23 Eylül 2009 Çarşamba

Nalıncı Keseri: Tanjevic ve Demirel


İlk turu mağlubiyetsiz kapattığımızda “Türk gibi başla Alman gibi bitir” atasözünü hatırlatmıştım. Çünkü bu takımın devamlılık gösteremeyeceğine dair bir endişem vardı. Önce Slovenlere ardından da Yunanlılara yenilerek turnuvadaki umutlarımız söndü, klasman maçları ise tam bir eziyet oldu.

Yendiğimiz maçlardan sonra, bu satırlarda eleştirilerime ve gördüğüm yanlışları dillendirmeye devam ettim. Yendiğimiz maçlardan sonra bile ağırlıklı olarak “Tanjevic’e rağmen” başlıklı ve/ya konulu yazılar yazdım. Galibiyetlerde Tanjevic’in önemli bir katkısı olmadığını düşünüyordum. Keşke yanıldım diyebilseydim.

Federasyon ve Tanjevic fatura ödemeyi sevmiyorlar. Adeta “nalıncı keseri” gibiler. İşler iyi giderken önplana kendilerini koyuyorlar. Ama işler kötü gittiğinde kendileri hariç herkes suçlu. Faruk önceki yazısında çok güzel özetlemiş. Benzer şeyleri düşünmüşüz. Aklın yolu birdir diyelim.

Hatalardan ders almak önemli bir meziyettir. Ama bunun için öncelikle kişinin yanlış yaptığını kabul edecek olgunluğa sebep olması gerekir. Bu olgunluğa sahip olmayanlar hem doğru tespitte bulunamazlar ve dolayısıyla da çözüm üretemezler. Başarısızlığı hep dışsal faktörlere bağlarlar. Yıllardır aynı dışsal faktörleri adeta ninni gibi bizlere okuyup duyuyorlar.

İşler kötü gidince çok çeşitli hedefler gösterildi bizlere ya da dışsal sebepler sıralandı. Hakemler günah keçisi ilan edildi. Masa başı oyunlardan söz edildi. Mirsat ve Memo düzeni bozdular. Kaya tü kaka edildi. Bir ara Hedo kötülendi. Şimdi de Ömer Aşık. Bu arada KG’nin dopingi bütün planları alt üst etmiş. Ama en komiği sayın federasyon başkanımızdan geldi. “Cenk’in de olmayışı o pozisyondaki uzun adam sıkıntımızı arttırdı” demiş. Bu önemli bir konu çünkü Tanjevic yıllardır şampiyonanın sisteminden yakınır durur. 12 oyuncunun az olduğu vb. şeyler söyler. Ama her sene gereksiz bir iki oyuncuyu takıma katar. Hakan Demirel, cenk ve bu sene barış hersek. Cenk, takıma hiçbir katkı vermez ama 12 adamın arasında yer alırdı. Tek sebebi pozisyonuna göre uzun boylu ve uzun kollu olmasıydı. Ama hem efeste hem de milli takımda o kadar kötü performans gösterdi ki uzun kolları bile onun milli takıma bir kez daha çağrılmasını mümkün kılmadı. Varlığında bir kerametini göremediğimiz Cenk’in yokluğunu bile bahane olarak kullanmak, “minareyi çalanın kılıf bulamadığını” bize gösteriyor.

Fransa maçının kaybedilmesine ilişkin, Ersan’ın sakatlığı ve “bir gün önce aleyhimize düdük çalan Sırp hakemi bu maça ataması da bu organizasyondaki kötü niyetlerinin bir başka örneğiydi” diyor sayın Demirel. Kendi söylediklerine kendisi inanır mı bilmiyorum ama basketbol camiasından ayrıcalık tanıdığı bir iki gazeteci dışında inanan çıkacağını tahmin etmiyorum. Demirel’e inanlar zaten doğrudan fiba’yı “organize işler” yapan bir örgüt olarak itham etmiş, hatta faullerin Ömer’e çalınmasını bile “ince” düdük olarak yorumlamışlar.

Sorun gerçekten fiba ve hakemlerdeyse neden biz bu turnuvalara katılıyoruz?


Hiç yorum yok: