız görüşleri İbrahim tarafından söylenmesi önemli. Bir laf vardır: “Ne söylediğin değil kimin söylediğin önemlidir”. Kral çıplak lafını basketbol camiasının merkezinde olan birinden duymak bu anlamda çok önemli. Bir çok insanın yaptığı İbrahim’e “bu görüşlerini neden milli takımdayken söylemedin. Şimdi konuşmak kolay” eleştirisini getirmeyeceğim. Veya “Bayram değil seyran değil eniştem beni niye öptü” söylemine de girmeyeceğim. İbrahim büyük ihtimalle Tanyevic’in altında çalışırken de bu görüşleri savunuyordu. Özellikle “…çok iyi biliyorum ki, Tanjeviç son hücumları tahtada çizmiyor…” sözü bunun en önemli ispatı. O zaman konuşmamasının mutlaka kendince sebepleri vardır. Tıpkı şu anda konuşmasının kendince sebepleri olduğu gibi. Açıkcası sebepleri çok da umrumda değil. Ben yazılanlara bakıyorum.

Federasyon Başkanı ve Tanyevic tarafından sunulan tüm mazaretleri tek tek çürütmüş İbrahim: Hakem, Kerem Gönlüm, FIBA organisazyonu. Hatta daha da fazlasını söylemiş: Benim ilgimi çeken iki nokta var. Birincisini yukarıda yazdım. İkincisi “Sorunsuz adamlardan bir kolej takımı yaratmak istiyoruz’ düşüncesiyle hücum potansiyeli düşük bir takım oluşturduk. Bu takımı yönetmek çok kolay olabilir ancak asıl önemli olan 12 yıldızı yönetmektir”. Burada net bir şekilde Tanyevic’in ve teknik ekibin yönetici vasıflarının olmadığını dile getiriyor. İbrahim’in bu görüşünü bir örnekle destekleyelim. Tanyevic’in Fenerbahçe’de en güvendiği adam olan Mirsad ne zamandır milli takımda yok. Sizce Mirsad’ı milli takım için düşünmemesi teknik sebeplerden ötürü müdür? Yoksa yaşlandığı için mi? Bence ikisi de değil. Mirsad’ın yönetilmesi zor bir oyuncu olduğunu herkes biliyor. Tanyevic düşünüyor ki “bu adam takım içinde sorun çıkaracaktır. Geçmişte sorun çıkardı. Ben bununla uğraşamam”. Eski Milli Eğitim Bakanı’nın “şu okullar olmasa….” söylemi gibi.

Dünyada yöneticiler neden fazla maaş alırlar? Sorumluluğu üzerine aldığı için. Altında çalışanları etkin organisazyonla verimli bir şekilde çalıştırdıkları için. Adı üstünde insanları yönetme kabiliyeti olduğu için. Milli takım için yöneticilik ne kadar kolay değil mi? Başarısızlıkta suçu başkasına at. Oyuncuları yönetemediğin sorun çıkarabilecek oyuncuları baştan takıma alma. Sonra da Ömer Aşık gibi pırıl pırıl yeteneği aslanların önüne at.

Milli takımı yönetmek sadece antrenman yapmak, rakip takımı incelemek, maç taktiği vermek değildir. Milli takımı yönetmek biraz da stresi yönetmektir, oyunucuların egolarını kontrol altına almaktır, dezavantajları avantaja dönüştürmektir, oyuncular tarafından saygı duyulan birisi olmaktır. Bunları beceremiyorsan eski oyuncun çıkar sana “…son hücumları tahtada çizmiyor” diye bir koça getirilebilecek en ağır ithamlarda bulunur.

23 Eylül 2009 Çarşamba

Nalıncı Keseri: Tanjevic ve Demirel


İlk turu mağlubiyetsiz kapattığımızda “Türk gibi başla Alman gibi bitir” atasözünü hatırlatmıştım. Çünkü bu takımın devamlılık gösteremeyeceğine dair bir endişem vardı. Önce Slovenlere ardından da Yunanlılara yenilerek turnuvadaki umutlarımız söndü, klasman maçları ise tam bir eziyet oldu.

Yendiğimiz maçlardan sonra, bu satırlarda eleştirilerime ve gördüğüm yanlışları dillendirmeye devam ettim. Yendiğimiz maçlardan sonra bile ağırlıklı olarak “Tanjevic’e rağmen” başlıklı ve/ya konulu yazılar yazdım. Galibiyetlerde Tanjevic’in önemli bir katkısı olmadığını düşünüyordum. Keşke yanıldım diyebilseydim.

Federasyon ve Tanjevic fatura ödemeyi sevmiyorlar. Adeta “nalıncı keseri” gibiler. İşler iyi giderken önplana kendilerini koyuyorlar. Ama işler kötü gittiğinde kendileri hariç herkes suçlu. Faruk önceki yazısında çok güzel özetlemiş. Benzer şeyleri düşünmüşüz. Aklın yolu birdir diyelim.

Hatalardan ders almak önemli bir meziyettir. Ama bunun için öncelikle kişinin yanlış yaptığını kabul edecek olgunluğa sebep olması gerekir. Bu olgunluğa sahip olmayanlar hem doğru tespitte bulunamazlar ve dolayısıyla da çözüm üretemezler. Başarısızlığı hep dışsal faktörlere bağlarlar. Yıllardır aynı dışsal faktörleri adeta ninni gibi bizlere okuyup duyuyorlar.

İşler kötü gidince çok çeşitli hedefler gösterildi bizlere ya da dışsal sebepler sıralandı. Hakemler günah keçisi ilan edildi. Masa başı oyunlardan söz edildi. Mirsat ve Memo düzeni bozdular. Kaya tü kaka edildi. Bir ara Hedo kötülendi. Şimdi de Ömer Aşık. Bu arada KG’nin dopingi bütün planları alt üst etmiş. Ama en komiği sayın federasyon başkanımızdan geldi. “Cenk’in de olmayışı o pozisyondaki uzun adam sıkıntımızı arttırdı” demiş. Bu önemli bir konu çünkü Tanjevic yıllardır şampiyonanın sisteminden yakınır durur. 12 oyuncunun az olduğu vb. şeyler söyler. Ama her sene gereksiz bir iki oyuncuyu takıma katar. Hakan Demirel, cenk ve bu sene barış hersek. Cenk, takıma hiçbir katkı vermez ama 12 adamın arasında yer alırdı. Tek sebebi pozisyonuna göre uzun boylu ve uzun kollu olmasıydı. Ama hem efeste hem de milli takımda o kadar kötü performans gösterdi ki uzun kolları bile onun milli takıma bir kez daha çağrılmasını mümkün kılmadı. Varlığında bir kerametini göremediğimiz Cenk’in yokluğunu bile bahane olarak kullanmak, “minareyi çalanın kılıf bulamadığını” bize gösteriyor.

Fransa maçının kaybedilmesine ilişkin, Ersan’ın sakatlığı ve “bir gün önce aleyhimize düdük çalan Sırp hakemi bu maça ataması da bu organizasyondaki kötü niyetlerinin bir başka örneğiydi” diyor sayın Demirel. Kendi söylediklerine kendisi inanır mı bilmiyorum ama basketbol camiasından ayrıcalık tanıdığı bir iki gazeteci dışında inanan çıkacağını tahmin etmiyorum. Demirel’e inanlar zaten doğrudan fiba’yı “organize işler” yapan bir örgüt olarak itham etmiş, hatta faullerin Ömer’e çalınmasını bile “ince” düdük olarak yorumlamışlar.

Sorun gerçekten fiba ve hakemlerdeyse neden biz bu turnuvalara katılıyoruz?


Hep Aynı Terane


Tanjevic ve Demirel 5 galibiyetle başladığımız turnuvayı 4 yenilgiyle bitirmemizin mazeretlerini ne de güzel sıralamış: Hakemler, Ömer Aşık, Kerem’in yokluğu, Yorgunluk.

“Karşılaşma boyunca çok fazla hücum ribaundu verdik. Ömer Aşık her zaman olduğu ve beklediğimiz kadar iyi oynayamadı. ÖMER, BÖYLE PSİKOLOJİK MAÇLARDA ETKİLİ OLAMIYOR. Diğer oyuncularımız da bekleneni veremedi. Ama her şeye rağmen iyi mücadele ettik”

Tanyevic’in, Yunanistan maçından sonraki açıklaması aynen bu. Bu açıklamayı gazetede görünce gözlerime inanamadım. Milli Takım’da başarısızlığın tüm sorumluluğunu 22 yaşındaki gencecik ve bu takımızın Ersan ile beraber en istikrarlı oyuncusu olan Ömer Aşık’a atmak kanımı dondurdu. Çok kötü bir turnuva geçiren Semih için bile böyle söylese görüşüm yine değişmezdi. Neymiş efendim “ÖMER, BÖYLE PSİKOLOJİK MAÇLARDA ETKİLİ OLAMIYOR”. Bu söze yorum bile yapmayacağım.

Tanyevic’in diğer bir mazareti: “Kerem Gönlüm’ün yokluğunu çok hissettik. O olsaydı Ersan bu kadar yorulmazdı” Basketbolla alakalı herkes biliyor ki, Tanyevic’in Ersan’ı 3’te Hidayet’i 2’de oynatarak uzun bir 5 hayali vardı. Eesan’ın 3 numarada sudan çıkmış balığı döndüğünü herkes biliyor. Kerem ve Ersan’ı 4 numarada dönüşümlü oynatma planı hiç yoktu. Şimdi sanki böyle bir planı varmış gibi Kerem’in yokluğunu mazeret olarak göstermesi komik kaçıyor. Ayrıca Ersan’ı 4 numarada yedekleyecek bir oyuncuya ihtiyacın varsa neden tercihini hiç oynatmayacağın Barış Hersek üzerine kullandın.

Federasyon başkanı Demirel tüm başarısızlığı hakeme ve basiretsiz FIBA’ya atmış. Hürriyet’teki yazı burada. Hakemler Yunanistan’a büyük destek vermiş. Bu nasıl destekse son 2 dakikaya 6 sayı önde giriyoruz. Bu nasıl destekse maçı normal sürede ve uzatmada son hücum hakkı bizim, yani maçı kaderini belirlemek bizim elimizde. Ben Yunanistan’ın yerinde olsam bir daha böyle destek istemem. Yunanistan maçında İspanya koçu Türkiye yarı finale kalamıyor diye ne kadar sevinmiş, bu da milli takımızın ne kadar güçlü olduğunu gösteriyormuş. Scoriolo’nun Türkiye kaybedince sevinmesinin gösterdiği tek şey Demirel ve Tanjevic’in hemen istifa etmesidir.

Yöneticilik ne kadar kolay bir şeymiş. Sorumluluğu hemen kendi dışına at. Bu oyuncu olabilir, hakem olabilir, FIBA olabilir. Sorumluluk duygusuna sahip olan bir yönetici böyle mi açıklama yapar. Çıkarsın dersin ki “Elimde Avrupa Şampiyonu olabilecek potansiyelde bir kadro vardı, başaramadım. Sorumluluk benimdir.” dersin ve sorumluluğun gereğini yaparsın, yani istifa edersin. Off.. off çok doluyum çok ve daha yazılacak, çizilecek ne kadar şey var. En iyisi burada yazıma ara veriyim. Sonra devam ederim.

17 Eylül 2009 Perşembe

Fazla Düşünmene Gerek Yok Zdovc


Çok fazla yazmayacağım Kaan Kural’ın bugünkü yazısının altına imzamı atarım. Bu yazıya şu eklemeleri yapsam yeterli:

Kendi rahatımızı kendimiz bozduk. Klişe bir laf vardır. Kazanan takım bozulmaz. Buna bir laf daha ekleyelim: Kazanan sistem bozulmaz. Eğer çeyrek finalde Yunanistan’ı istiyorsak neden bu kadar kastık. Yok eğer hedef grup birinciliği ise neden sistemi değiştirdik. Adam adama savunma ile rakibi yıpratan ve yoran maçın sonuna doğru mecal bırakmayan sistemden yorgunluktan bitmiş ama pas yeteneği kuvvetli ve şutör bir takıma ikinci yarı tamamiyle alan savunması uygulamanın sistematiğini çözemedim. Kaan Kural’da çözememiş ki bugünkü yazısının çoğunluğunu bu konuya ayırmış. Alan savunmasının en önemli panzehiri topu yüksek posttaki pas yeteneği olan uzuna indirirek hızlı top dolaştırarak boş şut bulmaktır. Dikkat edin burada kritik nokta topu koşturmaktır. Kendin koşmazsın, fiziksel temasa fazla girmezsin ve doğal olarak fazla yıpranmazsın. Bizim amacımız zaten fazla yıpranmış olan takımı daha da yıpratmak değil mi? Alan savunması ile bunu nasıl yapacaksın? Rakip 13/31 yerine 10/31 atıp maçı kazansaydın doğruyu mu yapmış olacaktık?

Slovenya takımı çok dar rotasyonla oynayan ama birbirini çok iyi tanıyan kimin nerede durabileceğini bilen oyuncular. Bu anlamda çok iyi top çevirerek ikinci yarı boş üçlük pozisyonu buldular. Lakovic, Nachbar, Udrih ve Jagodnik iyi şutörler. Bu zaten beklenmedik bir şey değil. Murat Murathanoğlu ve İhsan Bayülken, Nachbar için çok ekstra attı demelerine çok şaşırdım. Nachbar’ın kariyeri zaten bu. Olayı bu. En basitiyle şut sokar, sayı atar. Efes’te bunun için aldı. Şut sokmasını (hem de boş) neden şaşırdılar anlamadım. Aynı şekilde Udrih ve Jagodnik’inde boş şutları sokması beklendik bir şey. Beklenmedik olan bu gerçeğin bilinmesine rağmen alan savunmasında ısrar edilmesiydi. Bu da akıllara acaba bu maçı yenik kapatıp Yunanistan’la karşılaşma isteğini getiriyor. Eğer böyle bir şey akıllarda varsa Hidayet’ı Ersan’ı neden bu kadar riske attık? Açıkçası Tanyevic’in ne düşündüğünü hiç anlayamadım.

Milli takıma başarılar. Yunanistan maçını bence rahat kazanacaklardır.

16 Eylül 2009 Çarşamba

Sadece Bir Mağlubiyet Mİ?


Umalım sadece bir mağlubiyet olmuştur. Maç öncesi yazımda son periodda rakibin guard rotasyonundaki zaafı lehimize çevirip rahat bir galibiyet alacağımızı iddia etmiştim. Maalesef yanıldım.

Son topa kalan maçları yorumlamak zor. Hele de doğru bir atış pozisyonu da yakaladığımız bir maçtan sonra. Ama son topu sadece maçın başında oynatıp bir daha da oyuna almadığın oyuncuya kullandırmak çok değil. Özellikle eli de soğuk olan bir oyuncuya attırmak yanlış bir seçimdi.

Hepimiz aynı endişeyi maçın ilk yarısında yaşadık zannımca. 5 galibiyet sonrası Milli takım oyuncularına bu işin sırrını sormuşlardı ve onlar da 2001 ruhu geldi demişlerdi. Benim ilk periodda izlediğim takımın ruhu 2003-5-7 ruhlarını yansıtıyordu. Yani ruhsuzdu. Bunun sebebi konusunda ne söylenebilir bilmiyorum. Aklıma tek bir sebep geliyor. Dünkü Faruk’un yazısıyla da ilişkili kısmen. Milli takımın bu turnuvadaki ayırt edici özelliklerinden birisi beklemediğimiz şekilde oyun kurucularımızın (ender ve kerem) rakip oyun kuruculardan daha verimli olmasıydı. Maça çıkan beşte oyun kurucu Engin’di ve galiba takım bir güven bunalımına girdi. Alışık olduğumuz beşe döndükten sonra hızla farkı erittik. Normalde açılan farkı indirmek için çok efor sarf edilir ama bence çok fazla efor sarf etmeden bu farkı erittik. Sarf ettiğimiz efora vurgu yapmak bence yanlış. Hele erken fark sayesinde oyuncualrını dinlendirdiler argümanı daha da komik. (lakovic 38 dakika oynadı). Ama Slovenlerin yeterince efor sarf etmediğini söyleyebiliriz ve bunun nedeni de Tanjevic’İn tercihi oldu. Alan savunması yaparak Slovenlerin hücumda çok fazla yorulmamalarını sağladı. Baskılı savunmaya dönmüş olsak, çok daralmış Sloven rotasyonunun maçın son periodunu çıkartamazdı. Tanjevic çok fazla tercih hatası yaptı.

Yine de son perioda girerken maç ortadaydı. Bu noktada Tanjevic’in 5 dakika süren fantezisi devreye girdi. 4 uzun diyelim. Bu turnuvada 4 uzunla oynadığımız her dönemde 6-7 sayılık farklar yedik. Farkı Ömer onan’ın ve kerem’in guard’lara yaptıkları baskıyla kapatmıştık. Bu baskıyı yapmayınca doğal olarak maçı kaybetmemiz gerekirdi. Ama her şeye rağmen Engin’in şutu girseydi bu maçı kazanmıştık. Hak edecek şeyler de yaptık. Rakibin üçerden hücum etmesini engelledik. Attığı ikilikten fazla üçlük denediler. Çok daha fazla top kaybına zorladık ama ribauntlarda geri kaldık.

Slovenya guard rotasyonun zayıf olduğu bir takım ve ben bunu söylerken beno udrih ve dragic’de takımda vardı. Şimdi dragic ve udrih’siz Slovenya ile oynadık ve Slovenlerin çeyrek finalin ötesine geçmesinin zor olduğunu düşünüyorum.
Bu arada Dodo yanlış beşle sahaya çıktığımızı söyleyerek ismini anmadan Tanjeviv'i eleştirdi. enteresan bir gelişme. Hayıra mı yormalı acaba?

Son söz: Tanjevic garip şeyler denemezse Yunanistan’ı eleriz.

Slovenya Dragic'i de Kaybetti; İçimdeki SesLER


Avrupa şampiyonasından haftalar evvel hazırlık maçında Yunanistan’ı rahat yenen Slovenya’nın şampiyona için çok güçlü bir aday olduğunu yazmıştım. Kadro değerlendirmesi yapmıştım ve Slovenya’nın guard rotasyonun zayıf kaldığını ama uzun ve rotasyonundaki artıların çok önemli olduğunun altını çizmiştim. Şampiyona az bir süre kala Udrih’in sakatlanmasının dar Slovenya rotasyonunu daha da daralttığını Burada yazmıştım ve tüm yükün dragic ve lakovic’in sırtına bindiğini ve zorluk çekeceklerini belirtmiştim. Son maçta Slovenler Dragic’i de kaybettiler. 1 ve 2 numaralarda lakovic, samo udrih ve klobucar rotasyonunu kullanacaklar. Muhtemelen nachbar’ı da iki numarada oynatmak zorunda kalacaklar. bu dar kısa rotasyoun ile bu turnuvada beklentilerimizden tamamen farklı oynayan milllilerimizin bu maçı rahat kazanancaklarını düşünüyorum.

Slovenler için çok zor bir maç. Bizim için birinciliğin anlamı Hırvatistan. İkincilik ise Yunanistan. Hırvatistan’la eşleşmek daha iyi olur bence. Hırvatlardan almamız gereken bir "intikam" var. Hırvatlarla oynamamız için bu maçı kazanmamız gerekli. Yunanistan turnuvaya çok iyi başlamıştı ama son maçlarda üst süte yenilgiler aldılar. Bu yüzden çok da önemli değil. Aslında takımlarda çok iniş çıkış var. Bu anlamda kimle oynadığımızdan çok bizim nasıl mücadele ettiğimiz önemli. Ancak grup birinciliği bizi hem yunanlılardan kurtaracak ve hem de formda ve istekli Fransızlar’la finale kadar karşılaşmamamızı da sağlayacak.

İçimden başka bir ses de Yunanistan’la eşleşmemizin daha iyi olacağını söylüyor. Çünkü Yunanistan büyük oranda spanoulis’İn eline kalmış durumda. Ömer ve Sinan’ın spanoulis’İ bitirmesi ile Yunanistan’ı teslim alabiliriz. Hırvatlarda ise silah sayısı daha fazla. İniş ve çıkışları daha fazla olsa da Hırvatların doğrusu başlarında da iyi bir koç var. Represa’dan her zaman çekinirim. Kazlauskas da iyi bir koç ama Hırvat kadrosu daha üstün gibi geliyor bana.

Son tahlilde bizim nasıl bir mücadele koyacağımız önemli. Çok çelişik düşünceler içindeyim. Yenilmemek stres yaratıyorsa takımda, Slovenya maçı bu turnuvada kaybetmemizin çok da etkili olmayacağı bir maç. Ama yenilmemek de çok güzel bir şey. Hazır medyada ilgilenmeye başlamışken, umalım bu rüyadan uyanmayız.


bu arada bu turnuvada ilk kez rahat bir galibiyet alacağımızı düşünüyorum. bu da beni ayrıca endişelendiriyor. kaybetceğimizi düşündüğüm maçları bazen kıvranmış olsak da kazandık. ilk kez rahat kazanacağımızı düşünüyorum. Bir tek Lakovic'le Slovenya'nın bize karşı direnemeyeceğini düşünüyorum. 4. periodda slovenler iflas edecekler diye iddialıyım. Turnuva boyunca milli takım beni yanılttı ve mutlu etti umuyorum bugün yanıltmaz ve mutlu eder.

15 Eylül 2009 Salı

Oyun Kurucu Faktörü


Avrupa Şampiyonası sonrası turnuvayı seyretmemiş ve sonuçları bilmeyen bir grup insana şunların dendiğini varsayalım. İspanya ve Sırbistan’a karşı sırasıyla 63 ve 64 sayı atıyorsunuz ve bu maçlarda takımınızın yıldız oyuncusu Hidayet 2/21 şut yüzdesi ile oynuyor. Sizce bu maçlar nasıl sonuçlanmıştır? Her halde bu insanlar yüzde yüz oranda bu maçlarda fark yediğimizi söyleyeceklerdir. Ya da turnuva öncesi size birisi bunları söylese karşı tarafın delirdiğini düşünecektiniz.

Biz bu maçları kazandık. Peki nasıl kazandık? Yorumcular tarafından iki maç sonunda ağırlıklı olarak savunma ile açıklandı bu galibiyetler. Kısmen katılıyorum. Böyle düşük skor yememizin rakip takımın hücumda kötü gününde olması mı yoksa bizim savunmanın sertliğine mi bağlı olduğunun ayrıştırılması güç olmaktadır. Arasında ince bir çizgi vardır. Mesela Sırbistan maçında Markovic 4. periyodta ve uzatmadaki boş üçlükleri soksaydı acaba savunmamız maçın sonuna doğru çöktü gibi yorumlarla karşılaşabilirmiydik. Zor sorular bunlar.

Bence bu şampiyonada sert savunmamız kadar oyun kurucularımızın rakip oyun kurucuları domine etmesi ve Ersan faktörünün üzerinde durulması gerekir. Benim görüşüm bu 5 maçı bize getiren ağırlıklı olarak bu iki faktördür. Savunmanın rolünü yadsımıyorum ama en azından maçların kazanılmasında bu iki faktörün üzerinde çok fazla durulmadığıdır benim naçizane meramım. Şimdi gelin turnuvada geride kalan 5 maçta bizim oyun kurucular (Kerem Ender ve Engin) ne yapmış, rakip oyun kurucular ne yapmış hamasete kaçmadan nesnel bir şekilde inceleyelim:

Türkiye oyun kurucuları: 21 sayı, 7 assist, 0 top kaybı, 3 top çalma.
Litvanya oyun kurucuları: 10 sayı, 3 assist, 2 top kaybı, 0 top çalma

Türkiye oyun kurucuları: 20 sayı, 8 assist, 1 top kaybı, 2 top çalma.
Bulgaristan oyun kurucuları: 15 sayı, 4 assist, 2 top kaybı, 0 top çalma

Türkiye oyun kurucuları: 21 sayı, 6 assist, 2 top kaybı, 1 top çalma.
Polonya oyun kurucuları: 11 sayı, 3 assist, 2 top kaybı, 1 top çalma

Türkiye oyun kurucuları: 18 sayı, 3 assist, 1 top kaybı, 1 top çalma.
İspanya oyun kurucuları: 3 sayı, 5 assist, 3 top kaybı, 1 top çalma

Türkiye oyun kurucuları: 16 sayı, 9 assist, 2 top kaybı, 5 top çalma.
Sırbistan oyun kurucuları: 16 sayı, 8 assist, 2 top kaybı, 0 top çalma

Toplam:
Türkiye oyun kurucuları: 96 sayı, 34 assist, 6 top kaybı, 13 top çalma.
Rakip oyun kurucular: 55 sayı, 22 assist, 11 top kaybı, 2 top çalma

Aslında yazıyı burada bitirmem lazım. Rakamlar her şeyi açıklıyor. Sayı ve assist beraber düşünüldüğünde oyun kurucularımız maç başına 33 sayıya doğrudan ve dolaylı olarak etki yaparken rakip oyun kurucular için bu rakam sadece 20. Yani diğer bir deyişle oyun kurucularımızın sayesinde maçlara 13-0 önde başlamışız. Top kaybı ve çalmalar düşünüldüğünde oyun kurucularımız sayesinde rakip takımlara göre 16 kere daha fazla hücum etmişiz. Olayın psikolojik üstünlük kısmından bahsetmiyorum bile. Hidayet’in turnuva boyunca 15/50 şut yüzdesi ile oynamasına rağmen maçları kazanmamızı biraz olsun açıklar sanırım. Savunmamız ne kadar sert ve iyi olsa da oyun kurucularımız bu farkı yaratmasa bu 5 maçı kazanabilirmiydik. Bence asıl milli takımımızı bir kademe yukarı taşıyan ağırlıklı faktör oyun kuruculardır. Tabi oyun kurucularımız teknik ve psikolojik yönden turnuvaya hazırlayan teknik ekibe de “yiğidi öldür hakkını yeme” desturundan hareketle hakkını verelim. Ersan faktörü bir sonraki yazıda…

14 Eylül 2009 Pazartesi

TERS ORANTI: ROTASYON DARALSIN GALİBİYETLER ARTSIN


Tanjevic geldiği günden beri “biz geniş bir rotasyon kullanıyoruz”, “12 oyuncu az geliyor sakatlıklar olabiliyor, daha çok oyuncuyla turnuvaya gidilmesi gerek” gibisinden argümanlarla 3 avrupa şampiyonasından kafamız önde dönmemizi sağladı. Oyuncuların sahada kaldıkları sürelere öyle keskin bir adalet uyguluyordu ki bireysel performanslar tamamen göz ardı ediliyordu. Her oyuncuya şans veriyor ve giren çıkan oyuncuları hiçbirimiz takip edemiyorduk. Kimin hangi pozisyonda olduğunu anlamdan değişiklikler yapılıyordu. Amaç oyuncuları dinç tutmaktı. Bu arada giren çıkanı aratmayacak ve makine düzeninde bir takım izleyecektik. Ama bir türlü olmuyordu bu. Çünkü oyuncuların ısınabilmeleri için süreye ihtiyaçları var. Şut atarak ısınmak değil kastettiğimiz. Oyuna, rakibe ısınmak…

Bu şampiyonada ise tam tersi bir görüntü çiziyor. Tam tersi demeyelim. Az sayıda oyuncu oynatıyor ama performansa çok da bakmıyor. Kötü oynayan oyunda kalırken iyi oynayanlar kenarda olabiliyor. Mesela son Sırbistan maçı. 45 dakika oynandı ve temelde 7 oyuncuyla oynadık. Oğuz ve Sinan 10’ar dakika süre aldı. Hedo neredeyse 40 dakika oynadı. Çok kötü olmasına rağmen Hedo’ya katlandık. Ciddi bir sıkıntı var ama ne olduğunu anlamak zor. Sokamaması falan önemli değil ama yanlış şut seçimleri yapıyor. Ersan da Hedo kadar süre aldı. Ömer’ler, kerem ve ender 25-30 dakika civarı süre aldılar. Rotasyon daraldıkça galibiyetler artıyor.

Doğrusu koçu eleştirmek çok kolay ama Tanjevic de biraz fazla malzeme veriyor. İspanya maçında da hissetmiştim ama bu maçta tavan yaptı. Hedo’nun şu görüntüsüne bakınca Bekir oynamalı diyorum. Hem skor yapıyor hem de savunma yapıyor. Hedo ise biraz dinlenebilir. Tanjevic sanki bilinçli olarak takımı frenliyor. Daha üst turlara saklıyor takımı mı diye düşünüyorum. Çünkü bir iki küçük hamle ile son periodda Sırplara hamleyi yapabilirdik gibi hissetmiştim.

Ivkovic ve Tanjevic’in mola seçimlerine “hayran” kaldım. Sırplar 24 saniye süresinini dolmasına 4 saniye kala yandan oynayacaklar ve Tanjevic mola alıyor. Herhalde Ivkovic abisine oyun çizmesi için aldı molayı diye düşündüm. 3’lüğü sokalım dedi Ivkovic ve oldu. Sonra iadei mola Ivkovic’den geldi. Hem de bir tane değil, iki tane aldı. Tanjevic kardeşinin bir molada işi bitiremeyeceğini düşünmüş olabilir. Gerçi iki mola bile yetmedi. Doğrusu yetti de süre yetmedi. Önce kerem kaçırdı kolay atışı, hedo tamamladı ama süre bitmişti.

Grup birinciliği çok da önemli değil. Ya Hırvatistan ya da Rusya ile oynayacağız. Hırvatistan ciddi hayal kırıklığı yaratıyor. Rusya ise daha kötü bir kadro ama daha iyi bir takım görüntüsü çiziyor. Hırvatistan’la eşleşmek güzel olabilir. Oyuncularımız daha hırslı oynayabilirler Hırvatlara karşı ama çok da önemli değil. Şu mücadele sahada olsun yeter.

12 Eylül 2009 Cumartesi

EZBERLERE DÖNÜŞ


Hiç kuşkusuz çok büyük bir galibiyet. İspanya son yıllarda Avrupa’nın en önemli takımı. Ayrıca Calderon haricinde tam takım geldiler. Hazırlık maçında Litvanya’dan 20’li fark yemeleri ne de olsa hazırlık maçı diyerek geçiştirildi ancak bu turnuvada pek de beklentileri karşılamadığı rahatlıkla söylenebilir. Turnuva başlamadan önce İspanya analizi yapmıştım. Garbojasa yerine Vazquez’in daha iyi bir seçim olacağını belirtmiştim. Turnuvada pota altındaki sıkıntılarına ilaç olabilirdi. Bu seçimin yapılmamasına rağmen doğrusu turnuvaya gelen takımların durumuna baktığımda İspanya’nın belki de na-mağlup şampiyon olabileceğini düşünmüştüm. Bu turnuvada bahis yapmamam bu bağlamda iyi oldu. Yunanistan çöküş yaşayacak diye bekliyordum tersine hem savunmayı eskisi gibi yapabiliyorlar hem de Kazlauskas’la birlikte çok akıcı bir hücuma da sahip olmuşlar. Kağıt üstü ile gerçekler çok farklı olabiliyor. Bizim takımın bir ya da en fazla iki galibiyetle eve döneceğini bekliyordum. Dört maçını da kazandı. Umarım sonunu da getirebiliriz. Türk gibi başla Alman gibi bitir derler.

Önceki yazımda ezber bozan Türkiye mi sorusunu ele almıştım. Rakipten daha iyi ribaunt alan, daha iyi faul atan, daha yüzdeli hücum eden bir Türkiye izlemiştik. Maalesef faul kabusumuz geri döndü. Keza ribauntlarda da geri kaldık. Ender kendi standartlarını değil neredeyse NBA standartlarını yakalamıştı. Maalesef o da kendini buldu. Bunlar maalesefler.

Hedo’nun rahatsızlığı, Ömer’in sağlıksızlığına rağmen galibiyet almak kolay bir iş değil. Daralan rotasyonun oyuncularımızın performansına olumlu katkı yaptığını görüyoruz. Oyuncuların süresi arttıkça performansları da artıyor. Tanjevic umarım dar rotasyonuın nimetlerini göz ardı etmez ilerleyen maçlarda.

Tanjevic yerinde molalar alıyor. Takımın ne yapacağını seyretmek yerine müdahale etmeyi tercih ediyor. Maçı kaybetmek adına Semih’i kazanmak istedi. Zaman zaman yine fantezilerini denedi ve 6-7 sayı farklarla geriye düştük. Neyse ki çok ısrarcı olmadı Tanjevic. Doğru beşe döndü. Yoksa...?

Dünya şampiyonasındaki hava yakalandı ve oyuncuların da kendine ciddi güveni geldi. Artık madalya kelimesini sadece Hedo değil diğer oyuncular da telaffuz etmeye başladılar. Bunlar da galibiyetin getirdiği güzellikler.

Rakibin alan savunması yapması durumunda çok sıkıntı çekeceğimizi bekliyordum ve alan savunmasına gerçekten çok zorlandık. Özellikle madalya peşindeki takımlar için Türkiye istim üstünde bir rakip konumunda. Bu nedenle de artık bizi daha da ciddi takip edecekler. Bu bağlamda şu dar zamanda bir şekilde alan savunmasına daha efektif bir hücum düzenine çalışmak lazım. Diğer konu ise özellikle maç genelinde (engin’i çok beğenmekle birlikte) ribaunt sıkıntısı ve hücumdaki sıkıntılı dönemlerde bekir’in kullanılmamasını yadırgadığımı belirtmek isterim. Eğer sakatlık ya da hastalık gibi bir sıkıntısı yoksa Bekir bu takımda şu an için hedo’yu yedekleyebilecek tek oyuncu görünümünde. Ersan’ı 3 numaraya ne zaman kaydırdıysak hep geriye düştük. Bekir takımın önemli bir parçası ve değerlendirmek lazım. Oynadığı dakikalarda ribauntlara da ciddi katkı sağlıyor.

Son hücumda bence Tanjevic intihar etti. 12 saniye ve yandan başlayacaklardı. Yani neredeyse normal bir hücum süresi vardı rakibin. Penetre sonrası pas çıkartmış olsalar boş bir üçlük şansı yakalayabilirlerdi. Rakibin kötü dış atışına güvendik ama bence riske gerek yoktu. Oyunun en heyecanlı anında oyuna soğuk bir oyuncuyu almak büyük riskti.

Kaldı Sırbistan ve Slovenya. Üst turu zaten cebe koyduk. Onlardan alacağımız bir galibiyet bizi grup ikincisi yapar. Belki de duruma göre bir galibiyetle birinci bile olabiliriz. Çaprazdan Rusları gözümüze kestirebiliriz.

11 Eylül 2009 Cuma

EZBER BOZAN TÜRKİYE Mİ: RUH VS. DUYGU


Basketbol milli takımımızın her hangi bir rakip karşısında ne yapacağı ya da yapabileceği konusu sadece bizler için değil, takımı çalıştıranlar ve takımın oyuncuları için bile bir muamma. Bu muammayı her turnuvada yaşıyoruz. Örneğin Ugandaya yenilebiliriz ama Dream Team’i yenebiliriz. Her iki sonuca da şaşırmamamız gerekir. Milli takımın bu anlamdaki istikrarsızlığının altında yatan etkeni bu yazıda bulmaya çalışacağız.


bunun pek çok nedeni olabilir. Rakiplerden kaynaklı açıklamalar ya da hakem, eksikler gibi dışsal faktörlere vurgu yapılabilir. Ancak biz bahaneleri değil içsel faktörleri ve dinamikleri bulmak arzusundayız. Bunu yapabilmek içinde belki de biraz dışarıdan bakmaya gereksinimimiz var. İçerdeki sıkıntılara o kadar gömüldük ki adeta kafasını kuma gömmüş deve kuşları gibiyiz. Ben kendi adıma, dışardan bakmayı becereniyorum. bu nedenle de dışarıdan bakan bir göze gereksinim duydum. ASlında hepimizin bildiği bir isim bu konuda yardımımıza koştu. Frank Rijkaard.

Tam saha dergisinde kendisiyle yapılan söyleşide Türk futboluna ilişkin şunları söylemiş :

''Karşı takıma göre taktikler belirleniyor. Kalite, güç aslında üç aşağı beş yukarı aynı. Ama Türkiye'yi farklı kılan şey biraz da şu; işler kötü gittiğinde bir anda oyun mantalitesi kaybolabiliyor. Yürekten oynayan oyuncu sayınız çok. Ama bu bazen aklı devre dışı bırakıyor. Herkes kendi başına maçı çevirmeye kalkıyor. O zaman da bütünlük kayboluyor.”

Basketbol içinde benzer bir argüman öne sürebiliriz aslında. Buradaki kilit kelime “yürekten oynayan” oyuncu. Terminolojiye ilişkin bir ayrım koymamız gerekiyor. “Yürekten oynayan” yerine basketbol takımımız için “duygusuyla oynayan” kelimesini seçebiliriz. Özellikle Kaan Kural'ın bu konudaki argümanları bizim için yol gösterici olabiliyor. Ruhuyla oynamak farklı bir şey, duygusuyla oynamak farklı bir şey. Ruhuyla oynarken hem takım hem de oyuncular sahada sadece ruhları ile yer almazlar, kendi benliklerini de sahaya koyarlar. Başarı için akılla oynamak yanı sıra ruhla oynamak da gerekli. Ama işin içine duygular girince; olay, arap saçına dönüyor. Duygu ile oynamaya başlayınca akıl devre dışı kalıyor ya da moda tabirle "akıl tutulması" yaşanıyor. Hem saha içinde hem saha kenarında…

Duygumuzla oynadığımızı Ömer ve Hedo’nun birlikte ntvspor’daki konuşmalarında daha çok belirginleşmişti. İngiltere ile oynanan hazırlık maçına ilişkin ömer: “maçta öyle bir dayak yedik ki o refleksle oynadık” mealinden bir şeyler demişti. Duygumuzla ya da benzer anlamda refleksimizle oynuyoruz. Ankara’daki başarısızlık sonrası bir refleks gösterdi milliler. Aslında bu üç takımı mevcut şartlarda, havada ve karada yenmeliydik. Öyle de oldu. Hatta fazla bile rahat oldu.

Bu seferki refleks aşırı geldi. 70 sayıyı zor atarız diyen takım 88 sayı ortalaması tutturdu. Bir ezber bozdu. Ribauntlarda hep sıkıntı yaşayan takımımız, oynadığı maçlarda ribaunt açısından her maçta rakibinden üstündü. Bir ezber daha bozdu. Serbest atışlarda kötü olan takımımız %80 gibi kendi standartları açısından oldukça iyi bir serbest atış yüzdesi ile oynadı. Bir ezber daha bozdu. %61 ikilik ve %43 üçlük yüzdeleri bir daha kolaylıkla tutturamayacağımız ortalamalar. Yunanistan’dan sonra turnuvanın en çok sayı atan takımıyız. En yüzdeli hücum eden 3. Takımız. En komiği ise faul yüzdesi en iyi olan takımız. En az top kaybeden 4. Takımız.

Peki bunlar ezber bozar mı? Faul yüzdesi haricindekiler pek bir şey bozmaz. En azından turnuvayı bu istatistiklerle bitirebilirsek belki bir takım ezberleri bozar ama genel yapımızı bozmaz. Duygunun önüne ruhu, yüreğimizin önüne aklımızı koymamız gerekiyor. Oyuncuları mental olarak hazırlamak gerekiyor. Yoksa aklımıza değil reflekslerimizle hareket ederiz. İnsanoğlunu hayvanlardan ayıran temel farklardan birisi aklını kullanması. Refleksler ile anlık başarılar gelir. Akıl ile ise sürekli başarılar gelir. Bunu akıldan çıkartmamak gerekir.


Rafleksler bugüne kadar bize bir avrupa ikinciliği getirdi. Ya sonrası?








9 Eylül 2009 Çarşamba

Önemli Bir Galibiyet: Ya Sonrası?


Polonya evsahibi olması ve seyirci avantajı ile etki olabilen ama dar rotasyonu nedeniyle aynı istikrarı maç boyu sürdüremeyen bir takım. Bize karşı ise 3. periodun başı haricinde varlık göstermediler. Bunun temel nedeni, Polonya takımının oyun kurucusu ve skoreri Logan’a hastalıktan sağlam dönen Ömer’in kurduğu baskı oldu. Ömer Logan’ı zorlama atışlara yönlendirdi ve onun oyun kurmasını engelledi. Polonya oyun kurmakta ciddi güçlük çekti. Pota altında Gortat ve Lampe’yi belki çok iyi savunamadık ama diğer oyuncuların sayılarına engel olarak zor maçı kolaya çevirdik.

Ender’in inanılmaz yükselişi devam ediyor. Yıllardır çeşitli ortamlarda eleştirdiğimiz Ender ilk kez bizleri bu derece utandırdı. Umarım Ender’in bu performansı kalıcı bir durumdur. Anlık bir form değildir. He-do gerektiği yerde gerektiği gibi davranıyor. Zaten Hedo maçta ne kadar gözümüze batarsa, oyun ne kadar hedo’nun üstüne yığılırsa biz o kadar kötü oynuyoruz demek olacak. Bu maçta galibiyet kadar sevindiğimiz diğer bir nokta ise en sonunda Semih’in de arkadaşlarının mücadelesine katılmış olması. İki maçtır uyuyan ve canımızı sıkan Semih sonunda takıma katkı vermeye karar vermiş. Kıpırdaması çok iyi oldu. Kıpırdadı diyorum çünkü %40 ikilik ile hücum etti. Aslına bakılırsa diğer pota altı oyuncularımızın %90 ortalaması tutturduğu bir ortamda Semih’in %40’lık performansından bile mutlu olmamız traji komik. Semih’in önceki maçlardaki performansının ne kadar can sıkıcı olduğunu gösterir nitelikte.

Bu maçta aslında çok da doğru hücum ettiğimizi söyleyemeyiz. Gortat ve Lampe hücumda etkili oyuncular olmakla birlikte savunmada o derece etkili değiller. Özellikle pick and roll savunmasında ciddi açık veriyorlar. Ömer 20 sayının üzerine çıktı %90’lar civarı bir yüzde tutturdu. Ersan pota altında %85 oğuz %100 ile oynadı. Kısacası pota altından çok rahat sayı üretebildik. Hem de çok yüksek bir yüzde ile pota altından kolaylıkla sayı üretebildik. Bu bağlamda birazcık daha az üç sayılık deneyebilirdik. Hedo dışarıdan denemek yerine pick and roll oynayarak uzunları besleyebilir ya da doğrudan penetre edebilirdi.

Polonya galibiyeti ile sonraki turu da cebimize koyduk. Yeni grubumuzda iki galibiyetli tek takımız. Grup birinciliği kolay olmayacaktır. Çünkü bizi yenen takım üstümüzde kalacaktır. Çapraz gruptan gelen Sırbistan, İspanya ve Slovenya litvanya ve polonya’yı rahatlıkla yenebilir. Dolayısıyla hedef maçları bizle oynayacakları maçlar olacak. Bu durumda da bizi yenecek takım üstümüze çıkacaktır.

Çapraz gruba baktığımızda Yunanistan-fransa-rusya ve Hırvatistan olası rakipler. Doğrusu hangisinin geleceği de çok önemli değil. Rusya ya da Almanya grup sonuncusu olabilir. Belki bu anlamda grup birinciliği önemli olur. Ancak daha öncede dediğim gibi asıl olan bizim hangi ruhla mücadele ettiğimiz. Şu ana kadar sert bir takımla oynamadık. Bakalım yeni grupta ciddi takımlarla oynayacağız. Ancak tüm takımların önemli eksikleri var. Doğru bir kadro ile Turnuvada yer alsaydık belki de şampiyonluğun en güçlü adayı biz olacaktık. Bakalım oyuncularımızın bu performansı devam edebilecek mi?

Daniel Santiago


Güney Amerika’nın en uzun oyuncularından birisini Efes Pilsen aldı. Geçen sene Barca’da forma giyiyordu. Çok etkili bir oyuncu. Çok da kuvvetli. Yaşlanmış olsa da tecrübesi ile takıma önemli katkı sağlayacaktır. Özellikle Kerem’in yokluğunda gerçekten pota altında oynayabilecek 2 oyuncusu vardı Efes’in. Schumpert ve Nachbar 3 numara. 3.5 bile değil. Kasun haricinde pivot yok. En azından şimdi pota altında oynayacak Kasun’u dinlendirecek bir oyuncu gelmiş oldu. Kerem’de takıma döndüğünde oldukça iyi bir pota altı rotasyonu açığa çıkacak. 4 numarada Kaya oynayacak ve Schumpert ve Nachbar’da onu yedekleyecek gibi gözüküyor. Aslında Efes tam anlamıyla p.f olmadan oynayacak. Ama en azından pota altındaki fizik dezavantajını kapatmış oldular.

Santiago Türkiye liginde oynamayacak. sadece El maçları için alınmış. play-off’lara kadar Kerem herhalde döner takıma. Ancak efes’de ciddi kısa rotasyonu var. Bu bağlamda ben olsam Charles Smith yerine Santiago’yu ligde oynatırım, özellikle de play-off’larda. Nachbar zaten 3’te oynuyor. Bölgesine dönmüş olur. Hazır Smith demişken ben onun yerine de bir oyun kurucunun şart olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar Ender’in milli takımdaki performansı parmak ısırtıyor olsa da ben uzun vadede bu performansının devam edeceğini sanmıyorum. Bu nedenle de Smith yerine oyun kurucunun gerekli olduğuna inanıyorum. efes büyük transferler yaptı ama hala ciddi eksikleri var. Bakalım nasıl bir kimya çıkacak ortaya. umarım özlenen F4'e bu sene ulaşaırlar.


Turnuvada Bulgaristan’ı yeneceğimizi hepimiz bekliyorduk ama bu kadar rahat bir galibiyet beklemiyorduk. Litvanya galibiyeti oyunculara büyük bir güven getirmiş. Özellikle Ender ve Sinan bir başka oynuyorlar. Ender’i tanımasam, bilmesem hiç seyretmemiş olsam Avrupa’nın her takımında ilk beş oynayacak bir oyuncu diyeceğim. Normal bir performans sergilemiyor. Kaldı ki üst üste iki kere iyi oynadığını da ben pek hatırlamam. En zayıf olduğumuz bölgelerden biri olan oyun kurucu da Ender’in bu performansı ile en iyi performansı sergiliyoruz. Ender maç sonrası “yanında kerem gibi bir oyuncu olunca boş atış yakalamk çok kolay oluyor” diyerek belki de ataman’a da gönderme yaptı.

Sinan zaten savunmada yaptığı baskı ile rakibin oyun kurması önünde büyük bir engel. Elinde Sinan gibi bir oyuncu varsa ve de Ömer hasta iken ilk beş başlaması gerekiyor. Ama Tanjevic ilk beşte onu tercih etmiyor. Galiba rakip skorer birazcık yorulduktan sonra üstüne diri bir Sinan vererek, rakibi üzerinde psikolojik avantaj yakalamasını sağlıyor.

Aslında bu oyunculardan sonra ismini anmamız gereken iki oyuncu daha var. Bekir ve Oğuz. Bekir girdiği anlarda hem iki numarada hem de üç numarada sert savunma ve efektif ribauntları ile ciddi katkı veriyor. Oğuz ise turnuvada toplamda %59 ikilik yüzdesi ile hem hücumda ciddi katkı veriyor ve Litvanya maçında Avrupa’nın önemli uzunlarından biri olan Petravicius’u da bire bir tutarak takıma büyük katkısı oldu. Ersan ve hedo ise gerekeni, kendilerinden bekleneni yapıyorlar. Kerem’in özellikle savunmada daha canlı olması gerekiyor. Özellikle Litvanya maçında savunmada çok aksadı. Muhtemelen ayak parmağındaki sakatlığın etkisi onu birazcık savunmada ağırlaştırmış olabilir.

Gelelim hayal kırıklığı Semih’e. Semih ilk piyasaya çıktığında uzun kollarının etkisi ile savunmada çok etkili ve hücumda ise pota altında çembere yakın pozisyon alarak kendisine indirilen sayıları smaç vurarak etkili olan ve ileride kendisini geliştirebilecek bir oyuncu görünümündeydi. Özellikle Kambala’nın doping’i sonrasında takıma ciddi şekilde monte oldu ve Kambala’nın hantallığı ve savunma yoksunluğundan sonra uzun kolları ile fener pota altına ilaç gibi geldi. Daha sonra ise yavaş yavaş şutların geliştirmeye başladığını görmüştüm. Şimdilerde ise ciddi bir düşüşte. Bir sıkıntısı olduğu belli. Ama neden rahatsız olduğunu anlamış değilim. Tamam, formsuz olabilir ama takım arkadaşlarının bu gayretli oyunu durumunda bu kadar pasif, ucuz fauller ile dışarı çıkması doğrusu çok düşündürücü. 4dakika oynadı ve 5 faul aldı. Öyle ki 2010 şampiyonasında ben Semih’i milli takımda izlemek istemiyorum.

Bizim için bu maç tam anlamıyla antreman ve moral maçı oldu. Tanjevic böyle bir farkdan sonra istediği fanteziyi deneyebilir. Ama daha yakın skorlu maçlarda ve daha ciddi rakiplere karşı Tanjevic’in fantezilerini değil, basketbolun doğrularını görmemiz gerekiyor. Bu maçı çok iyi değerlendirdi Tanjevic. Ersan ve He-do’yu dinlendirdi. Her ikisi de 15’er dakika oynadı. Diğer oyuncuların da fazla yorulması ve uzunların da (semih 5 faul alınca) faul problemi almaması için alan savunması uyguladı. Aslında alan savunmasında da oldukça etkiliydik. Böyle farklı skorlar olunca oyun disiplini kaybetmemek kolay değil. Tanjevic takımın oyun disiplininden kopmaması için oldukça çaba sarf etti.


İlk sekize kalıp kalmama konusunda çok önemli bir maça çıkacağız bu gece. Yenersek ilk sekiz neredeyse garanti olacak. 2 galibiyeti yukarı gruba taşımış olacağımızdan, üst gruptaki güçlü rakiplerle oynayacağımız 3 maçı kaybetsek dahi dördüncü sıradan ilk sekize çıkabiliriz. Çaprazdan ise Yunanistan, Fransa, Hırvatistan ve Rusya’dan grup birincisi olanla eşleşiriz. Açıkçası hangisiyle oynayacağımız değil bizim nasıl bir oyun karakteri sergileyeceğimiz önemli.yani amaç, üst tura iki galibiyetle çıkmak olmalı. Üst turda sıralamanın bence hiçbir anlamı yok. Rakipler aşağı yukarı denk. Rusya’yı trercih ederim ama Rusya’da muhtemelen 4. olacağından bizim onunla eşleşebilmemiz için üst turda en az iki galibiyet almamız lazım.slovenya, ispanya ve sırbistan’dan en az ikisini yenmemiz gerekecek. Bakalım. En aızndan şimdilik takımımızı gururla izliyoruz. Umarım daha dişli takımlara karşı bu mücadeleye devam ederiz.

8 Eylül 2009 Salı

TANJEVİC’E RAĞMEN


Gruptaki en ciddi rakibimizi yenmeyi başardık. Tanjevic’li milli takım Avrupa şampiyonalarında ilk kez ismi olan bir ülkeyi yenmeyi başardı. Rakibin zaaflarına yönelik uygulanması gereken bazı basit doğrular var. Litvanya’ya ilişkin yazımda ne yapılması gerektiğine ilişkin kendi doğrularımı yazmıştım. Bunları 3 başlıkta toplayabiliriz. 1- Sahaya çıkacak ilk beş: kerem-ömer-hido-ersan-ömer. Ersan mutlaka 4 numarada oynamalı. Ömer Onan hastalandığından dolayı engin’le iki numarada başladık. Bence yanlış yaptık. Ömer’in yokluğunda Sinan’la başlamamız gerekirdi. Bu maç için Sinan’la başlamamak özellikle hataydı. Bunun nedenini 2. başlıkta bulucağız 2- rakibin önemli kısa oyuncuları eksik olduğundan baskılı savunma ile onları rahatlıkla durdurabilirdik. Maçın başında da doğrusu hem ersan’ı 4 numarada hem de tam saha da baskı yaptığımız görünce bu maç Tanjevic’in önemli inatlarından vazgeçtiğini düşündüm. Tabi yanıldığımı Tanjevic son periodda bana gösterdi. 3- Rakibin pota altı kuvvetini görünce dönem dönem uygulanacak alan savunması ile hem uzun oyuncularımızın faul sıkıntısına girmesine engel olabilirdik ve hem de rakip kısaların penetre etmesine de mani olarak daha iyi bir ivme kazanabilirdik. Alan savunmasını bir kere uyguladık onda da toplam bir dakika uygulayıp vazgeçtik. Yazının başlığına dönersek Tanjevic yukarıda uygulanmasını beklediğim 3 konuyu da yeterince uygulayamadı. Öncelikle Sinan’la başlasa ve rakip oyu kurucuya baskı uygulasa savunmada daha rahat olabilirdik. Ömer’i faul sorunundan koruyabilirdik. Rakibin bizden fazla asist yapmasına engel olabilirdik. 16 asist yaptılar maç boyu. Yeterince baskı kuramadığımızı gösteriyor. Biz 13 top kaybı yaptık onlar 15 top kaybı. Bu istatistik bile onlara fazla baskı kuramadığımızı gösteriyor. Biz bu maçı tutarak değil atarak kazandık. En önemli kısa oyuncularından yoksun Litvanya’yı bile istediğimiz düzeyde tutamadık. 80’nin üzerinde attık ve 75’!in üzerinde yendik. Faul yüzdemiz neredeyse %90 üçlüklerde %50’nin üzerindeydik. Bunlar bizim hücum standardımız değil. Dolayısıyla bizi galibiyete götürecek doğru basketbolda rakibi 70’lerin altında tutmamız gerekir. Hele de en önemli hücum silahlarından yoksun Litvanya’yı 70’in altında tutmalıydık. Pota altından 70 civarında bir yüzde ile hücum ettiler. Buna da tam bir çare bulamadık. Oğuz’un Petravicius’u bire bir de durdurabilmesi maçı bize çevirdi. Ya Oğuz iyi bir gününde olmasa ve onu durduramasaydı. Ya da Ender 16 sayılık bir performans ortaya koyamasaydı. Savunmadaki doğrularımız ile değil hücumdaki skorumuz sayesinde maçı kazandık. Ender yine anormal bir şeyler yaptı. Savunma yaptı. Kendini atmadı. Penetre etti. Takımı oynattı. Arada böyle oynayabiliyor. Engin sakatlandı, kerem zaten tam performans değil. Tüm yük onun sırtına bindi ve bu işi başardı. Tebrik ederim. Ama hala başı kesik tavuk gibi bir oraya bir buraya dalmasını anlayamıyorum. o yarattığı kaostan faul ya da sayı üretebilmesi çok enteresan. Tebrik ederim. Oğuz ise ondan beklentilerimi ilk kez karşıladı. Özellikle sırtı dönük alıp petravicius gibi kuvvetli bir oyuncuyu iterek potaya yaklaşması bence muhteşemdi. Bunu hep yapmalı. Sonunda savunmada da fiziğini kullanabildi. Diğer oyuncular ise yapmalarını gerekeni yaptılar. Barış Hersek henüz bu düzeylerde basketbol oynayacakmış gibi gözükmüyor. Özellikle son periodda maçı koparıp gidebilirdik. 15-20 sayılık bir farka bile ulaşabilirdik. Her bir sayının bile önemi var çünkü sonraki tura hem alınan sayılar taşınıyor hem de 3’lü averaj gibi olasılıklar hesaba katılmalı. Tanjevic dayanamadı ve fantezisini denedi. 4 uzu. Bu yüzden bir türlü maçı garantiye alamadık. Neyse ki sonuna kadar ısrar etmedi de en azından maçı kazanabildik.

bu arada Litvanya seyircisine de yazık oldu. o kadar davullarına rağmen çok gürültücü olamadılar ama yine de çok renkli bir seyirci topluluğu oluşturmuşlar. Otobüslere dolup gelmişler. o kadar eksiği olan takımlarını desteklemek için memleketlerinden kalkıp gitmeleri Litvanya'da basketbolun önemini bir kez daha gösteriyor. Umarım bizim topraklarda da bir gün basketbol konusunda bir "açılım" yaşarız. Tebrikler Litvanya.

Bence son yılların en zayıf turnuvasındayız. Aslında hedefi şampiyonluk olarak koymuş olsak ve ona göre bir kadro ile gelebilseydik şampiyonluğun en güçlü adaylarından birisi olabilirdik. İspanyolların elini kolunu sallayarak kazanacağı bir turnuva olacağını bekliyordum. Anlaşılan onlar da öyle olacağına inanmışlar ki Sırbistan’ı yenemediler. Daha doğrusu pek bir şey yapmadan yenmeye çalıştılar seyredebildiğim anlarda. Makedonya ise benim için büyük hayal kırıklığı oldu. d-wash’ı tercih etseler belki de daha iyi olurmuş. Onun organizasyonunda takım fena değildi. Özellikle Yunanistan ve Makedonya arasındaki politik gerilimden dolayı Makedonların beyinlerini (dimamntidis ve paploukas) getirmeyen yunanlıları yenebileceğini umuyordum. Olmadı. Daha doğrusu önemli bir faktörü atlamışım. Kazlauskas. Kazlauskas yunan takımına pick and roll’u çok iyi oynatıyor.

Bugün Polonya’ya kaybeden Bulgarlar’la oynayacağız. Aslında iyi kısa şutörleri var. Ama bizim ayarımızda bir takım değil. Ancak yine de dikkat etmek gerekir. Bu Bulgarlar’ın son şansı olmasa da grupta gözlerine kestirdikleri yenebilecekleri takım olan Polanya mağlubiyetinden sonra daha dirençli olmaları mümkün. Bakalım nasıl bir milli takım izleyeceğiz.

Son söz sevgili MM’a. Ben TV’nin sesini kapayarak maçları izlemek istemiyorum. Ne olur MM hakemler ya da başka dışsal faktörlere vurgu yapıp durma. Mazutis bomboş bir üçlük atıyor ve bu çok ekstra oldu diyorsun. Sinan el üstü atıyor o ekstra olmuyor mu? Hala yokluktan dolayı açık ara Türkiye’nin en iyi basketbol spikeri olabilirsin ama hakem dışında söyleyecek bir sözün kalmamış anlaşılan. Yorumcuyu da hakem konuşması için yönlendiriyorsun. Yerine genç ve dobra bir arkadaş yetiştirsen bence çok iyi olacak.

7 Eylül 2009 Pazartesi

İtalya Kampı

Büyük takımlarımız, şampiyonluğun en ciddi adayı olan takımlarımız her sene olduğu gibi bu sene de İtalya’nın Bormio şehrini kamp için seçtiler. Gitmedik, görmedik ama Avrupa’nın dört bir yanından gelen takımların uğrak yeri olduğuna göre bir kerameti vardır herhalde…



Telekom, Fener ve Efes kamp için bu şehri seçti. İtalya’ya ya da onun güzide şehri Bormio’ya bir itirazım yok ama kadrolarının önemli bir kısmından yoksun bir şekilde gidip kamp yapmalarını anlamak da kolay olmuyor. Milli takımlardaki oyunculara, sakat ve hasta oyuncular da eklenince kadroda sahaya sürecek bir beş bulmak bile zor olmalı.






Örneğin Fenerbahçe solomon, greer, gricek, rasim ve mirsat beşiyle mi oynayacak? Her pozisyonun yedeği de mrsic mi olacak? Bir de mutaf var yedek olarak. Ya da efes pilsen; oyun kurucusuz, ve uzunsuz gidiyor. Efes’e beş yazmak daha da zor geldi. Rakocevic, Smith, Thornton, Schumpert, kaya. Yedek dusan. Keza TT. Oyun kurucuları hasta. Genç telekomdan bir çocuğu kadroya kattılar. İki tane oyun kurucu oynayabilecek Amerikalı almışlardı. Onlar da mı yok acaba?

6-7-8 oyuncuyla İtalya’ya gidip kamp yapmanın çok anlamı yok gibi geliyor bana. Bu kampta çeşitli ahzırlık maçları yapacaklar. Maça çıkacak efes’e bakıyorum, fener’e bakıyorum. Fener’in antrenörü bile yok. Efes neyin hazırlığını yapacak. Oyun kurucu yok, pota altı yok. Ne işleri var bu takımlarımızın İtalya’da.




Basketbola ayrılan bütçeler zaten fazla değil. Çok da faydası olmayacak bir kamp için yapılan bu masrafların akılcı olmadığı kanaatindeyim. Neden diye soruyorum ama bir cevap bulamıyorum.

6 Eylül 2009 Pazar



Kadroda olmayanlar: Jasikevicius, Siskauskas, Macijauskas, Kaukenas ve Songaila

p.g. kalnietis, delinkiatis, mazutis
s.g. lukaiskis
s.f. macilius, jasaitis, jomantas
p.f. lavrinovic brothers, kleiza,
c. javtokas, petravicius

Bu sene son yılların en zayıf Avrupa şampiyonlarından birisini izleyeceğiz. Çünkü takımların çok önemli eksikleri var. En ciddi aday İspanya ve hazırlık maçında Litvanya’ya kaybediyor. Hakemlerin de katkısı olduğu söyleniyor ama 20 sayıyı hakemle açıklamak pek mantıklı olmasa gerek. Turnuvanın en güçlü adayı İspanya’yı yenen Litvanya ile ilk maçı oynayacağız. Böyle söyleyince biraz korkutucu oldu. Biz İspanya’yı deviren Lituanya ile karşılaşacağız doğru ama o Lituanya’nın çok ciddi eksikleri var. Jasikevicius, siskauskas, maciauskas, kaukenas ve songolia takımda yoklar. Kısaca Avrupa’da kendi pozisyonlarında oynayan en iyi 3 oyuncunun arasında sayılacak isimlerden yoksunlar. Jasi Avrupa’nın belki de en iyi oyun kurucusu, kaukenas Avrupa’da en iyi iki numaralardan birisi ve siskauskas Avrupa’nın en iyi kısa forveti. Bir de majiauskas var. Oynasa, saydığımız isimlerden bile daha iyi. Songolia önemli bir oyuncu olsa da onun boşluğunu doldurmak kolay. Kadroda onun yerine oynayabilecek en azından iyi alternatifler var. İşte biz bu oyunculardan mahrum Litvanya ile oynayacağız.
Lituanya kısmen Slovenya’yı andırıyor. Çok iyi uzunları var ama oyun kurucu ve guard rotasyonu hem zayıf hem de dar. Aslına bakılırsa her ne kadar 4-5 en iyi oyuncusundan mahrum olsa da yine de tehlikeli bir takım Lituanya. Lavrinovicler, kleiza, pertravicius, javtokas pota altında bizi çok zorlayabilecek oyuncular. Ama doğrusu bu oyuncuların hiçbirisi forvet oyunu ile bizi zorlayabilecek oyuncular değil. En azından bu maç için KG’nin yokluğu büyük sorun teşkil etmemeli. Topla hareketli hücumu çok başarılı bir şekilde yapacak uzunu yok. Şutör uzunları var. En azından 4 numara savunmasında Semih’i kullandığımız dönemlerde çok ciddi bir sıkıntı yaşamamamız gerekir.

Biz eksikleri ve artıları ile nasıl bir Lituanya ile oynayacağımızı az çok biliyoruz ama bizim nasıl bir takım olacağımızı pek bilmiyoruz. Takımı, rakibin zaaflarından faydalanacak şekilde inşa edersek, bu Lituanya’yı yenmemiz lazım. Zaten Jasi, kaukenas, siskauskas, majiauskas gibi oyunculardan mahrum Litvanya’yı yenemiyorsak o şampiyonada ne işimiz olduğunu da ayrıca sorgulamamız gerek. Bu oyuncular Lituanya hücumunu oluşturan temel yapı taşları. Yeterli sertliğe ulaşabilirsek Lituvanya’yı yetmişli sayıların altında tutabiliriz. Temel felsefemiz, uzunlara pas indirmelerine engel olmak üzerine kurulu olmalı. Bunun sağlamanın yolu; sahanın her yerinde baskı uygulamak olabilir. Topa uyguladığımız baskıyı arttırabildiğimiz ölçüde Lituanya’nın pota altına top indirmesine engel olabiliriz. Bu ise ibreyi bize doğru döndürecektir. Baskı ve sertlik temel felsefesi ile Lituanya’ya güzel bir mağlubiyet tattırabiliriz. Özellikle oyun kurucu sıkıntılarını yapacağımız baskı ile iyi değerlendirmeliyiz. Daha da önemlisi, Lituanya son tahlilde bu tip baskıya artık önlem almıştır. Bu durumda daha önemli olan faktörü, alan savunmasını yapabilmemiz gerekli. Lituanya’nın iyi dış şutörleri takımda olmadığından onların hücumdaki en büyük silahları pota altındaki oyuncuların etkinliği olacak. Bizim uzun oyuncularımız bire bir de onları durdurmakta zorlanabilir. Hatta faul problemleri yaşayabiliriz. İşte bu durumda yapacağımız alan savunması hatta tam saha ya da yarı saha baskılı alan savunması ile Lituanya’nın oyun düzenini bozmak ve galibiyet almak mümkün.

tüm bu değişken ve baskılı savunmalar için koçun takımı önceden hazırlamış olması lazım. Doğrusu bizim oyuncuların nasıl bir ruh hali ile sahada olacakları çok önemli. Ne bileyim dünya şampiyonası ya da Avrupa finalindeki ruh hali ile oynarsak bu sene şampiyonluk bile mümkün ama önceki Avrupa şampiyonasındaki ruh hali ile oynarsak, Bulgaristan ve Polonya’ya bile yenilip galibiyet almadan yuvaya dönebiliriz.

Tanjevic’la yapılan son röportajda en azından bazı konularda daha fazla ısrarcı olmayacağını gördüğümüz için birazcık daha umutlu olabiliyoruz. Kerem’in yokluğunda Ersan’a çok iş düşeceğini ve onun çok yorulacağını söylemiş. En azından onu daha fazla 3 numarada heba etmeyecek gibi.

5 Eylül 2009 Cumartesi

Udrih sakatlandı: Slovenya out mu?


p.g. Lakovic, Dragic
s.g. Samo Udrih
s.f. Nachbar, Klobucar, jagodnik, d. Lorbek
p.f. smodis, golemac
c. lorbek, brezec, slokar


Beno Udrih’in sakatlanması Slovenya için çok kötü oldu. Son yılların en güçlü kadrosu ve en formda oldukları dönemde şampiyonanın benim için final oynayacak takımlarından birisiydi Slovenya. Uzun oyunculardan birisi sakatlansa yerini doldurmak Slovenya için çok zor olmadı. Çünkü bence Avrupa’nın en iyi uzun rotasyonlarından birisine sahipler ama guard için aynı şeyi söylemek zor. Bu nedenle de guard kaybı önemli bir eksiklik olacak. Kardeş Udrih’i yukarıdaki roster’’da s.f. olarak yazabilirdim. Çünkü Forvete daha yatkın bir oyuncu. Ama bu sefer de kadroda sçg ayzacak oyuncu kalmayacaktı. Guard rotasyonu Udrih olsa bile dar kabul edilebilirdi. Udrih olmayınca rotasyona "dar" demek bile zor geliyor.

Guard rotasyonunun bu kadar daralması neticesinde kısa forvetler iki numaraya bile kaydırılabilir. Nachbar’la röportajımızda ona 4 numarada oynayıp oynayamayacağını sormuştuk. Oynayabileceğini ama asıl mevkisinin 3 numara olduğunu söylemişti. Geçmişte iki numarada bile oynatıldığını söylemişti. Kim bilir bakarsanız Sloven milli takımında Nachbar iki oynamaya başlar efes’de de 4 numarada oynayacak. Gerçek yerim dediği s.f pozisyonunda pek oynama fırsatı bulmayabilir.

Udrih’İ kaybetmek Slovenya için şampiyonluk ve finali kaybetmek anlamına gelebilir. Ama ben yine de bu kadar iyi forvet ve uzun oyuncuları olan bir takımın kısa pozisyonunda başka bir sakatlık daha yaşamayacağını varsayarak hala iddialı olduğunu düşünüyorum.

Tek sıkıntı olay tamamen lakovic’te düğümlenmeye başladı. Lakovic kendisi oynamaya çalışmaz da takımı oynatmaya çalışırsa benim için hala finalin en kuvvetli adaylarından biridir Slovenya. Efes’li bir oyuncunun da orada oynuyor olması Slovenya’ya yönelik sempatimi birazcık daha arttırıyor.

srecno slovenia

4 Eylül 2009 Cuma

Solak Polanya'da Yok; Hersek Var


Solak mı Hersek mi diye soruldu? Solak'ın çıkması gerekti. Tanjevic, yıllardır 12 kişi az der durur. bence fazla bile. Son 13'e Solak ve Hersek kalıyorsa gerçekten de 12 bile fazla. Millli formayı giyebilecek oyuncu kalmamış demek ki.



Kerem'in doping'i yeni bir olay değil ki. Cevher sakat diye gönderildi ama kendi takımında oynamaya başladı. Seyretmedim ama skor olarak bakarsak yine formda gözüküyor. Kerem dopingli çıkınca geri çağırıver Cevher'i; eğer kadrodan çıkartma nedenin sadece ve sadece sakatlığı ise. Haydi Mirsat'ı sildin. Gerçi klüp takımında oyanatıp milli takımda oynatmaman da ayrı bir konu ya neyse. Hersek'e gelene kadar başka bir isim bulunabilirdi.



Maalesef alıştık artık. Elimizde altından kupa var ama biz çayımızı bakır kupa da içelim.



Hersek'den birşey beklememek lazım. Hersek'in tercih edilmiş olmasının en azından bir iyi yanı var. Fatih öyle ya da böyle kendisine süre bulabilirdi hatta ilk beşte bile süre alabiliyordu. tahminim Hersek pek süre alamayacak. en azından rotasyon 11 kişiye düşmüş olacak ve bazı oyunculardan belki daha fazla yararlanabileceğiz.



bir önceki yazıda yazmamışım. barbaros bey bir de bomba açıklama yapmıştı. ilk maçı litvanya ile son maçı da polonya ile oynayacağız. kura şansımız da kötü oldu gibisinden. hepi topu üç takımla oynayacaksın. ha ilk maçı yapmışsın ha son maçı. Litvanya için de aynısı geçerli ilk maçı grubda karşılaşabileceği en kuvvetli takımla yapacak. acaba Litvanyalılar çıkıp "tüh ya ilk maçı Türkiye ile oyanaycağız" diyorlar mıdır? Aklı başında bir insan bunu söyler mi? herşeye bir kılıf bulalım. oh ne ala memleket.



Neyse turnuvanın geri sayımı başladı. sahada en azından mücadele edelim. Turnuva şansı mücadele edenin arkasında olur. her ne kadar yöneticiler farkında olmasa da, 12 dev adam umarım bir provaya değil, avrupanın en önemli basketbol turnuvasına katıldığının farkında ve bilincinde mücadele ederek bizleri gururlandırır.




NTVSPOR: HEDO_ÖMER VE BARBAROS AKKAŞ



Ömer, Hidayet ve Barbaros Akkaş ntvspora konuk oldular. İzleyemeyenler için link burada. İzlemeye değmeyeceğini ben yine de belirteyim. Önemli olan tek bir cümle vardı. Ömer hedefi biraz daha küçülttü. Hedef ilk sekiz olmuş. Aynı ömer, 2 eylül de, yani daha iki gün önce madalyadan söz ediyordu. İnanmayanlar için linki burada.

Hedefler, başarı kriterleri konusunda milli takımın her bir parçası; malzemecisinden, oyuncusuna, teknik direktörden, masörüne kadar herkes bir şeyler söylüyor. O kadar farklı hedefler çizildi ki Ömer bile hedefin ne olduğunu karıştırdı. Yalnız milli takıma ilişkin takımın içinden (oyuncu, yönetici, idareci) gelen açıklamalara bakarsak, kılıf arandığını söylemek mümkün. Sanırım herkes aynı endişeyi paylaşıyoruz. Takımın Efes Cup’taki performansı ilerisi için hiç ibr ışık vermedi.

Kılıf denmişken, kerem’in dopingi bana öyle geliyor ki milli takım teknik heyetini üzmek bir kenara ziyadesiyle memnun etti. 2009 da yaşanacak bir başarısızlık Kerem’in dopingine bağlanacak gibi. Herkes kerem’in eksikliğiden bahsedip duruyor. Yok artık lebron James demek düşüyor bize.

Efes Cup’da alınan kötü sonuçlardan da ders alınmaktan uzak olduğunu belirtmek isterim. Hırvatistan’ı hafife aldık demişti Tanjevic, Ömer ise Almanya’yı hafife aldık dedi. Nasıl olduysa İngiltere’yi hafife almadık da bir galibiyet çıkarttık.

Bir de Tanjevic her oyuncuya şans verdiği için efes cup’da başarısız olduk argümanı var milli takım oyuncumuz Ömer’in. “Rotasyonlar denendi” diye ekledi Barbaros Akkaş. Sanki diğer takımların koçları hiçbirşey denemediler. Bir tek biz denedik. Kaldı ki Avrupa şampiyonasında 5-6 kişilik rotasyon kullanmayacak Tanjevic. Yine aynı rotasyonlar ve benzer süreler oynanacak. Kabak hala milli takımda ne işi olduğunu anlamadığım çocuğa patlatılıyor. Ömer’şn bir alman bir Türk hakem olması kötüydü gibisinden yaptığı açıklamada ayrı komikti. Kılıf yaratma konusunda başarılı olduğumuz kadar aslında kendimizi basketbola verebilsek belki de daha başarılı olabiliriz.

Dodo’nun dünkü açıklamalarına bakarsak, zaten 2009 bir “prova”. Bir anlamda hazırlık turnuvası. Eksiklerimizi görüp 2010’a hazırlanmamızı sağlayacak bir turnuva. Bu nedenle de başarısızlık zaten sorun edilmemeli ve kılıf aranmamalı. Yoksa yanılıyor muyum?

3 Eylül 2009 Perşembe

KARŞIYAKA


İlk kez sezona dört yabancı transferiyle başlayan Pınar Karşıyaka'da yabancıların gösterecekleri performans takımın bu yılki pozisyonunu belirleyecek, lakin takımda liderlik edebilecek yerli oyuncuların olmadığını görebiliyoruz.

Takımdaki en tecrübeli yerli oyuncu Valentin Pastal olarak göze çarpıyor. Hırvat forvet Martin Mihajlovic'i İsviçre'den, David Holston'u ve Ryan Toolson'u NCAA'den, Andrea Smith'i ise İngiltere Liginin MVP'si sıfatıyla transfer eden Kafkaf'ta yabancıların yanında genç yeteneklerin performansı da merakla bekleniyor. Son yılların en düşük bütçesi ile bu yıl mücadele edecek olan takım için; tam bir kapalı kutu ifadesini kullanabiliriz. Pota altında 5 numarada Furkan ve Evren Yenice'nin dışında o bölgeyi domine edebilecek iyi bir pivot transfer edememiş olmaları onlar için en büyük handikap olarak görülüyor.

Yapılan transferler ve oyuncu kimliklerine bakacak olursak; bu yıl Karşıyaka, tam bir kolej takımı edasında olacak. Maç kazanmaları için ön alanda iyi savunma yapmak, rakibin pota altına top indirmemesini sağlayabilmek ve özellikle genç ve alet yapıları ile önce çıkan oyuncularla bolca fast break atan bir takım olmaları gerekiyor. Özellikle David Holston ve Ryan Toolson'un önceki yıllardaki istatistikleri takımın şutör özelliği olabileceğini de bize gösteriyor. Kaf kaf eğer takım uyumunu sağlayabilirse ve oyun mantalitesini; oyuncuları üzerinde oturtabilirse, bu yıl çok takımın canını yakacaktır. Ama eğer tam aksi bir durum olursa bu yıl Karşıyaka için hüsran da olabilir. Takımın bu çizginin altında mı yoksa üstünde mi olacağı ise Koç Hakan Demir'in meziyetindedir.


Yazan: Erman Karademir

ZİHNİYETE BAK: MİLLİ RÜYA-MİLLİ HÜSRAN

Bu yazıyı 2009 Avrupa şampiyonası öncesinde yazmıştım. Final oynadık. Çok da güzel maçlar çıkardık. Ama benim düşüncem aynı...



Doğan Hakyemez’in bugünkü hürriyet gazetesindeki yazısını okurken daha ilk cümlede tüylerim ürperdi. 12 Dev Adam, 2010 öncesi en ciddi provası için Polonya’ya gidiyor. yazının tümü burada

2010 masalı ile bazılarınız büyüdü, bazılarınız uyutuldu. Ama bu akdar da ileri gitmemeliydi. 2009 Avrupa şampiyonası 2010 avrupa şampiyonasının provasıymış. Böyle bir saçma cümle olabilir mi? Hazretleri, milli takımla ilişkisiz birisi olsa, kendi görüşü diyelim. Ama öyle de değil. Bu alenen milli takım ve federasyonun görüşü. Spordan sorumlu bakan böyle önemli bir şampiyona öncesi bunları görmüyor mu?

Şöyle söyleyelim, futbol milli takımına ilişkin bu elemeler bilmem kaç senesinin elemeleri için en ciddi provamız diye bir yazı yazsa futbol milli takımının bir yetkilisi Türkiye’de yer yerinden oynar. O yazıyı yazan adamın kafasını koparacakları gibi, adamın arkasında durmaya kalkan federasyon başkanı dahil herkes yerinden olur. Ama üvey evlat olan basketbolda, bugüne kadar yetiştirdiğimiz en iyi nesil, adeta deneme tahtası olarak kullanıldı ve ciddi şampiyonalar bizim için prova olarak kabul edildi. Avrupa’da final oynayan milli takımı devralan Tanjevic ile somut hiçbir başarı elde edilemedi. 2010’da evimizde oynanacak şampiyona için her şey bir prova kabul ediliyor.

2010 senesinde varsayalım şampiyon olduk. Ne olacak? Yer gök inleyecek tabiî ki. Ama zeminsiz ve alt yapısız bir şampiyonluk olacak. 2001-2010 arasıdna Avrupa ve dünya şampiyonalarında bir şey yapamadan şampiyon olmak. Ev sahibi olmanın gücüyle şampiyon olmak ya da final oynamak. Önü olmayan ve arkası gelmeyecek olan bir başarı.

Yunanistan bir kere evinde şampiyon oldu. Olmaz olaydı. Sanki tek doğru yöntem kendi evindeki turnuvada şampiyon olmak. Yunanistan gibi evimizde oynanacak olan dünya şampiyonasında, final oynarsak ya da şampiyon olursak Türk basketboluna sanki sihirli bir değnek deyecek ve her şey bir anda farklılaşacak. Yok öyle bir şey, unutun. Gelmiş geçmiş en kuvvetli oyuncularımızı bir bir milli takım dışına iterek, klüp takımlarının sırtına binen bir federasyonla ne geçmiş ne de gelecek olur.

2010’da Türkiye basketbolda dünya şampiyonu olsa, 2011’de her şey unutulacak ve basketbol eski seviyesinde devam edecek. Ne futbol hastaları bir anda basketbola gelecek (gelmesinler zaten) ne de basketbola has bir seyirci kitlesi oluşacak. Bu ancak ve ancak uzun dönemli başarılarla olur. 2001-2010 arasında yapılan her turnuvada madalya alabilecek kadroyu 2010 hedefi ile tek bir madalyaya kanalize ederek bu şansı da ortadan kaldırdılar. Soruyorum sizlere; 2001 Avrupa şampiyonasından sonra her turnuvada madalya alsaydık basketbolumuza olan sempati daha fazla artmaz mıydı?

Bunun en basit örneği Efes Pilsen’dir. Türk basketbolunun hatta takım sporlarının Avrupa’da olmadığı yıllarda Efes Pilsen Avrupa’da fırtına gibi esiyordu. Biraz abarttık ama dönemin takım sporlarındaki başarısızlıklarına bakarsak çeyrek finaller, yarı finaller, final ve şampiyonluklar ile basketbol biraz daha popüler ve izlenilen bir spor dalı haline geldi. Öncesi olmayan ve sonrası gelmeyen bir başarı ile Yunanistan gibi olunamyacağını akıllara sokmamız gerek.
bu başarı tek bir kişinin uzun avdede işine yarayacaktır. Tanjevic'den bahsediyorum. 40. yılımda emekli olacağım demişti. işte 2011 onun meklilik tarihi. dünya şampiyonu antrenör olarak emekli olmak sanırım en büyük hayali. Türkiye basketbolu bu dönemde ne olmuş sonrasında ne olacak onun umrunda olduğunu sanmıyorum.

2 Eylül 2009 Çarşamba

Avrupa Basketbol Şampiyonası 2009: İspanya


KADRO:


p.g. Ricky Rubio, Carlos Cabezas, Raúl López, Sergio Llull
s.g. Juan Carlos Navarro, Rudy Fernández,
s.f. Alex Mumbrú
p.f. Felipe Reyes, Jorge Garbajosa, Víctor Claver
c. Pau Gasol, Marc Gasol

Bu yazıda Avrupa şampiyonasının en kuvvetli takımı olan İspanya’yı değerlendirelim. Yukarıda muhtemel kadroyu görebilirsiniz. Mumbru ve Gasol (P)’un sakatlıkları var ama şampiyonada oynamaları bekleniyor. Kadroya baktığımızda 3 nuamra konusunda bir eksiklik varmış gibi bir izlenim edinmek mümkün. Ama Claver ve Rudy gerekirse 3 numarada da oynayabilirler. Rubio ve Cabezas’ın olduğu bir ortamda hem Raul Lopez hem de Llull’u almak bence iyi bir seçim olmamış. 2 ya da 3 numarada oynayacak bir oyuncu kadroya dahil edilebilirdi. İsim tartışmak istemiyorum ama çok sayıda seçenek bulmak mümkün.

Avrupa’nın açık ara en iyi guard rotasyonuna sahipler. Özellikle hücumda çok etkili olabilecek rubio, navarro ve fernandez üçlüsünü yan yana izlemek çok keyifli olacaktır. Keza Rubio, Navarro ve Mumbru üçlüsü de özellikle hızlı hücumlarda neler yapılması gerektiğini bize göstereceklerdir. Çaldıkları toplar ya da blok sonrası yapılacak hızlı hücumlar ile çok etkili olacaklardır.

Çok yetenekli oyuncular olsalar da karakter olarak İspanyol oyuncuları pek sevmem. Malum nedenden dolayı. Faulleri göstermek için yaptıkları abartılı hareketler ve hakemleri baskı altına almak için toplu isyan etmeleri bu oyunculara olan sempatimi yok ediyor.

Uzun oyuncular daha karakterli. Ancak uzun seçiminde bence önemli bir hata yaptılar. formsuz olan Garbojasa yerine Fran Vazquez alınabilirdi. Hem 5 hem de 4 nuamrada oynayabilmesi de önemli bir avantajı. Ama uzun menzilli şutları düşünerek Garbojasa tercih edilmiş olmalı. Ancak zaten bu kadar etkili kıslaarın olduğu durumda power forvetin şutuna pek de ihtiyacın kalmaz diye düşünüyorum.

Bu kadro sağlam bir şekilde Euro2009’da sahne alırsa belki de namağlup olarak şampiyonluğa uzanabilir. Tahmin ettiğim eşleşmeleri bir önceki yazımda belirtmiştim. İspanya hem ilk turda hem de ikinci turda grup bincisi olur ve çaprazdan gelecek takımı da kolaylıkla eleyip (benim tahminim çaprazdan Makedonya gelebilir) yarı finalde litvanya ve finalde de Slovenya ile oynayacağı.

İspanya’yı zorlayacak ekip olduğunu sanmıyorum ancak özellikle pota altında yaşanacak önemli bir sakatlık İspanya’yı durdurabilir. Turnuva boyunca pek dinlenme fırsatı olmadığından ciddi sakatlıklar yaşanabilmekte. Bunun dışında İspnaya’nın sırtını yere getirmek kolay olmayacaktır.

1 Eylül 2009 Salı

Euro 2009 Programı ve Tahminlerim


GROUP B
1. Russia
2. France
3. Germany
4. Latvia
07.09.2009
A/1
F.Y.R. of MacedoniaGreece
--
Poznan, POL 16:30

B/1
RussiaLatvia
--
Gdansk, POL 16:30

C/1
Great BritainSlovenia
--
Warsaw, POL 18:15

D/1
PolandBulgaria
--
Wroclaw, POL 18:15

A/2
CroatiaIsrael
--
Poznan, POL 19:15

B/2
FranceGermany
--
Gdansk, POL 19:15

C/2
SerbiaSpain
--
Warsaw, POL 21:00

D/2
TurkeyLithuania
--
Wroclaw, POL 21:15


08.09.2009
A/3
IsraelF.Y.R. of Macedonia
--
Poznan, POL 16:30

B/3
GermanyRussia
--
Gdansk, POL 16:30

C/4
SloveniaSerbia
--
Warsaw, POL 18:15

D/3
LithuaniaPoland
--
Wroclaw, POL 18:15

A/4
GreeceCroatia
--
Poznan, POL 19:15

B/4
LatviaFrance
--
Gdansk, POL 19:15

C/3
SpainGreat Britain
--
Warsaw, POL 21:00

D/4
BulgariaTurkey
--
Wroclaw, POL 21:15


09.09.2009
A/5
F.Y.R. of MacedoniaCroatia
--
Poznan, POL 16:30

B/5
RussiaFrance
--
Gdansk, POL 16:30

C/6
SpainSlovenia
--
Warsaw, POL 18:15

D/5
PolandTurkey
--
Wroclaw, POL 18:15

A/6
IsraelGreece
--
Poznan, POL 19:15

B/6
GermanyLatvia
--
Gdansk, POL 19:15

C/5
Great BritainSerbia
--
Warsaw, POL 21:15

D/6
LithuaniaBulgaria
--
Wroclaw, POL 21:15


11.09.2009
E/1
Team(B/2)Team(A/2)
--
Bydgoszcz, POL 15:45

E/2
Team(B/3)Team(A/1)
--
Bydgoszcz, POL 18:15

E/3
Team(B/1)Team(A/3)
--
Bydgoszcz, POL 21:00


12.09.2009
F/1
Team(D/2)Team(C/2)
--
Lodz, POL 15:45

F/2
Team(D/3)Team(C/1)
--
Lodz, POL 18:15

F/3
Team(D/1)Team(C/3)
--
Lodz, POL 21:00


13.09.2009
E/4
Team(A/3)Team(B/3)
--
Bydgoszcz, POL 15:45

E/5
Team(A/1)Team(B/2)
--
Bydgoszcz, POL 18:15

E/6
Team(A/2)Team(B/1)
--
Bydgoszcz, POL 21:00


14.09.2009
F/4
Team(C/3)Team(D/3)
--
Lodz, POL 15:45

F/5
Team(C/1)Team(D/2)
--
Lodz, POL 18:15

F/6
Team(C/2)Team(D/1)
--
Lodz, POL 21:00


15.09.2009
E/7
Team(B/2)Team(A/3)
--
Bydgoszcz, POL 15:45

E/8
Team(B/3)Team(A/2)
--
Bydgoszcz, POL 18:15

E/9
Team(B/1)Team(A/1)
--
Bydgoszcz, POL 21:00


16.09.2009
F/7
Team(D/2)Team(C/3)
--
Lodz, POL 15:45

F/8
Team(D/3)Team(C/2)
--
Lodz, POL 18:15

F/9
Team(D/1)Team(C/1)
--
Lodz, POL 21:00


17.09.2009
43/A
Team(E/1)Team(F/4)
--
Katowice, POL 18:15

44/A
Team(E/2)Team(F/3)
--
Katowice, POL 21:00


18.09.2009
45/A
Team(F/2)Team(E/3)
--
Katowice, POL 18:15

46/A
Team(F/1)Team(E/4)
--
Katowice, POL 21:00


19.09.2009
47/A
Loser of (43)Loser of (45)
--
Katowice, POL 12:00

48/A
Loser of (44)Loser of (46)
--
Katowice, POL 14:15

49/A
Winner of (43)Winner of (45)
--
Katowice, POL 18:30

50/A
Winner of (44)Winner of (46)
--
Katowice, POL 21:00


20.09.2009
52/A
Winner of (47)Winner of (48)
--
Katowice, POL 12:00

51/A
Loser of (47)Loser of (48)
--
Katowice, POL 14:15

53/A
Loser of (49)Loser of (50)
--
Katowice, POL 18:30

54/A
Winner of (49)Winner of (50)
--
Katowice, POL 21:15

Medyumluğa Soyunalım:
A Grubu: Değişik maçlar izleyeceğimizi düşünüyorum. Hırvatistan bence 3 maçını da kazanacak. Yunanistan ise 2 maç kaybedecek. Makedonya iki galibiyet ve Yunanistan ise bir galibiyet alacak. Yani ilk tur sıralamam
1- Hırvatistan
2- Makedonya
3- Yunanistan
4- İsrail

B Grubu: Rusya 2 maçını alacak. Letonya galibiyet alamayacak. Fransa üç galibiyet ve Almanya bir galibiyet alacak
1- Fransa
2- Rusya
3- Almanya
4- Letonya
C Grubu: İngiltere galibiyet alamayacak. Sırbistan bir ve Slovenya iki galibiyet alır. İspanya ise 3 galibiyet alır.

1- İspanya
2- Slovenya
3- Sırbistan
4- İngiltere
D. grubu
Litvanya 3 galibiyet Türkiye 2 polanya 1 ve Bulgaristan sıfır galibiyet alır.
1- Litvanya
2- Türkiye
3- Polonya
4- Bulgaristan

İkinci tur şu gruplarla ve puan sırasıyla ortaya çıkar:
E Grubu:
1- Hırvatistan 2
2- Fransa 2
3- Rusya 1
4- Makedonya 1
5- Yunanistan 0
6- Almanya 0

Hırvatistan 2 makedonya 1 rusya 3 fransa 2 yunanistan 1 galibiyet alır ve Almanya galibiyet alamaz

F- grubu

1- Litvanya 2
2- İspanya 2
3- Slovenya 1
4- Türkiye 1
5- Polanya 0
6- Sırbistan 0
İspanya 3, Sırbistan 2, Slovenya 3 ve litvanya 1 galibiyet alırlar. Portekiz ve Türkiye ise galibiyet alamaz. Bu durumda nihai puan tablosu aşağıdaki gibi olacaktır:

E grubu 3’lü avaraja kalacak
1- Hırvatistan
2- Rusya
3- Fransa
4- Makedonya
5- Yunanistan
6- Almanya
F Grubu
1- İspanya
2- Slovenya
3- Litvanya
4- Sırbistan
5- Türkiye
6- Polonya
Eşleşmeler:
Çeyrek Final: Hırvatistan/Sırbistan İspanya/Makedonya Rusya/litvanya Fransa/Slovenya
Hırvatistan İspanya Litvanya Slovenya

Yarı Final: İspanya/Litvanya ve Hırvatistan/Slovenya
Final: İspanya/Slovenya
Şampiyon: İspanya