31 Ocak 2010 Pazar

Demirel Röportajı ve Galatasaray Yönetimine Açık Mektup


Doğrusu uzun zamandır bu mektubu yazmak arzusundayım. Basketbolda tepeden aşağıya doğru gelen kirlilik, hürriyet gazetesinin ise bu süreçte adeta taşeron bir rol üstlendiği günümüzde basketbol için, yöneticilere rağmen bir şeyler yazmak, birşeyler arzulamak ve basketbolumuz nasıl daha ileri gidebilir sorularına cevap üretmek doğrusunu isterseniz hem çok zor hem de dönem dönem çok gereksizmiş gibi geliyor bizlere...


Doğrusu blogu çok da ağlama duvarına çevirmek, basketbol dışına taşımak istemiyorum. Yaşnanlar, söylemler ve iddialara baktığımızda bu akıl tutulmasının, bu mesnetsiz iddialarının nereye kadar gidebileceğini doğrusu öngörmek zor. Bahsettiğim iddialar Demirel'le yapılan bbir röportajın bugün yayımlanan Hürriyet gazetesinde manşete taşınması. tek başına bu manşet bile aslında çok şey ifade ediyor: o doping tesadüf değildi. bunun söylenmesi ya da yazılması suç değil elbette. Basketbol federasyonu başkanının açıklamalarına kucak açılması da basketbol adına sevindirici bile olabilir. Ne de olsa spor servisine ait alanın %20 gibi büyük bir bölümü bu habere ayırlışmış. Efes'in Korac kupasını almasına da kabaca o kadar yer vermişlerdi. Ama toplam olarak bakıldığında doping haberine ve yorumlarına Hürriyet gazetesi Korac kupasına ilişkin haberlerin onlarca katı yer ayırması. Bu sadece Hürriyet'e ait bir tutum değil elbette. Ama hürriyet'in bu konuda apaçileşmesi gerçekten düşündürücü. Ercan Saatçi etkisi de diyebiliriz buna. Demirel'in amacı başarısızlığının konuşulmasını engellemek ve milli takımın 2010'da olası başarısızlığının da konuşulmasını engel olmak adına gelecek için bir malzeme sağlamak. Tanjevic'e dokunmayanlar bile eleştirmeye başlayınca gündemi değiştirmek federasyon başkanına düştü. Hürriyet spor servisi de apaçiliklerini gösterdi...


Gelelim mektuba. Mektubu Galatasaray yönetimine yazıyorum.


Basketbol'da yaşanan skandal sonrasında ve alınan/verilmeyen ceza neticesinde takımdan bu sene fazla bir şey beklememek lazım. Ancak kadroya ve oyucnulara baktığımızda takımın gelecek için ümit verecek oyucnulara sahip olduğunu söylemek mümkün. Evren'le uzun süreli bir konrat yapılması, jasaitis, rancik ve wilkinson üçlüsünün uzun vadeli olarak takımda kalmaları takımı yönetenlerin birinci hedefi olmalı. bu çekirdek kadro iyi bir oyun kurucu ve daha yetenekli yerli oyuncularla birleştirilebilirse kısa-orta vadede arzulanan başarıya yaklaşılabilir. Hem basketbolumuza hem de Galatasaray'a yapabileceğiniz en önemli katkının bu oyuncularla önümüzdeki senelerde mücadele edebilmemizi sağlayacak kontratlar yapılması olduğuna inanıyorum.


Foto: i.sabah.com.tr

28 Ocak 2010 Perşembe

Real Madrid - Efes


Efes'in top 16'da olması tamamen şansa dayalıydı ama top 16'da galibiyet için tek başına şans yeterli olmamakta. Çok klasikleşmiş bir değerlendirme olacak ama iç-dış dengesini tutturamazsınız galibiyet almanız çok zor. Real madrid yaptığı baskı ile Efes'i dışarından top kullanmaya zorladı.


Ataman'da madem beni dışarıya zorluyorsun ben de en iyi top çevirecek akdro ile sahada yer alacağım dedi ve bu nedenle de Ermal'ı neredeyse ikinci yarı boyunca sürekli sahada tuttu. Kaya'nın bu uzun rotasyonunda 18 dakikadan fazla oynaması gerekiyordu ama Ataman, Ermal'ı tercih etti. Neyse en azından daha düşük bir farkla maçı bitirmek mümkündü. onu bile yapamadı efes.


Sene başından beri buradan tekrar ve tekrar yazıdğım bir husus var. Kasun-kaya ikilisinin yan yana oynaması. Doğrusu bir istatistik yapılsa efes'in EL maçlarında kasun kaya ikilisinin birlikte oynadığı dönemlerde takımın skor olarak, büüyk bir farkla önde olduğunu görmek mümkün olabilir. Ataman'da bunu yavaş yavaş fark ediyor ama bir türlü hala tam olarak idrak edebilmiş değil.


Bu arada sene başında yaptığı transferlerin yanlış olduğunu Ataman dünkü maçta adeta tescilledi. Rako, 4 dakika nacnbar ise 0 dakika oynadı.


Efes zaten El sezonunda buralarda olmayı hak eden bir oyun sergilememişti. O yönde de devam edecek gibi.


popovic takıma alışında daha çok verim verecektir. En azından eldeki oyun kuruculardan hem savunma hem de hücum olarak daha iyi. takımı da onlardan daha iyi yönlendiriyor. Ancak dört numara eksikliği de ciddi bir sorun teşkil ediyor. Bakalım neler olacak?


Foto: haberaktuel.com'dan alınmıştır.


25 Ocak 2010 Pazartesi

Gönlümde Efes Var


Çarpıcı bir başlık. Olduğu gibi milliyet gazetesinden alıntıladım. Beşiktaşın başkan adayı Murat Aksu, gönlümde basketbol takımını efes pilsen'le birleştirmek yattığını söylemiş. Fenerbahçe ile ülker evliliğinden sonra diğer büyük klüplerimiz başka evlikler peşindeler. Galatasaray ile telekom ve beşiktaş ile efes nikah masasına oturunca herkes muradına erecek. Ancak burada atlanan önemli bir nokta var. Efes pilsen bu işe reklam olsun saiki ile başlamadı. Bu tamamen Tuncay Bey'in basketbola olan aşkı ile bağlantılı. Basketbol, şirketlere kar getirecek bir alan değil. Şirketler, basketbola ayırdıkları bütçeleri başka, ya da kendi faaliyet alanlarına yatırsalar daha fazla kar elde edebilirler. Reklam açısından bakılırsa ise Futbol varken basketbol sponsorluğu iktisadi açıdan rasyonel değil. Dolayısıyla basketbola müessese klüplerinin yatırımları iktisadi olmaktan ziyade, basketbol sevdası ile açıklanabilir diye düşünüyorum. Ancak bu, şirketlerin zararı göz alarak yaptıkları bir yatırım da değil. Aksine en azından koyduklarını geri alabilecekleri yani zarar etmeyecekleri bir ortam bulmaları gerekir. Bu ise yerel başarı değil ama uluslararası başarı ile elde edilebilir.


Bizim gibi liglerdeki takılmarın uluslararası başarı elde etmesi kolay değil. Ligin kalitesinin artması gerekir. Yani çok sayıda güçlü takım olması gerekir. Ama biz tam tersini yapıyoruz. Güçlü takımları birleştirerek iki üç büyüklü bir lig olma sevdasındayız. Yöneticilerin zihniyeti de maalesef bu yönde. Basketbolumuzun nereye gittiğini düşünen yok. Lig ne kadar vasatlaşırsa, doğrusu basketbolun "değeri"de o kadar azalacak ve müessese klüpleri varlıklarının devamında bence en önemli rol olan uluslararası başarıyı da elde edemeyecekler ve basketboldan tamamen çekilecekler.


Sponsorluk ve birleşme ayrımını iyi koymamız gerekiyor. Basketbol üvey evlat olduğu için beşiktaş ve galatasaray gibi klüplerin sponsorluk almadan başarı sağlamaları kolay değil. Sponsorluk meselesi ayrı bir konu. Onu başka bir yazıda ele alabiliriz. Asıl konumuz ise basketbolda evlilik. Bu konuya ilişkin temel tezim, müessese klüplerinin basketbol yatırımlarının en azından karşılık bulabilmesi için basketbolda uluslararası başarının önemli olduğudur. Türkiye'de basketbolun gündeme oturduğu dönemlere bakarsak; efes'in Korac'ı alması ve12 dev adamın avrupa şampiyonasında final oynadığı dönemler olduğunu görürüz. Basketbolda gerek milli takımlar düzeyinde gerekse klüpler düzeyinde uluslararası başarı için ligimizin rekabetçi ve kuvvetli bir lig olması gerekiyor. Basketbolda evlilik ise bence hem ligin rekabetçi yapısını bozuyor hem de kaliteyi düşürüyor. Bu anlamda basketbolda evlilik, basketbola faydadan ziyade zarar veriyor.


24 Ocak 2010 Pazar

Yazık Bu Çocuğa


Bugün Hürriyet gazetesi spor sayfasında "kurtarın oğlumu" başlıklı bir yazı var. Fotograftan da anlayacağınız üzere söz konusu cümle Batuhan'ın babasına ait. doğrusu futbolla pek ilgili olduğum söylenemez. Batuhan denen çocuğun ismini milli takımda duymuştum. Hürriyetteki habere bakarsak Hakan Şükürden sonra yetişen yerli en büyük golcü. Anlatacağım şeylerde eksik bilgi olabilir. Eskişehir'de kiralık olarak oynayıp iyi bir performans gösterince Beşiktaş oyuncuyu kadrosuna kattı ama belki sizlerin bildiği ama benim bilmediğim bir nedenle Beşiktaş'ta bırakın takımda oynamayı, antremanlara bile katılamıyormuş. Disipline edememişler anlaşılan. Kiralık olarak isteyen takımlara da çocuğu vermiyorlar. Kiralık gitmek isteyince de "biz seni kiralık vermeyeceğiz, getirirsen 5 milyon dolar bonservisini istediğin yere gidersin" mealinden bir açıklama yapıyorlarmış çocuğa.


"Bu çocuk köleniz mi?" diye soran çıkmaz bu memlekette. Bu gerçi sadece bizim memlektin sorunu değil, sistemin yarattığı bir durum bu. bu sistemde çalışanlar, insanlar köle olarak kabul ediliyor. Bu spor emekçileri için de geçerli, diğer emekçiler için de. Milli takıma kadar yükselen bir oyuncu bu duruma düşüyorsa, babası feryat figan yakarıyorsa, adını sanını duymadığımız ve gazete manşetlerini süsle(ye)meyen oyuncuların halini varın siz düşünün. Dünkü yazımızın ne kadar önemli bir konuya ilişkin olduğunu bu örnekle de görmüş olduk. Dün, büyük oyuncuların sıkıntı yaşamayabileceğini ama isim yapmamış oyuncular için sendikanın elzem olduğunu belirtmiştik. Yanılmışız. İsim yapmış oyuncuların bile ne hale geldiklerini Batuhan örneğinde görmüş olduk. Spor emekçileri birleşmeli...

22 Ocak 2010 Cuma

Spor-sen: Tüm Spor Emekçileri Birleşin


Sporcuların sendikalaşması için verdiği çetin mücadele ile sporumuza büyük katkılar veren Metin Kurt’la yapılan röportajı buradan bulabilirsiniz. Sporcuların haklarını koruyabilmeleri ve kendi geleceklerini belirlemede klüp ya da federasyonun değil, kendilerinin söz hakkı olabilmesi için birlik olmalarının gerektiğini daha önce de Kaya’nın yaptığı açıklamalar doğrultusunda değerlendirmiştik. o yazımızı da buradan bulabilirsiniz.

Gerçekten de özellikle “üvey evlat” hüviyetine sahip basketbolda, oyuncuların her an ortada kalmalarının mümkün olması ve klüplerin idari kararlarına doğrudan bağımlı olmaları hesaba katıldığında oyuncuların sendikalaşmasının basketbolumuz için olmazsa olmaz olduğuna inanıyoruz. Hem basketbolun ikinci planda olması hem de basketbol yöneticilerinin genel beceriksizliklerinin ceremesini doğrudan oyuncular ve hatta koçlar çekmekte. Sadece birinci lig ve sadece önemli oyuncular düşünüldüğünde sendikaya gerek olmadığı düşünülebilir. Ancak, ikinci ve daha alt ligler göz önüne alındığında, hatta birinci ligde olup da sıradan kabul edilebilecek oyuncuların önünde fazla bir seçenek olmaması, onlar için aslında sendikanın ne kadar önemli ve gerekli olduğunu göstermekte. Bunun yanı sıra basketbol emekçilerinin klüplere karşı bir güç olarak ayakta durabilmeleri basketbolumuzda yaşanan çeşitli sorunların çözümünde de kilometre taşı olabilir.

Örneğin futbolda, 3. ligde 30 yaş üzerindeki oyuncuların oynaması yasakmış. 30 yaşına gelmekte olan bir oyuncu ne yapacak. futbolu ile evine ekmek götüren bu emekçi işinden olacak. Bu durumda ne yapabilir? Sendika olsa, bunun mücadelesi verilir ve çalışma hakkını alabilir. Sendika olmayınca illegal bahislere, şikelere girmek zorunda kalır. Spordaki bu kirliliğin önüne geçebilmek en azından oransal olarak böylesi sorunları azaltabilmek için Metin Kurt’un tüm spor emekçilerinin birleştirmeyi yönelik adımlarını destekliyoruz. Onun bu mücadelesinin, spor emekçilerinde sınıf bilincini uyandırması dileğiyle…

20 Ocak 2010 Çarşamba

Efes Pilsen İyi Haberi Yalanladı

Efes Pilsen Oğuz transferini yalanladı ama Gist transferini yalanlamadı. Hayra mı yormalı ne yapmalı bilemiyorum. Gist transferini yalanlayıp, Oğuz konusunda sessiz kalmalarını tercih ederdim.
Bu konuda bir açıklama yapmamış olmaları Gist transferinin gerçekleşme arifesinde olduğunu düşündürttü bizlere. Bu kısa zaman zarfında Efes daha kaliteli bir dört numara bulamazsa Gist ile anlaşacak anlaşılan.
Bu arada interbasket'te "gist" transferine ilişkin bir kaç yorum var. Oyuncunun EL seviyesinde olmadığı söyleniyor. Baston'a benzetilmiş ama ondan daha kalitesiz bir oyuncu olduğunun altı çizilmiş. şutu olmadığı eklenmiş. Doğrusu Baston kadar ribaunt katkısı olsa hiç de fena olmaz. Bu arada bir diğer isim olarak Hutson ortaya atılmış. Doğrusu bunu inandırıcı bulmadım. Hutson'la yolları ayırmayı Efes istemişti. Ona geri döneceklerini sanmıyorum. Hutson'ı beğensem de sene başında türk statüsünde oynayacak Dudley'i istemeyip de şimdi Hutson'a yönelmeleri bence çok da doğru bir seçim olmaz.
Efes'in tam ihtiyacı olan oyuncu aslında Morris ama onu alamayacaklarını biliyoruz. En azından savunma ve ribauntlarda rahmetli Mcrea tadında bir dört numara bile Efes için önemli bir transfer olur. az kaldı yakında imin geleceğini ve kimin gideceğini öğreneceğiz.
Ben Nachbar'ın gönderileceğini düşünüyorum.

Bir iyi Bir de Kötü haber: Oğuz Efes'de Mi? Sıradaki Gist mi?


Vatan gazetesi haberine göre Oğuz seneye Efes Pilsen forması giyecek. Fener'in kontrat teklifini kabul etmeyen Oğuz Savaş, seneye Efes'de oynayacakmış. Efes yıllar sonra Tamer'ini buldu diyebilir miyiz? Bence daha iyisini bile buldu. Oğuz geç de olsa doğru bir karar verdi ve Tanjevic zulmünden kurtuldu. Tanjevic zulmünden kurtulması doğru olsa da Efes'i seçmesi doğru mu? Bu konuda şüphelerim var. Bence Oğuz'un şu an için en önemli hedefi, kendini geliştirmek olmalı. EL'de oynayacak bir takımda yer almak onun adına ve gelişimi adına doğru bir tercihmiş gibi gözükse de Efes gibi bir takımda çok fazla süre almayabilir. Beşiktaş ya da Galatasaray gibi daha fazla süre alacağı bir takımda oynaması onun gelişimi için daha doğru bir hamle olabilirdi.
Efes açısından bakarsak ise yerli oyuncu kuralı ve kıtlığının yaşandığı günümüzde böylesi bir transfer çok değerlidir. Bu fizikteki oyunculardan Avrupa'da çok sayıda yok. Dolayısıyla Efes adına bence bu çok büyük transfer olur. Vatan'ın haberi doğru ise Efes çok önemli bir transfer'e imza atmıştır. Basketbolumuz adına hayırlı olamsını dileriz.


Kötü haber ise popovic'den sonra sıradaki oyuncu Gist'miş. 24 yaşında yeni mezun sayılır. Avrupa deneyimi neredeyse yok. Efes'in El'de oynamış bir oyuncu transfer edeceğini bekliyordum. Massey düşünülüyordu. Ama vazgeçilmiş. Umarım Gİst'den de vazgeçilir. vasat bir oyuncu görünümünde.


Bu arada popovic ligde de oynayacakmış ve San tiago takımda kalacakmış. Çanlar kimin için çalıyor acaba? nachbar? rako? shumpert? kasun? smith? thornton?

19 Ocak 2010 Salı

Bojan Popovic Efes Pilsen'de


Efes Pilsen'de yine avrupalı guard, yine Popovic ama bu sefer Sırp olanı. Efes Pilsen bazen kendisine karşı iyi oynayan oyuncuları transfer ediyor. Bunun amerikalı örneklerini görmüştük. Neyse bu konuya girmeyeceğim.


Popovic'i ben çok beğenirim. Sene başından beri de bu takım oyun kurucuya ihtiyacı olduğunu yazdığım için de bu transferden çok memnunum. İstediğim düzeyde bir oyuncu olmasa da bu dönemde daha iyisini bulmak da çok kolay değil. basketbol bilgisi ve oyun görüşü beğendiğim bir oyuncu. savunmasının da vasat üstü olması bence çok önemli. bu anlamda iyi bir transfer olduğunu düşünüyorum. Ancak merak ettiğim konu; bu takımın dört numaraya olan ihtiyacının ansıl karşılanacağı. Malum şu an yanılmıyorsam 8 yabancısı oldu Efes'in. bir de uzun transfer edeceğini düşünürsek kadrodan gönderilecek oyuncu ya da oyuncular önemli bir sorun olacak. Keza ligde de kim oynayacak, kim yedek kalacak soruları önem kazanıyor. Hayırlısı olsun diyelim.

Murat Özyer'le Sohbet (2. Bölüm)

Bolbasket: Hazır konu Telekom’a gelmişken yerinize yardımcınız Melih Çakıroğlu bakıyor. O ise göreve gelince “kısa vadede büyük değişiklikler olmaz ama daha savunma yapan bir takım yaratacağız” mealinden bir açıklama yaptı. Sanki bu zımni olarak önceki takım daha az savunma yapıyordu anlamına da gelebilir. Bu bir eleştiri gibi algılanabilir mi?

Özyer: Ben onu eleştiri olarak algılamıyorum. Ben ne yaptığımın farkındayım. Telekom'la savunma konusunda önemli adımlar attığımızı düşünüyorum. Örneğin Fenerbahçe ve Banvit maçlarında kötü savunma yaptığımızı düşünmüyorum. Beşiktaş ve Galatasaray maçlarını ayrı yere koyuyorum. Melih’in açıklamaları bir antrenörün takımını motive etmesi için söylenmesi gereken sözler. Konumlarının daha iyi olabilmesi için tabi ki daha iyi savunma yapmalılar. Bunu yanlış bir şey olarak görmüyorum. Melih’le zaten arada da konuşuyoruz ve bu sözleri onun oyuncuları motive etmek ve hedef göstermek için sarf ettiği sözler olarak görüyorum. Eleştiri olarak algılamadım.

Bolbasket: Telekom’un son oynadığı Karşıyaka maçına bakıldığında rakibi 67 sayıda tutmuş olmalarını da Melih’in açıklamalarına eklediğimizde sanki daha savunma yapan bir takım gelecek mi?

Özyer: Tutku yerine Soner tercihi belki de en büyük değişiklik bu oldu.

Bolbasket: Soner birinci guard olma yolunda ilerliyor mu? En azından Tutku’nun önüne koyuyorlar gibi.

Özyer: Değişimleri tek maçla değil de uzun vadedeki gelişmelere bakarak değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Sonuçta geniş kadroda herkes hazır olmalı ve Soner de verilen şansı çok iyi kullandı. Lamayn Wilson, Hüseyin ve Soner Karşıyaka maçını çeviren oyuncular oldu.

Bolbasket: Soner’e daha az şans verdiğiniz söylenebilir mi?

Özyer: Ben öyle düşünmüyorum. Örneğin bir Fenerbahçe maçında Mallet çıktıktan sonra Tutku’dan önce Soner’i oyuna aldım. 2 top kaybı ve köşeden kaçırdığı iki üçlük var. Bunlar basketbolda olağan şeyler. Erdemir maçında da Tutku’dan önce Soner’i oyuna aldım. Şimdi 12 kişilik kadroda herkes dakika bekliyor. 3 guardınız var. Birisi Tutku Açık, milli takım için adı hep geçen bir oyuncu, diğeri Badolana’da Uleb şampiyonu olmuş Mallet ve diğeri ise iyi bir sezon geçirmiş olan Soner Şentürk. Ortada bunlara verebileceğimiz bir 40 dakika var. Çiftli sayılar tekli sayılara tam bölünmüyor. Benim kafamda şu vardı: 12 oyuncuyu hazır tutmam lazımdı. Zaman zaman birini ön plana çıkarıp zaman zaman diğerini ön plana çıkarmam gerekiyordu. Sakatlandın mı erken iyileş ki yerini diğer oyuncuya kaptırma. Bir challenge durumu yaratmaktı amacım. Zaman zaman Serkan'ı hiç oynatmadım, zaman zaman Bekir’i hiç oynatmadım. Hatta Andre Owens’ı hiç oynatmadığım maçlar da oldu. Çünkü 2-3 dakika oynatmanın bir faydası yok. Oyuncu en az bir 10 dakika oynamalı. O yüzden birisinden vazgeçmem lazım. 3 tane guard var ve birisi mutlaka daha az oynayacak.

Bolbasket: Aslında Telekom için şunu da söylemek mümkün. Telekom o yıl çıkan (iyi performans gösteren) oyuncuyu (oyun kurucuyu) alıyor fazlaca şans vermiyor. Örneğin Barış. Yetenekli ve kaliteli bir oyuncu. Neyse röportajın başında Lang ve Dudley için bu oyuncularla yollar ayrılabilseydi ben bu oyuncularla başlamayacaktım diye algıladım. Doğru mu?

Özyer: Açıkcası ben bu oyuncularla yolları ayırmak istedim ama Dudley’in durumu çok özeldi ki ondan bile çıkmaya çalıştım. Kerem’in dopinginden sonra Türk oyuncu ihtiyaçları olması bağlamında onu Efes Pilsen’e teklif ettim. Ama kabul etmediler. Ben şöyle düşünüyorum: Hüseyin benim sistemimde önemli bir parça. Winner karakteri var. Tecrübesinin de en üst noktasında. Hedef Türkiye’de kupa kaldırmak. Hüseyin’i almayı kafayı koymuştum. Ama Lang’le de aynı tarz oyuncu. Erwin de öyle. Hareketli uzun olmayınca onların hepsinin eksik yanları daha fazla ön plana çıkıyor. Dolayısıyla orada uzunlarda bir kimya problemi olduğunu düşünüyorum. Bazı mecburiyetler var. Kapı gibi kontratlar var ve maddi anlamda bir fedakarlık yapmayınca bu durum ortaya çıkıyor. Ben bu oyuncuların gitmesi için gerekli zemini oluşturmak adına elimden gelen her şeyi yaptım ama olmadı.

Bolbasket: Doğrusu biz de kendi aramızdaki konuşmalarımızda Telekom pota altının ağır ayaklı oyunculardan kurulu olduğunu konuşmuştuk. Bilbao ve Petersburg maçları bu nedenle kaybedildi diye düşünüyoruz.

Özyer: Petersburg maçı özel bir durumdu. Orada bir şeyi risk almak zorundaydım. Yeni koç geldi ve ne yapacaklarını bilmiyoruz, skorerlerimiz yok. Lang de yok. Erwin ve Hüseyin’le oynadık o bölgede. Mallet grip nedeniyle serum alarak oynayabildi. Tutku’nun da sakatlık sonrası ikinci ya da üçüncü maçıydı. Beklemedikleri bir şey yapalım diye düşündük. Tam saha pres ve zone pres yapalım dedik. Çift guardla başlamanın dezavantajı o maçta Soner de sakattı. İdmanda ayağını burkmuştu. Düşündüğüm şuydu oyunun başında kırılırsam yeni bir takımla toparlayamam. Rusya’da hakemlerin de işin içine gireceğini düşündüğümden benim maçı kopartmadan, kafa kafaya götürmem lazımdı. Oyun kontrolü bende olmalıydı ve o yüzden iki guardı da kullanmaya karar verdim. Felsefemiz buydu ve maçın başında tuttu ama sonunda Tutku ve Mallet’in fizik olarak düşmeleri, kolay yediğimiz sayılarla kaybettik.

Bolbasket: O maçın son beş dakikasında hiç şut sokamadık.

Özyer: Ama maçın başında içerden Dudley ile sayı ürettiğimizden dışarı risk etmek zorunda kaldılar ve biz dışarıdan atabildik. Bir maç sonrası CNN muhabiri bana dedi ki (kucağımda kızım da vardı) siz “bugün çok dışarıdan attınız. Telekom böyle başarılı olabilir mi?”. Ben de “içeriyi vermedikleri sürece dışarıdan atmak zorundayız ki içeriyi açsınlar. İçeri girebilmemiz için içeride ikili sıkıştırma olmamalı. Önce içeri sonra dışarı dedim ben. Ondan sonra başka bir muhabir geldi ve aynı soruyu sordu. Kızım 2 yaş 7 aylık dedi ki “önce içeri sonra dışarı.” Röportajı benim yerime kızım vermiş oldu. O maçta başta Dudley ve Hüseyin’le içerden çok sayı bulduğumuz için içeri kapandılar ve biz dışarıdan boş atışlar yakaladık.
Bolbasket: Serkan’da bir problem var gibi. Tau’dan sonra bir daha o Serkan’ı izleyemedik. Mutlu değilmiş gibi. Tuborg, Ülker ve Tau’da çok iyiydi. Milli takımda çok iyiydi. Dünya Şampiyonası’nda 6. olan milli takımın kilit oyuncusuydu. Ama Serkan’a ne oldu, ne değişti.

Özyer: Bu fikre katılıyorum ben. Serkan’la da bu konu hakkında görüştük sene başında çünkü bizden ayrılma durumu vardı sezon başlarken. Ben kalmasını istediğimi söyledim. Kendimize bir takım hedefler seçtik ve bu hedeflerin içinde Türk Telekom'un şampiyon olması, onun da milli takıma seçilmesi vardı. O yönde de Serkan’la iyi bir iletişimimiz vardı. Yere atladığı çok maç oldu. Savunmaya çok katkı verdiğini gördük. Bu sene sakatlanana kadar iyiydi. Ben bu seneki performansından memnundum. Düşündüğümüz düzeyde gidiyorduk. Ben bu sene onun için yeniden çıkış yılı olacağını düşünüyordum. Ve bu yolda ilerleyeceğini düşünüyorum. Ama Fenerbahçe maçında 3:44 varken çalınmayan bir faul sonrası sakatlandı. Top çaldık turnikeye girdi ve üzerine Kinsey düştü. O pozisyonda sakatlandı. Sakatlığından sonra ilk Karşıyaka maçında sahaya çıktı.

Bolbasket: Serkan’ın kişiliği konusunda olumsuz bir görüş vardı. Siz Serkan’ı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Özyer: Her insan gibi o da belli evrelerden geçti. Özellikle Ülker’de dopingden dolayı ceza alması, onun hayatındaki önemli değişikliklerden biri diye düşünüyorum. O dönemde eşinin ona çok büyük destek olduğunu biliyorum ve eğer şu an Serkan hala basketbolu ile varolabiliyorsa eşi Sezin’in onun bu hale gelmesinde büyük emeği olduğunu düşünüyorum. Serkan’la çalıştığım bu kısa dönemde büyük bir zorluğunu görmedim. 78 doğumlu, olgunluk dönemini yaşıyor diye düşünüyorum. Bu arada Ülker de doğru bir şey yapıp o günlerde Serkan’ı sahiplendi. Bünyesinin dışına da atabilirdi. Ülker bir buçuk sene onu bünyesinin içinde tuttu.

Bolbasket: Sizin yardımcı koç olduğunuz dönemde lenfoma teşhisi konan Haluk’u Ülker neden bünyesinde tutmadı? Hasta bize faydası dokunmayacak diye düşünülerek Haluk’u tutmadıkları yönünde bir eleştiri vardı.

Özyer: Bu çok eskiden kalan bir olay ve bence o dönemin yöneticisi ile Haluk’un cevap vermesi daha doğru olur.

Bolbasket: Cemal’in yaşadıklarını nasıl değerlendiriyorsunuz ve Cemal bu yaşananlardan nasıl etkilenir? Galatasaray’a verilen ceza konusundaki fikirlerinizi merak ediyoruz?

Özyer: Ağır bir ceza. Ama böyle bir şeyin emsali var mıdır yok mudur bilmiyorum. Galatasaray’ın küme düşmeyeceğini düşünüyorum. Şu an çok rahat oynuyorlar. En büyük avantajları da o. Üzerilerinde stres yok. En kötüsünü yaşadılar zaten. Biz iki maç kaybederek gittik oraya. Onlar ise rahat rahat oynadılar ve kazandılar. Cemal Nalga bu olaydan çok derinden etkilendiğini düşünüyorum. Psikolojik bir çocuktur o. Senelerce milli olmuş, farklı klüplerde oynamış, Tuborg’da, Galatasaray’da, bu anlamda deneyimli. Bazı şeyleri bu düştüğü durumla daha çabuk öğrenmiş oldu. Bir daha aynı hataları yapmayacağını düşünüyorum. Bence duygusallığı da kenara bırakıp menejeri ile birlikte planlamasını yapmalı. Zaten aldığım haberlerde o yönde. Yurt dışında oynama isteği var.

Bolbasket: Bu sene çok iyi başlamıştı ve onun çıkış senesi olacaktı. Yazık oldu diye düşünüyorum.

Özyer: Türkiye’de hiçbir şeyin garantisi yok. Belki Cemal’in yanına Fatih Solak yine transfer edilecekti bu bağlamda Cemal yine az süre alabilirdi. Sezona iyi başladığı görüşünüze katılıyorum ama sezonun devamının ne getireceği konusunda kimse bir şey diyemez.

Bolbasket: Uzun oyuncu biraz geç olur, olgunlaşır. Oynaya oynaya olgunluk kazanır. Örneğin Tamer. Tamer 29-30 yaşından sonra Tamer oldu. Kerem çok sevdiğim bir oyuncudur orası ayrı ama doping yaptı. Doping yapan oyuncuya 1 yıllık ceza ama başkasının forması ile oynayan oyuncuya iki yıllık ceza. Bu iki cezayı yan yana koyduğumda vicdanen tartamıyorum.

Özyer: Burada aslında şu var. Olayın en kötü kısmı Cemal’in Tufan’ın formasını giymiş olması. Bu birincisi. İkincisi ise bunun hiç olmamış gibi federasyona bildirilmesi. Belgede sahtecilik. Belgede sahtecilik olması her şeyin önüne geçiyor. Normal bir mahkemede bile yargılanabilecek bir suç olabilir.

Bolbasket: Galatasaray’ın son dönem koçlarına baktığımızda sizden sonra Koray Mincinözlü var, Okan Çevik var. Dışardan bakınca klübün liseli koçları tercih ettiği izlenimine kapılıyoruz. Galatasaray böyle bir gelenek mi oturtuyor ya da yönetimin bu yöndeki bir tercihi mi liseli koçlar? Liseli olmak ile Galaatsaray koçu olmak arasında bir bağlantı var mı?

Özyer: Bu aslında dışarıdan bir bakış açısı. Dışarıdan bakınca öyle gözüküyor. Çünkü sonuç öyle. Burada iki farklı bakış açısı var. Birincisi,Galatasaray Lisesi'nden sadece iyi politikacı, sanatçı, mühendis, doktor çıkmıyor, iyi antrenör de çıkıyor. İkinci bakış açısı ise herkes, her antrenör Galatasaray klubünün içine girmeye cesaret edemiyor. Teklif sadece liseli koçlara yapılmıyor. Başka koçlara da teklif yapılıyor. Kabul etmeyenler var, başka şartlar öne sürdükleri için yönetim tarafından geri çevrilenler de var. Kısacası ben liseli olmanın bir suç olduğunu düşünmüyorum. Galatasaray lisesi mezunu olduğum için çok mutluyum. Benim hayatımda çok önemli değerler kazandırdı. Yaşam felsefimim şekillenmesinde önemli yeri var… Ayrıca başkaları da Galatasaray’da koçluk yaptı. Jack Avina, Üner, Siyavuş gibi liseli olmayan koçlar da vardı.

Bolbasket: Yani son dönemde üst üste üç liseli koç gelince böyle bir düşünceye, izlenime kapıldım doğrusu.

Özyer: Demek ki başkası da oraya girmeye çekiniyor. Böyle de bakılabilir. Ayrıca Galatasaray lisesinden iyi koç da çıkıyor.

Bolbasket: Cemal Nalga skandalına geri dönmek istiyorum. Çünkü büyük bir salaklık ya da akıl tutulması var. Tam olarak da bir türlü anlamlandıramıyorum. Oyuncuların aklı tutuldu. Bir şey olur mu diye düşünmemişler. Cemal’in Tufan forması giymesi ile dalga geçmişler. Ciddi olabileceğini kimse düşünmüyor. Ama ortamda büyük bir sahtekarlık var. Başka bir hazırlık maçı alınamaz mıydı? Nasıl böylesi bir akıl tutulması yaşanabilir?

Özyer: Ben bu olayı haber kanalından canlı yayında duyduğumda, aklıma iki şey geldi. Birincisi, olayı yaşayan insanların aileleri var. Ailecek yaşayacakları travmayı düşündüm. Onlar için ve başıma böyle bir şey gelmemesi için dua ettim. İkincisi ise biz bu işle yaşayacağız. Bu bir virüs, insanın içinde 30 yaşında olursa 70 yaşında da olur. Bu virüsü vücuttan atmanın mümkün olmadığını düşünüyorum. Böyle bir hata yapma ortamım olmaz diye dua ettim. Doğrusu konuşulacak bir çok şey var. Ancak bunu olayı yaşayanların ağzından dinlemek, üzerine yorum katılmamış şeyleri dinlemek lazım. Galatasaray’da imaj zedelenmesi çok önemli bir şeydir. Eski başkanlar ve divan kurulu toplandı ve gerekirse biz bile yönetim olarak toplu istifa konuşuldu. Şerefimizle ikinci lige düşelim kararını alabilecek bir duruma gelindi. Galatasaray gibi bir camiada bu tip şeyleri kaldırmak kolay olmuyor psikolojik manada. Ancak Türkiye’de şöyle bir şey de var. Olayın içindeki insanlara da söyledim. Türkiye’deki insanların geneli, balık hafızasına sahip. (bu arada balıkların hafızasının öyle sanıldığı gibi 2-3 saniye olmadığını bilim adamları ispat etmişler). Türkiye’de bazı şeyler çok çabuk unutulabiliyor. Bu olayın da unutulacağını düşünüyorum. Mühim olan bu olayı yaşayanların minimum zararla bu olayı atlatması.

Bolbasket: Biz Telekom maçlarına gitmiyoruz. Telekom garip bir taraftar kitlesi yarattı. Kendilerine el altından verilen biletleri satan, içeri giriş sırasına müdahaleler eden, Ankara’nın Çinçin mahallesinden gelen kendilerini "gecekondu" olarak isimlendiren garip bir oluşum. En son voleybel maçında olay çıkarttılar. Bu oluşum hakkında sizin bilginiz var mı? Telekom yönetiminin bu oluşum konusundaki düşüncesi hakkında bir bilginiz var mı? Bu oluşumu Telekom idarecileri yarattı ve gerçek basketbol seyircisini adeta küstürdüler. Bu sorunun muhatabı siz değilsiniz ama bu oluşum hakkındaki görüşlerinizi merak ediyoruz.

Özyer: Bu soruda sessiz kalma hakkımı kullanıyorum.

Bolbasket: Peki size seyirciden bir tepki oldu mu?

Özyer: Oldu. Fenerbahçe maçından sonra “İstanbul’lu koç istemiyoruz, Özyer istifa” dediler. Ercüment Sunter göreve dediler. İspanya liginin bu haftaki seyirci ortalaması 4500-5000. 9000 kişinin seyrettiği lig maçı var. Derbi haftası bile değildi bu hafta, düşünün. Adamlar 9000 kişiye oynuyorlar biz 300-500 kişinin hesabını yapıyoruz. 300 kişi gelse ne olur, 250 kişi, gelse ne olur. 50 kişi gelse ne olur? Sen orayı full dolduramıyorsan, olmuyor. Türkiye’nin önemli problemlerinden birisi bu. Türkiye’de Karşıyaka haricinde bu sorunu halletmiş bir takım yok. Karşıyaka 3500-4000’leri buluyor. TBL avrupanın en iyi 3 liginden biri diyorsak, maçları full oynamak lazım.

Bolbasket: Erman Kunter "Cholet takımının seyirci ortalaması 4300" dedi.

Özyer: Evet. Orada çok önemli bir şey dedi Erman Abi. Eğer normal seyirci sayısı ortalamanın altına düşerse yönetim kurulu koçu çağırır. Bu takımda ne oluyor diye sorar.

Bolbasket: Fransa liginde bile maçlar full’a yakın oynanıyor.

Özyer: Bırakın Fransa ligini ben Galatasaray ile Hollandaya gittim. 30 fark attık. Rakibin adını bile hatırlamıyorum desem yeri var. O takım 3500 full satmış ve 500’de yukarılarda yeri var onun 300’nü Galatasaray seyircisine vermiş. Kalan 200’üde satmış dışarıda. Hollanda basketbol liginden bahsediyorum. Avrupa’da Protokol tribünü öyle sahayı ortadan gören en iyi yer olmaz. En iyi yerleri en pahalıya satarlar. Maccabiye git 10000$ verirler sezonluk. Bizim yöneticiler protokol sahanın ortasına hakim olmadığından aşağılama olarak görüyorlar bu durumu. Bu sahayı en iyi gören yeri protokole ayırmak mantığı bir tek Doğu Avrupa’da var. Rusya, Romanya ve Bulgaristan’da böyle tribünler var.

Bolbasket: Telekom'da kaybedilmiş hiçbir şey yoktu aslında. Spartak’ı en az 3 sayı farkla yenip tur atlayabilecek güçte. Ligde ise en kötü 3-4 yaparlar. Kaybedilmiş bir şey yoktu. Uleb'den elenmiş olsanız anlaşılır.

Özyer: Ben bırakmadım ve bu yönetimin düşüncesini onlara sormalısınız. Geçen sene ayağım geri geri gidiyordu. Klüp ortamı, takımın içindeki huzursuzluklar. Galatasaray’da o dönemde son bir ayımda eve çok sıkıntılı geliyordum. Uyuyamıyordum. Ben duygusal bir insanım ve yaptığım işten keyif almam lazım. Geçen sene bu bağlamda bırakınca çok rahatladım. Benim Telekom'dan ümidim vardı. Bir takımın mücadele isteği varsa o takım her şeyi, başarabilir. Bizim takım birbiriyle uyumlu ve basketboldan keyif alan bir takım. Böyle oynayarak kaybettiğimiz maçlar da oldu. Bornova maçı örneğin. İki tane mola lındı birini ben birini de onlar aldı. Daha ben söylemeden Bekir "faul yapacağız değil mi koç" dedi. Evet iki tane faul yapacağız. 3 faulumuz var. Faul yapacağız 4 olacak ve bir faul daha yapacağız ve iki atış sonrası maç bitecek. Lamayn Wilson switch yaptı ve shipp ile eşleşti. Adam topu aldı, fake attı, dribbling yaptı. Vakti de var yani. E vur be kardeşim. Beraberlik sayısını attılar. Banvit maçı. Bir tutku bir de mallet geri saha yaptılar. Bu tip hatalar tabi ki olmaması gereken hatalar. Fenerbahçe maçı, Bekir’in kaçırdığı boş şut var. bunlar olabiliyor. Beşiktaş futbol takımına bakın. 8 hafta puan kaybetti sonra da 8 hafta kazandı. Bunlar olabiliyor. İnsanda hata bulmak isteyince bu hatayı bulabileceğiniz basketbol kadar kolay bir spor yok. Bu sonuçta işverenlerin almış olduğu bir karar.

Bolbasket: Ercüment Sunter’le görev paylaşımı nasıldı? Telekomda bu yeni bir oluşum?

Özyer: Aslında Türkiye’de bu yeni bir oluşum. Bunu Galatasaray’da Nur Germen ile yaşadım. O teknik menejerdi. Onunla hem uyumlu hem de keyifli çalıştık Bu Türkiye’de yapılmaya çalışılıyor. Bu görevi en iyi yapacak insanlardan birisinin Ercüment Sunter olduğunu düşünüyorum. Bu klübün neredeyse kuruluşundan beri var. Telekomun son 15-20 senesinde var. Klüpte önemli bir şey yaptı ve koçluğu bıraktıktan sonra ona böyle bir mevki teklif ettiler ve o da kabul etti. Teknik değil de bunun ismi genel menejerlik olmalı ve ismi de sportif direktörlük olmalı.

Bolbasket: Yapı Aykut Kocaman Daum gibi miydi?

Özyer: Bilmiyorum ki onların yapısını.

Bolbasket: Aykut Kocaman hiç karışmıyor gibi.

Özyer: İçini bilmiyoruz ama.

Bolbasket: Sunter teknik konulara karışıyor muydu? Şu oyuncu oynasın gibi?

Özyer: Ben çevremdeki herkesin tecrübesinden yararlanmaya çalışırım. Benim böyle bir yapım var. Herkesin fikrini alırım ama sonuçta hiss ettiğim şeyi yaparım. Doğrusuyla, yanlışıyla. O benim kararım olur. Doğrusu ben her attığım adımda asistan koçlarımı da danışırım. Konuşuruz. Ercüment Sunter bizimle olduğu zaman da her zaman onun fikirlerini sorduk. Bu sistemin ileride oturabileceğini düşünüyorum.

Bolbasket: Birden fazla sayıda koçun denenmesi de farklı bir yöntem olarak var. Milli takımda Aydın Örs, Çetin Yılmaz, Tolga Öngören ve sizin de olduğunuz bir yapı vardı.

Özyer: Evet. Orada Aydın Abi kadar Çetin Yılmaz’ın da önemi var. Bu tip oluşumlarda kompleksli insan olursa sinerji yerine eksi enerji çıkar. O grupta bizim yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Gece üçe kadar konuşurduk. Fıkra da anlatsak beraberdik, teknik mesleleri de konuşsak beraberdik. Tolga ile ben analiz ekibiydik. Rakibi analiz ediyorduk ve her şey bizim odada olurdu. Çok keyif alırdık. Sonunda güzel bitmesi ayrı bir keyif olmuştu tabi ki.

Bolbasket: Hazır milli takıma gelmişken, koçlar doğrusu meslektaşlarını eleştirmeyi çok sevmeyebilir. Çoğu insan gibi biz de milli takımın eline geçen fırsatlçarı kaçırıdığı ve kaçırmak üzere olduğu konusunda hem fikiriz. Bu generasyonun çok iyi değerlendirilmediğini düşünüyoruz. Nur Gencer’,n de son dönemdeki açıklamaları, milli takımın başına Türk koç getirilmesi yönünde. Tanjevic hakkındaki görüşlerinizi nelerdir. Futbolda çok fazla iyi antrenör yok. Mustafa Denizli ve Fatih Terim ismi geçer hep. Basketbolda ise çok fazla sayıda değerli koç olduğunu düşünüyoruz. Aydın Örs, Ergin Ataman, Mahmudi, Erman Kunter çok sayıda isim sayabiliriz. Bazı isimlere yıllar geçse de milli takım koçluğu verilmeyecek gibi. Alternatif yokmuş gibi düşünülmemeli. Tanjevic’in bu generasyonu harcaması bizi üzüyor. Bu konulardaki görüşünüz nedir?

Özyer: Bu işin bir patronu var. Basketbol Federasyonu. O patronun da bir görüşü Tanjevic. Tanjevic’in de bir kendi felsefesi var. 7 senedir hedef olarak bu turnuva konuşuluyor. Bunu ben beyin uyuşması olarak düşünüyorum…Bu ekip göreve geldiğinde bir sürü genci aldı ve biz bu gençlerle 2010’a kadar götüreceğiz dediler. Bu gençlerden Hakan Demirel ilk beş oynuyordu mesela. Kerem Tunceri Uleb şampiyonu olduktan sonra formdayken seçilmedi. Nispeten daha kötü bir sezon geçirdikten sonra, basketbolu olgunlaştı diye takıma alındı. Şimdi şunu söylemeye çalışıyorum. Görünen bir şey var. Ama bu konulara ilişikin eleştiri yapanlar, milli takım düşmanı ilan edilir. Zaten şu andaki mantık da 2010 senesine geldik ve herkes şu an destek versin. Milli takımda Türk çocuklarının çok duygusal olduklarını gördük. Türk halkı da o anı bekliyor. Federasyonda medyayı iyi kullanıyor. Tansiyonu çok yukarı çekecekler, teknik açıdan hazır olursak ve seçilen oyuncular formda olan oyuncular olursa, ben bu turnuvada başarılı olacağımızı düşünüyorum. Türk çocuğu seyirci önünde bir birimlik performansı 3 birime kadar çıkartabiliyor.

Bolbasket: Mehmet Okur’un milli akıma kazandırılmaması sebebi ne olursa olsun koç, yönetim ya da menejerden kaynaklı olsun önemli bir zafiyet olduğunu düşünüyoruz. Almanya Nowitzki' yi milli takımda kullanabiliyorsa biz neden Okur’u kullanamayalım?

Özyer: Sorun çıkaran bir kişi değil ve bir oyuncu da değil. Sorun çıkaranları basketbolun çok çok içinde içinde olanlar biliyor. Önceki konuya geri geliyoruz aslında. Burada bir patron var ve patronun bir genel müdürü var. Onun da bir işletmeyi kullanma sistemi, felsefesi var. O da "ben iki tane NBA’li oyuncuyu oynatmam" diyor. Bence Mehmet'i de kadroya almaya çalışacaklar. Çünkü yaratacakları tansiyon, ve bunun yaratılmasında medyanın etkisi düşünüldüğünde, medya ile Türk halkı yönelendirilecek. Eğer halkın bu ikilemde kalmasını engellemezlerse işler tersine döner. Doğru strateji seçip halkın da benimsenmesi sağlanacak. Dolayısıyla halkın da ikilemde kalmaması için bu kararın bir an önce alınması gerekiyor. Mehmet Okur’u çok tanımıyorum ama şunu düşündüğünü tahmin ediyorum: çocuklarına, torunlarına anlatacağı bazı şanslar insanın eline gelir. 2010’da öyle şanslar bir tanesi. Bunun hiçbir grantisi yok. Koskoca Obradovic’li Yugoslavya, kendi evinde elendi finalleri göremedi. Hatırlarsınız. Rüya takımıydı o. Yani bunun hiçbir garantisi yok. İkilemler oluyor. Biz savaşan bir takımla mı buraya gelelim yoksa kağıt üstünde en iyi oyuncularla mı? Bu ikilemi zorlayacak yazarlarımız da olacak. Fikir çatışması da olacak. Önemli olan milli takım yetkililerinin bir karar alıp bu kararın arkasında dim dik durabilmesinde. Eğer gözler biraz kayarsa, yani bir ikilem olursa kafalarda o şampiyonayı bizim için kötü sonuçlandırabilir.

Bolbasket: Peki Hocam bu şampiyonadaki olası bir başarısızlık hepimizi derinden sarsar. Yıllardır bu turnuvayı bekliyoruz. Bu anlamda Türkiye basketbolu için bence büyük bir kayıp olur ama benim merak ettiğim bu turnuvadaki başarısızlıktan Tanjevic’in ne gibi bir kaybı olacağıdır? Çünkü bildiğim kadarıyla 2010 sonrası emekli olacak.

Özyer: Ben buna bir virüs diyorum. Yani her koçta bu virüsden vardır. Kazanmayı hep istersiniz. Bir insan bu işi yapıyorsa hep kazanmak ister. Kazanmadı diye ölmez tabi ki. Kısacası Tanjevic’de kazanmak isteyecek.

Bolbasket: Mutlaka kazanmak isteyecek ama göreceli olarak ondan daha fazla kazanmak isteyecek koçlar var ve kazandıkları takdirde kariyerleri açısından da bundan daha iyi faydalanacak koçlar var. Kimin daha çok kazanmak isteyeceğini ölçmek tabi ki mümkün değil ama örneğin bir Ergin Ataman yılardır ben bu takımı bedavaya çalıştırırım diyor. O gelsin anlamında söylemiyorum ama bir meydan okuma var. Aydın Örs var, Mahmudi var. Türkiye’de çok sayıda değerli yerli koç var. Neden Tanjevic’e mecburmuşuz gibi bir durum var?

Özyer: Tabi bunun kriteri çok istemek değil. Milli takım antrenörü olmayı isteyecek çok insan var bunu yapabilecek yetenekte olmasalar da. Hatta bırakın para istemeyi üzerine para verecek insanlar bile var. 2010’da evinde Dünya Şampiyonası oynuyorsun. Bu ülkede böyle bir şans insanın eline kaç kere geçer?

Bolbasket: Burada ciddi bir adaletsizlik olduğunu düşünüyorum. Hocam kaç hafta Telekom’la ligde yer aldınız.

Özyer: 12 hafta.

Bolbasket: 12 hafta da bir başarısızlık var mı? Daha doğrusu bir başarı ihtimali var mı? Yok olamaz da zaten. Uleb’de yolunuza devam ediyorsunuz. Ligde de öyle. Ama görevinizden alınıyorsunuz. Ercüment Hoca, 17 yıl mı 20 yıl mı Telekom’da. Ama toplasak 3 tane kupası var. birisi de cumhurbaşkanlığı kupasıydı. Onu da saymazsak elle tutulur doğru dürüst bir başarı yok. Türkiye’de bir kurum başında bence başarılı olmadan bu kadar süre kalıp, üstüne bir de terfi almak. Şimdi Milli Takım'a bakıyorum. Tanjevic, Türkiye’nin gelmiş geçmiş en iyi neslini teslim aldı. Final oynamış bir takımı aldı. Hedef 2010 denilip duruyor. Arada 4-5 tane turnuva geçti. Başarı yok. Gerek sizin durumda gerekse milli takımdaki bu durum adaletsizlik değil mi?

Özyer: Bunun ismi adaletsizlik mi ben bunu bilmiyorum. Milli takımı konuşurken dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz. Bu adaletsizlik değil, bu bir görüş. Adaletten çok ülkenin basketbolunu idare edenin bir görüşü var. bu tabi ki tartışılacak. bunlar eskiden de tartışılıyordu ama bu kadar göz önünde olmuyordu. Medya çok gelişti. Bu eleştirtiler internet aracılığıyla her ortamda oluyor. Benim asıl eleştirdiğim şey şu an yönetenlerin eleştirilere karşı açık olmamaları. Eleştiri olabilir ama yine kendi bildilklerini, doğrularını yapabilirler. Eleştirenleri eleştirmek zorunda değilsin. Eleştiriler insanı motive edebilir. Eleştiri illa ki kötü bir şeymiş gibi algılanmamalı. Eleştiri adeta sandalyede sırt dayanan yerde çivi gibi olmalı.

Bolbasket: Klüp başkanı ile federasyon başkanı farklı görevleri olan insanlar. Federasyon başkanının klüp başkanı gibi faaliyet göstermemesi gerekmez mi?

Özyer: Biz de basketbolun yapılanmasında yanlış var. Basketbalda günümüzde en ileri ülke İspanya ve orada ACB diye bir kuruluş var. Böylesi bir yapılanma olmadıkça günlük işlerle uğraşırsın. Biz de asıl sorun yapalanmada ve ana çatı da. Bu organizasyona klüpler ses çıkartamıyor. Neden? Çünkü fikirleri yok. Çünkü basketbolu bilen yöneticileri yok. Adam seçimle iki sene o koltuğa geliyor ama ikinci senesini bütün olarak o seçimi kazanmaya odaklanıyor. Dolayısıyla bu yapıda ne alt yapı oluşturabilirsin ne de düzgün bir organizasyon. Oranın başında koyduğun insan da basketbolu sadece televizyondan izlemiş bir insan hatta zaping yaparken izlemiş bir insan oluyor. O adamın arkadaşları var. Arkadaşı diyor ki sen sizin takıma Ahmet’i neden almıyorsun? Niye alayım diye soruyor. Arkadaşı diyor ki “Ahmet çok iyi oyuncu”. Sonra o yönetici geliyor ve diyor ki “hoca biz ahmeti alıyoruz.” soruyoruz “Ahmet’i kaç kere izledin” diye. Cevap veriyor “methini çok duydum. Çok iyi oyuncuymuş” diyor. Yönetimler böyle olunca aslında biz burada boşa konuşuyoruz. Ligi kim yönetiyor, nasıl yönetmeli. Asıl mesele burada. Hakemlerin kulağı çekilmiyor mu? Uleb’de 24 saat içinde maç sonrası hakem hakkında rapor vermek zorundasın. Euroleaugue’deki sistemi Uleb’e de getirdiler. 3 hakem sana bir Excel file gönderiyor. Hakem değerlendirme formu. Uleb yönetimi forma bakıyor ve sonra hakeme dönüp diyorlar ki: bak İki koç da sana violation’ları yanlış çaldığını belirtiyor. İki hafta maç vermiyorlar. Bu İtalya liginde de var. İspanya liginde de.

Bolbasket: Türkiye’nin şu anda en iyi yabancı oyuncusu kim? En iyi yerli oyuncusu kim? İsim olarak değil de oyun olarak en iyisi size göre kim?

Özyer: Yerli için şu an Kaya Peker’i düşünüyorum. Yabancı oyuncu olarak ise euroleaugue performansını katmayarak sadece ligdeki performansa bakarak Shumpert diyebilirim. Onun ligde yaptığı bazı şeyler var ama Avrupa’da aynısını yapmasına izin verilmiyor.

Bolbasket: Hocam geleceğe ilişkin plan-program ne düşünüyorsunuz? Beşiktaş'ın mevcut kadrosunu düşündüğümde ve ligdeki durumunu düşündüğümde bence Beşiktaş için ideal bir aday konumundasınız. Özellikle Chatman bana öyle geliyor ki sizin oyun sisteminiz için yıllardır arayıp da bulamadığınız oyun kurucu olarak düşünüyorum. Geleceğe ilişkin planlarınız nelerdir?

Özyer: Çok iyi bir hafta geçirmedim. Bağlantılı olduğum bazı koçların yanına gidip bir dönem, kendimi geliştirmek ve vizyonumu daha farklı hale getirmek için onların organizasyonlarını öğrenebilmek için farklı bir kaç ülke ve bir kaç koçun yanında 5-10 gün geçirmeyi düşünüyorum. Kendimi yenilemek istiyorum. Gelecek sezonun başından itibaren de eğer bir teklif gelirse onlara bakacağım.

18 Ocak 2010 Pazartesi

Kuralar Çekildi


Grup sıralamasını E-F-H-G oalrak ele alsak ilginç bir durum çıkıyor. İlk iki sıradaki takımlar sırasıyla daha kuvvetli takımlar. Kısacası 1. torba olarak bakıldığında bence güç sıralaması 1- barca, 2-panat 3- oly ve 4- cska ikinci torbanın güç sıralaması ise 1- panat 2- siena 3- labarol 4-unicaja. ilk iki torbanın belirleyiciliği ve gücü ele alındığında en zor grup E sonra ise F grubu olduğunu söylemek mümkün. E açık ara en zorlu grupken sonrasında ise efes'in grubu geliyor ardından h grubu ve en kolay grup ise g grubu olarak karşımıza çıkıyor. Bu grupta efes'in şansı çok zor. gerçi başka grupta dahi olsa işi zor olacaktı. sadece grupları paylaşmak istedim. asıl değerelndirmeyi daha sonra yapacağım.

15 Ocak 2010 Cuma

Murat Özyer'le Sohbet (1)


Bolbasket olarak bu sohbeti Ağustos ayında sezon başlamadan önce planlamıştık. Ancak takımın kampları, Avrupa kupaları ve lig derken bir türlü biraraya gelemedik. Kısmet bugüneymiş. Ankara'da Turan Güneş'teki Liva Pastanesi'nde yaklaşık 3 saat süren çok samimi bir o kadar da keyifli ve sıcak bir sohbet ettik. Kendisine bu güzel sohbet için teşekkür ediyoruz. Basketbol antrenörlüğüne başlamasından, Galatasaray’a, Telekom’dan Milli Takım’a kadar bir çok konuda sohbet ettik. Çok uzun olduğundan 2 bölüme ayırmak istedik. Bugün ilk bölümünü yayınlıyoruz.

Bolbasket: Söz gider yazı baki kalır düsturuyla hareket ederek biz bir blog kurmaya karar verdik. Basketbolda konuştuklarımızı paylaşalım istedik. Doğrusu, basketbol dolu sohbetlere açız.

Özyer: Basketbol sohbeti etmek çok zevkli, bir de farklı pencerelerden baktığın zaman yeni bir bakış açısı açılıyor. Doğru veya yanlış ama biraz o pencereden şöyle uzun uzadıya bakma şansın oluyor. En azından düşündürtüyor. Üniversitenin ilk yıllarıydı galiba 1987 civarı. Bir arkadaş grubumuz vardı. Ben bunu çok sık anlatırım çünkü basketbol antrenörlüğü çok çarpıcı bir durumu işaret ediyor. Bir kızı beğendim ve gruptan ayrılıp çıkma teklif edeceğim. Akşam telefon açtım. “Yarın seni kahvaltıya götürebilir miyim”, diye sordum. “Biraz sohbet etmek istiyorum” dedim. Biraz durdu ve “15 dakika sonra seni arayabilir miyim” dedi. “Tabi” dedim. Aradı ve “annem de gelebilir mi” dedi. (bol gülüşmeler)…Hayır dersen olay orada bitecek. Mecburen “evet” dedim. Neyse uzatmayayım annesi geldi…Ordan buradan sohbetten sonra annesi: “oğlum sen ne iş yapıyorsun” diye sordu. “Okuyorum” dedim. “Sonra ne iş yapacaksın” dedi. “Şu an antrenörlükten para kazanıyorum.” “Ne antrenörlüğü” dedi ve “basketbol” dedim. “İleride ne iş yapacaksın” dedi? “Antrenörlüğe devam edeceğim” dedim. “Hayır hayır” dedi, “meslek olarak ne yapacaksın.” “İşte basketbol antrenörlüğü” dedim. “Ben tam anlatamıyorum galiba” dedi. “Hani ekmek kazanacaksın eve ekmek götüreceksin. Hangi işle” diye sordu? Dedim “basketbol antrenörlüğü ile.” “Tamam o zaman” dedi ve bir daha görüşmedik.

Bolbasket: Şu an evlisiniz ve antrenör olmanıza ses etmeyen bir kayınvalideniz var her halde?
Özyer: Evliyim çocuğum da var. Kendimi garantiye aldım. Basketbol dünyasında değerli bir eşim var. (gülüşmeler)…

Bolbasket: Ankara’da kalmaya devam edecek misiniz?

Özyer: Eşim Derya Ted Kolejin İkinci Lig’de ki bayan takımında teknik menajer olarak çalışıyor . Şubat’ın sonuna kadar Ankara’dayız.

Bolbasket: Ankara’ya daha önce maç haricinde gelmiş miydiniz?

Özyer: Askerliği burada yaptığım için aşağı yukarı bir sene burada kaldım.

Bolbasket: Hangi seneler?

Özyer: 90’lı yıllar 93 falan olmalı. Asteğmen olarak yapmıştım ve Tunalı’da iki arkadaş (asteğmenle) ev kiralamıştık… O dönem ümit milli takımında görevliydim ben. Askerliğin ilk dört ayı basketbolla geçti.

Bolbasket: Koçluğa nasıl başladınız?

Özyer: Beni oyunculuktan erken elediler. Yıldız takımındaydım Galatasaray’ın. Sen basketbolcu olmayacaksın ama basketbolu da çok seviyorsun. Antrenörlüğe başlar mısın dediler? Olur dedim ve bir mavi karta (o dönem sadece otobüslerde geçerdi) Galatasaray’a basketbol okuluna antrenör oldum. Galatasaray’da şu an kapalı salon olan yerde asfalt vardı. Sabah giderdik. Sonra akşam iki otobüsle eve dönerdim. Öyle başladım.

Bolbasket: Koçluğa başladığınızda kaç yaşındaydınız?

Özyer: 1983 .17 yaşındaydım.

Bolbasket: Yaşınız çok genç ama tecrübeniz çok fazla.

Özyer: 1966’lıyım. Aydan Siyavuş hariç Türkiye’nin ileri gelen aşağı yukarı tüm koçlarıyla çalıştım.

Bolbasket: Bu koçlardan sizi en çok etkileyen hangisiydi?

Özyer: Şu sıralarda yabancı koçların bloglarını takip ediyorum. İnsanın içinde bazı ikilemler oluyor. Aynı şey her koçun içinde futbol koçlarının da içinde oluyor. İnsan aslında yaşarken bir değişim yaşıyor. Bugün sizden etkileniyorsam yarın bir başkasından etkilenebiliyorum. Hücum anlayışından etkilendiğim insan da var, oyunculara davranışından etkilendiğim insanlar da var, yaşam şeklinden etkilendiğim insanlar da var, giyinişinden etkilendiğim insan da var.

Bolbasket: Soruyu şöyle soralım o zaman. Etkilenmek değil de beğenmek açısından örneğin Avrupa’da en beğendiğiniz koç kim?

Özyer: Messina’yı çok beğenirim. Pini Gershon. Tabi ki Obradovic. Bu üç isim Avrupa’nın en iyi koçları konumunda.

Bolbasket: Bununla bağlantılı olarak biz iki tür koç olduğunu düşünüyorum. Bir NBA’de Phil Jackson Avrupa’da Messina gibi. Sıfırdan bir takımdan ziyade yıldızların olduğu takımlar yaratırlar ve bunu iyi yönetirler. Bir de kendi takımını yaratıp yıldız olmayan oyuncularla başarı kovalayanlar. İlk zamanlarındaki Tanjevic veya Efes’teki Aydın Örs.

Özyer: Buradaki bağlantı, çıkış noktanız; yıldız oyuncu. Tanımlamak gerekirse yıldız oyuncu kimdir ve dünyada kaç tane vardır? Şu an Türkiye’de yıldız bir oyuncu var mıdır mesela?

Bolbasket: Türk olarak mı?

Özyer: Yok. Beko Basketbol liginde oynayan yıldız bir oyuncu var mı?

Bolbasket: Bana göre Rakocevic olabilir ama onu da savunma yapmıyor diye eleştiriyorum.

Özyer: Klasik bir tabir vardır. Yıldız kime derler? Yıldız karanlıkta ışığını gördüğün bir cisimdir. Yıldız bir takımın kaderini tek başına değiştirecek bir oyuncu olmalı. Basketbol bana göre çok değişti. Artık üst seviyede tek bir yıldız oyuncunun takımın kaderini belirleyebileceğine inanmıyorum. Çünkü basketbolun temposu değişti, atletizmi değişti ve yoğunluğu değişti. Dolayısıyla tek yıldızlı bir takımın Haziran sonunda kupa kaldırması (yüksek seviyeli liglerde) mümkün değil. Onun için artık takım kavramı çok ön planda. Messina diyorsunuz onun elinde yıldız kim vardı?

Bolbasket: Savic, Rigadue, Danilovic vardı Kinder’de ilk şampiyon olduğunda.

Özyer: Basketbolun yapısı ve temposu özellikle 2000’li yıllarından itibaren çok değişti. Bir yıldız oyuncunun artık takımlarına kupa kazandırması yüksek seviyelerde artık kolay değil. Geçmişte Avrupa’da yıldız sayısı çok fazlaydı. Şimdi NBA’in herkese kucak açmasından dolayı yıldız sayısı çok azaldı. Bence Siskauskas, Garbajosa, Reyes, Kaukenas çok iyi oyuncu ama yıldız oyuncu değil. Gershon’u ele alalım. Parker ve Jasikevicius ikilisinin Gershon ile birleşmesi sinerji yaratmıştır. Başka bir koç ile bu sinerji yaratılmayabiliridi. Bence Türkiye Beko BL’de yıldız oyuncu yok. Çok iyi oyuncular var. 2000’li yıllardan sonra yıldız kavramı bence upgrade oldu. Eskiden yıldız kavramına ulaşmak çok kolaydı. Yıldız oyuncudan ziyade orta seviye limitleri belli oyuncuları bir araya getirip orta seviyenin üzerinde bir başarı elde etmek daha kolay. Tabi bu daha risksiz bir yol. Avrupa’da son 4’e kaldığım takım orta seviye bir takımdı. Biz bu takımla orta seviyenin üzerinde bir başarı elde edebildik. Eğer böyle böyle bir takıma ortalamanın üzerinde bir iki oyuncu alabilirseniz o zaman TBL’de şampiymluğa uleb’te finali zorlayabilirsiniz. Bu tür oyuncu sayısını 10’a çıkarırsanız ve orta düzey takımlara yaptırdığınız şeyleri yaptırabiliyorsanız başarılı koç oluyorsunuz.

Bolbasket: Aslında Messina’da bunu yapmıştır.

Özyer: Messina’nın yaptığı en iyi şey takımın kimyasını iyi kuruyor. Kalıcı işler yapıyor. Messina benim için değerli koç.
Bolbasket: Basketbolda hedefler nasıl konmalı sizce. Somutlaştırılım: GS’nin başındayken hedefler adım adım belirleniyordu. Eğer takım GS ise hedef şampiyonluk olmalı, başka bir hedef düşünülmemeli. Sizin hedefleriniz mesela önce bir play-offa kalalım sonrasına bakarız tarzı.

Bolbasket: Biz de bu konuda Ahmet’le pek anlaşamayız. GS futbol takımına verdiği desteği basketbol şubesine vermiyor. Ancak böyle sponsor desteği ile kendini finanse etmeye çalışıyor. Bu çerçevede Efes Pilsen ve FB Ülker gibi takım kuramıyorsunuz. Kuramadıktan sonra koça GS her zaman şampiyonluk hedefler gibi baskıyla göreve başlatmanın rasyonel olmadığını düşünüyorum. Futbolda GS koçunun tek hedefi tabi şampiyonluk olmalı. Önce 5. olalım sonra 3. sene sonra şampiyon oluruz diyemez.

Özyer: Bu soru bana GS taraftarlarınca özellikle ilk geldiğim sene çok fazla soruluyordu. Neden şampiyonluğu telafuz etmiyorsunuz? Gerçekçi yanım var. Taraftar akıllı. Ütopik hedefler konulmamalı. Eğer GS’deki yönetimsel olarak organisazyon hepsi oturmış olsa bunu telafuz etmek zor değil bende oyuncuları buna inandırırım. Oyuncular akıllı, oyuncuları aptal yerine koyamazsınız. Oyunculara kadro bu diyorsunuz, FB Ülker’de Efes’te şu oyuncular var. Diyorsunuz ki şampiyonluğa oynayacağız. Oyuncular bunu neden söylediğimin farkındalar. Ben bunu sevmiyorum. İnansam söylerim. Takımımın hakkının yendiğinde yönetcilerin masaya vurduğunu görsem söylerim. Ülker’de çalıştım, GS’de Telekom’da çalıştım herkesin hakemle sorunu var mutlaka bu normal. Burada şu nokta çok önemli. Fenerbahçe’de onun hakkında konuşulan her yerde cevabı veriliyor. Bu bir politika. Bu oyunculara güç veriyor. Oyuncu diyor ki: Bana kimse yanlış bir şey yapamaz. Bunu arkanda hissedersen kafanda ki soru işaretlerini silersin. Bazı oyuncular da biz finale kadar geliriz ama finalde birilerinin dediği olur. Şimdi bu kavram yerleşmişsse yönetimsel anlamda politikanızın olması lazım. Yöneticiler bana dediki siz hırslı değilsiniz şampiyonluğu telafuz ederken korkuyorsunuz. Eğer biz 20 sayı geriye düşüp oyunıu bırakıyorsak o zaman bana hırsın yok diyebilirsiniz. O sene bizim takım Apdi İpekçi’de FB Ülker’e karşı 20 sayı geriye düşüp maçı bırakmayarak 1 sayı öne geçebildik.

Bolbasket: Peki burayla bağlantılı olarak Telokom’a geldiğinizde hedef ne koymuştunuz? Dedinizki son sözü kimin söyleceği bellidir. Telekom’da sanki son sözü söylemeyecek takımlardan biri.

Özyer: Dışarıdan görüntüsü buydu. Ben açıkçası şunu düşündüm. Bir hedef koymazsanız ayaklar zamanla geri geri gitmeye başlar. 20 senelik organisazyon var. Bir final oynamışlar. Kafada şu var. Oyuncuların sohbetlerini biliyorum. “ne yaparsak yapalım şampiyon yapmazlar.” Sıfırdan bu takımı kursaydım sloganım farklı olabilirdi. Ben 4 oyuncu alabildim.

Bolbasket: Kimler?
Özyer: Wilson, Owens, Mallet ve Hüseyin. Ümit ve Soner önceden alınmıştı. İki Barış bırakılmıştı. Burada yapılacak şey eskilerin kafa yapısını değiştirmekti. Stratejim buydu.

Bolbasket: GS.org’da bu konular sıksıkla yazıldı.
Özyer: Ben GS.org’ta muhalif grup ve beni seven grupla sık sık bir araya geldim zaten.

Bolbasket: “Ülker Özyer’i GS koçu yaptı. İşte Beşiktaş’a gidecekti. Erman Kunter’in GS ile adı geçince, Ülker baskı yaptı da Özyer o yüzden GS’ye geçti.” Bu tür konular çok konuşuldu. Bu arada FB Ülker’e yardımcı koç teklifi de gelmiş sanırım.
Özyer: O doğru. Ülker kapandıktan sonra bir dönem Yunanistan harici teklif gelmedi.

Bolbasket: Hangi takım?
Özyer: Panionios.
Bolbasket: Ne oldu sonra?

Özyer: İbrahim Kutluay ile konuştum. Bir kaç oradan tanıdıkla konuştum. Sonra ilk head koçluk tecrübesini orada yaşamayı tercih etmedim açıkçası. Klüp yapısı, başkanın teknik ekibe karışması, oyuncuların parasının zamanında ödenmemesi ve başka bir dilin konuşulması gibi sebeblerden dolayı orayı açıkçası istemedim. O arada Aydın Örs FB Ülker’de yardımcı koçluk teklif etti. Ben onun milli takımlarında da yardımcı koçluğunu yaptım. Aydın abiye teşekkür ettim ama benim için çok zor bir karar. Bir hafta süre istedim. Tam o dönemde Adnan Polat ikinci başkandı o teklif yaptı. Kabul ettim. GS kolay camia değil bazı alışkanlıkları var. Beni tanıyan camia. İki senelik kontrattı. Kontratın sonunda playofflarda Telekom’a kaybettik. O sene zor seneydi. Telekom serisi başlarken başka koçlarla konuştular. Bucks’ın davetiyle 20 gün yaz liginde yardımcı koçluk yapmıştım. Ben oradayken ve kontratım devam edereken ligde çalışan ve çalışmayan iki koça teklif götürdüler. Benim kulağıma geldi bunlar. Geldikten sonra sancılı başladık. İstediğimiz oyuncuları alamadık. Bekleme kararı aldım. Almak istediğimiz oyuncular bizi bekletiyor. Dee Brown Türkiye Kupasına iki gün kala, Owens 4 gün kala geldi. Kupadan elenince o günün akşamı çok değerli iki koç aradı “bize teklif geldi kabul etmedik” dediler. Yöneticilerle konuştum. Kılıcı kınından çıkardığın zaman kansız yerine koymayacaksın. Bu işin raconu bu. Sonra benim dediklerimi kabul ettiler devam ettik. Ama olay biraz bozulmuştu tabi. O sezonun sonuna doğru zaten tekrar koç arayışlarına başlamışlardı. Kontratım bitiyordu zaten telekom’a 3-0 yenilince yolları ayırdık. Ondan sonra Beşiktaş’la görüştüm. O sırada GS Kunter ile görüşüyordu. Ama onun bazı şartlarını GS kabul etmedi ve GS tekrardan bana döndü. Dedimki “Kendimi duvara dayamam lazım ne yapabileceğinizi gördüm”. İki senelik kontrat istedim. “Her yenilgiden sonra sizinle toplantı yapmak istemiyorum” dedim. Sonra öyle başladık. Efendim Özyer koç olursa 7 olmazsa 3 milyon bütçe vereceğiz demiş güya Ülker. Ülker ile yapılan sözleşmede her sene ne kadar verileceği belli. Bunun dışına çıkılması mümkün değil.

Bolbasket: GS’de farklı yabancılarla çalıştınız. Ben kendimi bildim bileli yabancı oyuncularda istikrar yakalanamadı. Hite’li Owens’lı Brown’lu gibi başarısını ispat etmiş oyunculardan oluşan kadro neden tutulamıyor?

Özyer: Galatasaray’ın yabancı oyuncu tercihlerine geldiğim zaman ilk seneki yabancı oyuncular arasından benim ikinci sene tutmak isteyeceğim bir yabancı oyuncu pek yoktu. İkinci sene artık Uleb’de mücadele edecektik ve Uleb tecrübesi olan oyuncuları oraya almam lazımdı. 3. sene için eleştirinizi kabul edebilirim. Bana göre başarılı olmuş bir takım ama bazılarına göre başarısız olmuş bir takım. Telekoma elenmek bazılarına göre başarısızlıktı. Haklı da olabilirler. Orada ki maçı son saniyede kaybetmiş olmamız, Telekom serisinde bizim attığımız maçlarda ki fauller ile onların attığı fauller arasındaki fark. Örneğin Tutku’ya da söyledim. Bizim seride bir maçta Tutku 12 faul atmıştı. O sezon Tutku’nun Uleb istatistiklerine baktım orada oynadığı 12 maçta toplam 12 faul atmıştı. Biz double team yapıyorduk. Kendisini bırakıyordu ve hemen faul düğdü geliyordu. İki atış…İlk maç tamam bizi kolay yendiler gibi gözüküyor ama orada son topa kaldı. Cüneyt’e kurduğumuz bir oyunu Dee Brown, El Amin’le yarışa girdiği için kendisi kullandı. Maçtan sonra ona çok kızdım. Beşiktaş maçında aynı oyunu kurmuştuk ve Cüneyt sayıyı kaydetmişti. Cüneyt boştu ama kendi attı. Diğer maçta ise son saniyede Chris Williams köşeden attı. Neyse tarih onları yazmaz. Sonuçta skor olarak 3-0 elendik ve tarih bunu yazar. Skor 3-0 olunca da bu takım başarısız ve bu takımı değiştirelim mantığı oldu. Olaylara çok hakim olamıyorsunuz bazen !. Bana kalsa Chris Owens’ı tutalım dedim. Dediler ki; “geçen sene 400’e oynuyordu bu sene 500” istiyor. Onun yerine alacağın oyuncuyu kaça alacaksın? Tek siz karar veremiyorsunuz tabi. Owens değerli oyuncuydu. Hem arkası dönük hem yüzü dönük oynayan 4 numara çok az. Gaines hem 4 hem 5 oyanayan Hüseyin’i daha verimli kılan, savaşan çok değerli bir oyuncuydu. Bu iki oyuncuyu tutmak istedim. Hite’ı çok tutmak istemedim açıkçası. Biraz daha bireysel yeteneği güçlü bir oyuncu lazımdı oraya. Artı kurallar gereği bir Avrupalı almamız şarttı. Aslında o sene yukarıda belirttiğim gibi geç anlaşma yaptım ve haliyle istediğim oyunculara gidemedim. O seneki hatam Gurovic’in gelmesini kabul etmemdi. Milojevic değerli oyuncuydu. Takım içinde tutkal görevi yapan biroyuncuydu. Zizic’te kötü karakter çıktı. Karısının uydusu oldu. Karısı ispanya’ya gitmek istedi. İsimsiz bir takıma gitti.

Bolbasket: Bu arada Gurovic’e ne kadar verildi?

Özyer: Gurovic’e 900000 dolar verildi.

Bolbasket: Gurovic’le neoldu?

Özyer: Gurovic çocuk gibiydi. Daha senenin başında geldi ve “ben basketbolu bırakıyorum” dedi. “Beni 1,5 saat trafik mahvetti artık dayanamıyorum” dedi. Milojevic geldi bana “ben onunla konuşurum” dedi. Sonra Gurovic’le konuşmuş bana “tamam devam ediyorum” dedi. Yine bir gün İspanya’ya uçuyoruz. Yine geldi “ben bırakıyorum sen iyisin ama takım kötü, oyun kurucumuz yok felan” sonra Dejan geldi aslında sebep o değil Gurovic 3 saatten fazla uçağa binmeye korkarmış. Gurovic’e sakinleştirici bir iğne yapılması gerekiyormuş. Sabah geldi ve iğne yaptık garip bir durum.

Bolbasket: GS’de kurduğunuz kadrolar çerçevesinde sizin felsefenizle kurduğunuz kadrolar ne kadar örtüştü. Sizin basketbol felsefeniz nedir?

Özyer: Klasik olacak ama takım kavramına değer veririm. Savunma konusunda agresiflik. İlk sene yarım ve tam saha pres, ikinci sene atletik uzunlarımızla sıkıştırmalı pick and roll savunmaları o sene oturtmuştuk ve hatta Aralık ayında da lider olmuştuk.

Bolbasket: Alan savunmasını pek düşünmüyordunuz.

Özyer: Yok yok onu da yapıyorduk. 1-3-1 alan savunmasını Fatih’le çok yaptım çok maçı çevirdik öyle.

Bolbasket: En büyük eleştirilerimizden biri de alan savunması ile ilgili idi. Uzun kollu Cenk varken çok uygulamadınız.

Özyer: Alan savunmasında ayakların çabukluğu da önemli ama kısalarında çabuk geçilmemesi lazım. Tabi sadece savunmacı koçta değilim. Tabi hücumda kötüyseniz bir yere kadar. Artık günüzmüzde bu iki kavram birleşmiş durumda. Hücumda paylaşım benim için önemli. Hücumda paylaştığınız zaman herkes savunmada da birbirine daha çok yardım ediyor daha çok arkasını kolluyor. Günümüz basketbolunda artık uzunların hareketli olması lazım. GS’da ikinci sene başarılı olmamızın altında bu yatyor. Hüseyin gibi statik bir oyuncunun yanında Gaines ve Owens gibi iki hareketli uzun birbirlerini çok iyi tamamlayabildiler.

Bolbasket: Orada undersize kalma riski var.

Özyer: Doğru ama mesela Gran Canaria Uleb f8’e çıkma maçında Freeland, Medley gibi oyunculara göre undersize kalmamıza rağmen o maçta pota altında ezilmedik. Hatta üstünlük sağladık. Undersize kalıyorsunuz ama önde baskı yaparsanız avantaj elde edebiliyorsunuz. Gaines pivotların önüne geçebilip pas aldırmayan bir oyuncuydu. Tabiki daha farklı takımlar kurulabilir ama senin bir bütçen var. GS’de başardığımız en önemli şey zamanında para ödemesi ve bütçesini iyi yönetmesi. Böyle bir alışkanlığı geçmişte yoktu aslında. bu sana ne getiriyor. Daha iyi oyuncu almanı sağlıyor. İlk sene bu sorunu yaşadık mesela, istediğimizoyuncuları alamadık.

Bolbasket: İlk seneki GS takımına geçersek Fitch’i neden transfer ettiniz.
Özyer: Şimdi o takım averaj bir takımdı. Kalması gereken Türk oyuncular vardı. Onlarla bütünleşecek bir kimya yaratmamız gerekiyordu. Hedef Avrupa Kupaları’na katılmaktı. O takımla şampiyonluğu hedefleyemezdiniz. Skorer özelliği olan bir oyuncuya ihtiyaç vardı. Bir sene evvel Cibona’da Ülker’e karşı Serkan’ı iyi tutan orada ve burada bize epey sorun çıkaran oyuncu vardı. Okulu da Kentucky iyi bir okul. Problemli olduğunu biliyordum. Biz de kendimiz disiplin verebiliriz diye düşündük. Bir de bir sene önce düşmemeye oynamışsanız iyi oyuncu almanız imkansız. Kepez’e de geldiğinde takımı küme düşmekten kurtardı. Şimdi İspanya’da. Sezon sonuna doğru değiştirme noktasına geldik ama oyuncu bulamadık. O sene hedef ilk 4’tü. Beşiktaş’ı eledik yarı finale kaldık. Son maçta Ömer’in son saniye basketiyle yenildik. Lig maçında 35 sayı fark yedik. Aslında o maçla ilgili çok güzel bir anım vardır. Olumsuz anlamda tarihe geçtik ama bence orada GS seyircisi çok büyük olgunluk gösterdi. Maçtan sonra soyunma odasında herkes ağlıyor. ABD’liler dahil kimse duşa gitmiyor. Boş boş oturuyoruz. Bir anda 10-15 kişi soyunma odasının kapısına dayandılar. Dedim arbede çıkacak. Dediler ki hemen formayı giyip sahaya çıkıyorsunuz. Yarım saat geçmiş salon boşalmamış. Ortaya çağırdılar re re ra ra sanki şampiyon olmuşuz. Hepimiz şaşkın ağlıyoruz. O anı hep hatırlarım.

Bolbasket: Seyirciler de farkında herhalde şampiyon olamayacağınızı...

Özyer: Yok. GS seyircisi öyle bir seyirciki formanı terletip kavganı veriyorsan seyirci seni çağırıyor. Bu bir Beşiktaş’ta var bir de Karşıyaka seyircisinde var. Hiç unutmam İstanbul’da yapılan 92’deki f4’te yarı finalde farklı yenilen Estutiandes takımı seyircileri maçtan sonra şarkı söyleyip oyuncuları alkışlamıştı. Çok şaşırmıştım. Yiğiter’e sordum. İspanya’da böyledir dedi. Bunu GS’de de bunu birebir yaşadım.

Bolbasket: İlk senenizde Mitchell’la çalıştınız. İyi başlamıştı sezona gelecek vaadediyordu. Ama sonra Fitch gelince bozuldu gibi. Hatta Mitchell Fitchleşti diye yazmıştım.

Özyer: Aslında o sene ilginç şeyler oldu. Sorun tek Fitch değildi. Mitchell bana Kasım’da dediki “ben ayrılmak istiyorum eve dönmek istiyorum ailemi özledim”. Home-sick olmuş. “Yapabileceğimiz bir şey var mı” dedim. “Ben eve gitmezsem yaşayamam” dedi. Adam Missisipi’nin bir köyünden gelmiş. 10bin dolar alıyor 9500’ü oraya gönderiyor. Böyle bir adam. Bunun babası ABD’de lise takımında koçluk yapıyor. Babasıyla konuştum dedim ki “Şimdi ayrılırsa Avrupa’daki karıyeri sona erer”. Sonra babasını buraya çağırdım buraya geldi ikna ettio dönemde iy ioynadı kaldı. Fitch’den önce homesick biraz bozdu. Hele böyle kozmopolit bir kente çok küçük bir şehirden geliyorsanız zorluk oluyor tabi.

Bolbasket: Yeri gelmişken Hem Galatasaray’da hem de Telekomda da bunu gördük. Murat Özyer Amerikalı yabancı oyuncuları tercih ediyor gibi geliyor bize. Bu konudaki görüşlerinizi alabilir miyiz?

Özyer: Bu sene point guard olarak Tutku ve Soner gibi iki oyun kurucu vardı. Ama Tutku’nun 6 ay süren bir sakatlığı vardı. Tutku tempolu bir oyuncu ve tam saha basketbolunu çok iyi oynuyor.

Bolbasket: Soner biraz daha kontrollü değil mi?

Özyer: Aslında o da seviyor tempolu basketbolu. Penetre etmeyi. Baskı yapar. Zaman zaman iki guardı sahada tutabileceğim, şutu olan bir oyun kurucu almak istedim. Davor Kus ilk tercihimizdi. O çok bekletti. O dönem örneğin Marquees Greene’i düşündüm. Greene: “Türkiye’de kötü bir sezon geçirdim. Bir daha kötü bir sezon geçirisem benim kariyerim biter. İtalya’ya gitti ve orada son sıralarda yer alan bir takımda oynuyor. O oyuncuyu almadık. Tabi elimde belli bir bütçe var. 3 yabancı için bir bütçe verdiler ve Mallet’i öyle seçtik. Bütçemize uygun Avrupa’lı point guard yoktu.

Bolbasket: Davor Kus neden gelmedi?

Özyer: Benetton’la bizim arazımızda gitti geldi. Onları seçti. Önceki soruya devam edersek, 5 numarada Lang ve Dudley var ve yüksek kontratları var. Bu ikisine mecburuz ve guardı da aldık. Fener ve Efes’le çekişeceksek eğer Shumpert ve Preldzic’le match up olabilecek bir oyuncu bakmaya başladım. Ergin’in Shumpert’le oynattığı 4 kısalı bir sistem ülkemizde çok hakim oldu. Herkes bunu kullanmaya başladı. Ergin’de Shumpert’den dolayı bu sistemi başarıyla uyguluyor. Biz de buna karşı şutu olan, gözü kapalı şut atabilen hem 3 hem de 4 oynayabilecek bir oyuncu aradık. Asvel’de çok incelediğim bir oyuncuydu. Bize karşı da seyrettim ve çok inceleyebildiğim bir oyuncu. Hem koşan hem de şut atan Lamayn Wilson’ı seçtim. Sonra zaten Bekir, Tutku, Mallet var. Serkan var. Avrupalı için acele etmem. Bulduğumu alırım dedim. Ama o dönem elimizde de fazla Avrupalı kalmadı. 2-3 oynayabilecek Avrupalı kalmadı. Herhangi birisini getirmek de olmuyor. Kennedy Winston gibi bir oyuncuyu bile bünye burada kabul etmediğinden başarılı olamamıştı. Roma’da bu sene muazzam oynuyor. Buraya gelirken de muazzam oynayarak geldi ama buradan gönderilmek zorunda kaldı. Teknik olarak da sosyal olarak da bünye onu içine kabul etmedi. Kennedy Winston bugün olsa Lamayn’ın yerine almak isteyeceğim bir oyuncu aslında. Mantık şu: Hedef final ve şampiyonluksa rakiplerinin sitemini hesap ederek oyuncu transfer etmek zorundasın. Bu bağlamda Lamayn Wilson’u tercih ettim. Kötü oynadığı maçlar da var. Kendi atışını yaratan bir oyuncu değil. Screenden çıkması lazım. Boş kalmalı ve statik şut atmalı ya da fast break’de gidip bitirecek. Ondan shumpert’in oyun zekasını bekleyemezsin.

Bolbasket: Andre Owens’dan beklediğiniz verimi alabildiniz mi? Malum takımdan da gönderildi.

Özyer: Aslında alamadım. Zaten bende gönderiyordum. O pozisyona Graves’i düşünmüştüm. Ben Cris Lang’le Owens’ı gönderip bir Avrupa’lı uzun, bir de yabancı skorer, Graves gibi bir oyuncu alacaktım. Ben Graves’i çok almak istemiştim. Ama o “ben euroleaugue oynayacağım koç” dedi ve Cibona’ya gitti. Bizim teklif ettiğimiz paranın daha altına Cibona’ya gitti. Cibona ile Fenerbahçe maçına geldiğinde “koç ben keşke sizin teklifi kabul etseydim” dedi.

Bolbasket: Biz Graves’i çok beğenirdik. Böylesi iyi yabancı oyuncuların ülkede tutamadığımıza çok üzülüyoruz.

Özyer: Evet. Graves çok iyi bir oyuncu. O da benim bulduğum oyunculardan. Graves çok farklı. Elinde hep kitap var. İnsanın kendisini geliştirmesi ile ilgili kitapları okuyor. Ki ben de çok severim bu tip kitapları. Yüzü gülüyor. Milano, Roma onu almak istiyor ve koçları beni arıyor. Oyuncuyu tarif ettim ve sen beyaz bir oyuncudan bahsediyorsun dediler. Hakikaten öyle bir adam. İyi savunma yapıyor. Penetre ediyor. Sayı atıyor. Benim için her gittiğim yere alabileceğim bir oyuncu. Kurguladığım şeyi bu hafta yapacaktım. Serkan sakattı. Bekir ya da Tutklu sakatlansa Owens’ı niye gönderdin derlerdi. Benim Owens’ı göndereceğim hafta bu hafta olacaktı. Doğrusunu yaptılar. Muhtemelen Lamayn Wilson’u da gönderirler.

14 Ocak 2010 Perşembe

Fenerbahçe Grup Sonuncusu


Maalesef EL'in en kötü grubunda bu takımı sonuncu yapmayı başardı Tanjevic. Dün, Efes'in Ve Telekom'un İspanyol desteği ile üst tura çıktıklarını yazmıştık. Telekom ve Efes kendi ipleirni kesme şansları yoktu ve dışardan bri gücün onlara yardım etmesi gerekiyordu. Fenerbahçe'nin üst tura çıkma şansı ise kendi elindeydi. ve bu şansı Fenerbahçe elinin tersiyle itiverdi. Zalgiris'in hiç deplasman galibiyeti yoktu. Hatta Zalgiris 70'li sayıları geçtiği maç da neredeyse yoktu. En çok sayıyı Fener'e atabildiler. Kaybettikleri maçta da kazandıkları maçta da EL'de bu sezon ulaşabildikleri en yüksek sayıya ulaştılar. Böylesi hedef bir maçta Fenerbahçe savunma yapamıyorsa bu takımın kimyasında büyük bir sorun var demektir.



Solomon'un gitmesi ve diğer oyucnuların mutsuzluğunu bir araya getirdiğimizde Fenerbahçe'den birşey beklemek belki de hayal idi.



Türk takımlarına baktığımızda isim bazında iyi, kaliteli oyucnulardan kurulu olduklarını görüyoruz. kağıt üstünde bizim takımlardan çok daha vasat ekipler, sıralamada üstümüzde yer alabildiler. Hele sıralamada Fenerbahçe'nin üstünde yer alan, asvel, zalgiris, cibona kadro olarak Fenerbahçenin yanından geçemez ama basketbol olarak, mücadele olarak sahaya daha fazla şey koyabiliyor. "bir musibet bin nasihattan iyidir" atasözü ise Tanjevic sayesinde geçerliliğini adeta yitirdi.



Tanjevic demişken, maç sonrası açıklamaları bile onun neden hala bu memlekette ekmek yiyebildiğini gösteriyor. Her şeye bir mazaret bulabiliyor.



Mirsat ilk kez oynadı, Ukic NBA'de fazla süre almamıştı. o da ilk kez oynadı. Rakip hep penetre etti. Bizi böyle yenmeyi düşünmüşler. Biz de oyunlarına geldik. Çok boş şut imkanı buldular. biz ise çok şut kaçırdık. Bla bla bla...



mümkün olsa da şu bizim üst düzey El takımlarımızı İspanya liginde bir sezon oynatsak. orta sıraları geçebilirler mi doğrusu merak ediyorum? her sene daha büyük bütçelerle daha kötü sonuçlar alıyoruz. Aziz Yıldırım ve ekibi dev bütçelere karşı Avrupa'da şampiyon olmak kolay değil ama 2010 gedefi EL'de şampiyonluktu. En aızndan finaldi, F4'dü. Ne oldu? Grup sonunculuğu. Zalgiris, Asveli Cibona'nın üçününü bütçesini toplasak Fenerbahçe'nin bütçesinin ancak yarısı eder. Bu rezilliğin hesabını veren çıkacak mı doğrusu merak ediyorum...

13 Ocak 2010 Çarşamba

İspanya Desteği


Önce Telekom ardından da Efes İspanya rüzgarını arkalarına alarak üst tura çıkabildiler. Doğrusu Malaga'nın deplasmanda Rytas'ı yenebilme ihtimalinin olsa da bu galibiyetin Malaga için bir getirisi olmaması buna karşın Rytas için bunun çıkma ya da kalma maçı olması nedeniyle ibre Rytas lehine bir hayli ağır basıyordu.


Çok önmeli olmasa da iki kırılma anı olduğunu düşünüyorum. birincisi Welsch'in iki faulü de sayıya çeviremeyerek, farkı 9 sayıya çıkartma şansını takımına tanıyamaması ve akabinde gelen Rytas üçlüğü ile farkın 3'e inmesi. Rytas için maçı kazanma yolunda önbemli bri kırılma noktası olmuştu. Ancak farkı erittikleri bu dönemde, Jomantas'ın basit hatası ile yapılan top kaybı nedeniyle boş geçilen hücum ise Malga'yı maçı getiren kırılma anı olarak düşünüyorum. son 6,5-7 saniyede rytas bir üçlük atsaydı efes top 16'ya kalamayacaktı.


Efes'in top 16'ya kalmasının kısa hikayesi bu. görüldüğü gibi ne bir efes'li oyuncu ne de efes pilsen maçından bir şey yazmadık. Çünkü efes'in top 16'ya kalmasına efes değil, malaga karar verdi. bence bu nedenle de Efes Pilsen yönetimi takım top 16'ya kalamamış gibi davranmalı ve karar almalı.


Malaga iyi mi yaptı bilmiyorum. kendisi için iyi mi yaptı ya da El için iyi mi yaptı gerçekten bilemiyorum. bizim için iyi mi yaptı onu da bilemiyorum. Efes'in saç-baş yoldurtan oyununu izlemek de doğrusu acı veriyor.


sene başından beri yazdığım konuyla bu yazıyı kapatayım. kim ne dersin bu takımın pota altında kaya-kasun ikilisi hatta kaya-santiago ikilisi olmak zorunda. kısa trakımın ciddi ribaunt zaafı var. neyse izleyelim görelim...

8 Ocak 2010 Cuma

+5=14: Mantıksızlık


Bir yönetimin acizliğini görmek için yaptıklarına, kararlarına bakmak yeterlidir. İşte bu son (+5) puan kararı ile hukuksuzluk ve keyfiyetin zirvelerinde yaşıyoruz. Umarım bu, Demirel'in yolcu olmasını sağlayacak bir muhalefet yaratabilir.


Uzun uzadıya yazmaya gerek yok. Ancak bu olaya ilişkin yazılarımızda Galatasaray klübünün ve profesyonel idarecilerinin böylesi bir olayı yapmalarının nedenlerinden birinin, doğrudan federasyonun geçmişte uyguladığı ve uygulayamadığı kişiliksiz yaptırımlar olduğunun altını çizmiştik.


Federasyon doğrusu yine bizi/bizleri yanıltmadı ve sildiği puanları geri verdi. Keşke Galatasaray'ın o seride kazandığı maçları da tekrardan Galatasaray lehine çevirseydi. daha güel olurdu. bu olay hiç yaşanmamış kabul edilir ve hatta oyuncuların cezaları da kaldırılabilirdi. Zaten bir af olacaksa önce oyuncular affedilmeliydi. Cemal gencecik çocuk. Gİyivermiş Tufan'ın fromasını. Tufan ise formasının bekcisi mi olacak?Doğrusu oyucnuları affetmek-aklamak bence klübü affetmek-aklamaktan daha mantıklı olurdu. İşte zaten bu ve benzeri yazıları da gereksiz kılan unsur tam da burada açığa çıkıyor. federasyon ve onun kurum ve kurullarından "mantık"lı davranış beklemek. yok öyle bir şey. Keyfi, güç ve çıkar ilişkileri. Polat cinlik yaptı. Federasyonun nefret ettiği Nur gencer önce takımın başına geçirilip sonra muhtemelen bu cezanın indirilmesi karşılığında geri takımın başından alındı.


Böylesi bir federasyonla Türkiye basketbolunun bir adım ileri gitmeyeceği açık. Zaten yokuş aşağı gitmiyor mu milli takım? Zaten yokuş aşağı gitmiyor mu Euroleaugude Efes ve Fenerbahçe?...

Efes-Olimpiakos:


Yazılacak çok şey var: maça ilişkin, efes'e ilişkin, rakibe ilişkin, koça ilişkin, yorumcuya ilişkin ve seyirciye ilişkin ama hepsini yazacak heves yok bende ne yazık ki ya da ne şans ki...


Efes'in kabetmesine üzüldüm ve hatta olimpiakos'a kaybetmesine daha da üzüldüm ama en çok gelen seyirciler için üzüldüm. Uzun zaman sonra Abdi İpekçi böylesine dolmuşken (11000 seyirci) onlara verilecek en güzel hediye Olimpiakos galibiyeti olacaktı ve hatta olmak da üzereydi ama Kaya 5. faulu almasaydı ya da o düdük çalınmasıydı. Çalınmayabilirdi de. maç tabiki bu nedenle kaybedilmedi.

Tunceri en iyi oynayabileceği maçlardan birisini çıkarttı ama yetmedi. 8 asist yaptı ama bu düzeylerde bu oyun kurucular ile bu işin olmayacağını Kerem'in en iyi oynadığı maçta dahi görmüş olduk.

Teodosic, büyük bir oyuncu oldu. oldu diyorum çünkü gerçekten milli takımdaki performansı ne kadar iyi olsa da dün gece seyrettiğimiz oyuncu çok "büyük" bir oyun sergiledi. Attığı skor çok da önemli değil ama takımı organize etmesi ve en kritik yerde olimpiakos gibi yıldızlarla dolu bir takımda en kritik atışı kullanabildiğine göre, yeni bir yıldıza hoşgeldin dememiz gerekir. Hoş geldin Teodosic. Umarım NBA seni kapmadan Avrupa'da seni daha fazla izleyebiliriz.

Alan savunması ile maçı çevirebilmişti Efes ama son hücumda Kerem topu aldıktan sonra bir saniye kadar uyumasaydı belki de galip gelen taraf olacaktı. Kerem'e de çok fazla yüklenmek istemiyorum, kapasitesini bence sonuna kadar kullandı. bundan daha iyi bir kerem izleme şansımız pek fazla yok. bundan daha iyi bir efes izleme şansımız da yok. maalesef malzeme bu.

Ancak sene başından beri buralarda yırtındığım bir konu var. iki uzun meselesi. Bu maç ve önceki maçlar efes'in savunma zaaflarını en az ortaya çıkaran sistmein iki uzunlu sistem olduğunu gösterdi. Abartılı gelecek belki ama Santiago ve kasun ikilisi bile yan yana oynatılabilirdi. Koça büyük bir eleştiri getirmek istemiyorum. çünkü kritik anlardaki koç tercihleri çok önemli olsa da son tahlilde kendi içinde bir rasyonalitesi oluyor. Maç boyu verimli bir şey yapmayan Rakocevic'e sarılmayabilirdi. Bunu bir eleştiri olarak getirmem yine de çko büyük bir kolaycılık çükü Rako'uu almasaydı ve maç kaybedilseydi bu sefer de Rako niye kenarda unutuldu diye eleştirmek mümkün. Benim asıl eleştirim başka bir noktada olacak. Alan savunması düştükten sonra adam adama devam ettik. maça tekrar ortak olduk. Orada bir kırılma anı vardı. o noktada alan savunması ile tekrar maçı lehimize çevirebilirdik.


Neyse efes kendi ipini kesme şansını kaybetti. Hep birlikte bekleyip göreceğiz. umarım bundan sonraki haftalarda bu gördüğümüz seyirci yoğunluğunu basketbol maçlarında tekrar görebiliriz. bu mağlubiyet nedeniyle takıma ve basketbola küsmemeleri dileğiyle...

2 Ocak 2010 Cumartesi

Beşiktaş-Galatasaray

Basketbolda hücum süresinin 14 saniyeye indiğini görecek miyiz bilemiyorum ama 14 saniyeye indiğinde nasıl bir basketbol izleyeceğimizi bugün seyrettik. Zevkli bir maçtı.

Evren iki dakika kenara alındığında chatman, yokuşaşağı giden kamyon gibi bir anda beşiktaşı kasasına attı ve 2 dakikada bulduğu 8 sayı ile Beşiktaşın öne geçmesini sağladı ama Galatasaray'lı oyuncular maçı kazanmak için gereken savunmayı yapmasalar da hücumdaki etkinlik ile maçı kazanmayı başardırlar. Cem Akdağ bence alan savunmasını doğru uygulayarak ve evren'i çıakrtma hatasından erken dönerek ve hepsinden önemlisi D-Wash'ın maçı satacağını anlayarak kritik anlarda onu oyunda tutmayarak maçın kazanılmasında en önemli etkiye sahip oldu.

Beşiktaşta Newley, Galatasaray'da ise Can Akın yoktu. Doğrusu Newley'in eksiliğinin Can'ın olmamasından daha önemli olduğunu düşünüyordum. Evren ve Murat bir numarada oynayabilen oyuncular. Rakip koç da çok kurt bir hoca olmadığından tam anlamıyla bir oyun kurucu olmaksızın galatasaray rahat organize olabildi. hatta d-wash varken takım daha kötü organize oldu. BUrak Bıyıktay eğer oyun kuruculara birazcık baskı yaptırsaydı (muratcan bu işi çok iyi yapabilirdi) maçın rengi bence çok farklı olabilirdi.

Galatasaray daha önce de yazdığımız üzere son yılların en iyi yabancı rotasyonunu kurdu. Önümüzdeki sene ligde kalabilirse (ki silinen puanlar konusunda bir af gelmezse çok zor) d-wash haricindeki yabancıları mutlaka kadroda tutmalı. neyse bunları konuşmak için çok erken.

Beşiktaşın ise bence iyi bir kadrosu var ancak kenar yönetimi çok zayıf kalıyor. Aslında şu beşiktaş kadrosu tam bir Özyer rotasyonuna sahip. Ne bileyim sene başında ismi Beşiktaşla anılıyordu. şimdi de boşda olduğunu düşününce neden olmasın diyoruz.

Son tahlilde çok zevkli bir maçtı. Seyirci de takımını destekledi ve maç sonrası mağlup olan takımı "tribüne" davet etmeleri bence çok hoştu.

Spormax yine hızlı hücumlarda hangi kameradan maçı vereceğine karar veremeyerek bu güzel maçtaki çirkinliklerden biriydi. diğer "çirkinlik" ise sevgili yorumcumuz Çetin Yılmaz'ın bir ara skorboarda bakarak galaatsaray'da sayı dağılımının adil olduğunu oyuncuların 9-18 sayılar arasında dağıldığını söyleyip 18 sayı atanın kim olduğunu forma numarasına bakarak bulunabileceğini söylemesiydi. komik adam diyeceğim. maçı seyrediyorsun ve diğer oyunculardan 8 sayı fazla atan oyuncunun kim olabileceğini bilemiyorsun.