6 Eylül 2011 Salı

Eurobasket 2011'de Türkiye Milli Takımı: Haticeye Bakalım



Ev sahibi Litvanya ve güçlü kadrosu ile İspanya'nın yanı sıra Türkiye'nin de olduğu grupta İngiltere, Portekiz ve Polonya gibi sıradan takımların grupta ilk üçe girme şansları olmaz diye düşünüyorduk ama Polonya bu şansı yakaladı. Sıradan dediğimiz takımlardan İngiltere'yi yenmiş olsa idi Polonya, şu anda bir üst tura çıkmışlardı. Yenemediler ve yerlerine bizim geçmemize izin verdiler.






Polonya'nın İngiltere'ye kaybetmesi bizim sadece üst tura çıkmamızı sağlamadı, üst tura galibiyetle çıkmamızı sağladı. Hikayenin sonuna geldiğimizi düşündüğümüzde yeni bir hayal dünyasının kapısı aralandı önümüzde. Son basketi de atabilmiş olsak dibe vurup zirveye çıkmıştık. Şu an zirveye çıkmasak da cebizmideki puanla herşeyi yapabilecek durumdayız.






Hikayenin başına şöylece bir dönelim. Elimizde iki galibiyet bir mağlubiyetle Polonya maçına çıkıyoruz. İngiltere polonya ayarında bir takım ve farklı yendiğimiz için takımımıza güvenimiz tam. İngiltere maçı öncesinde içimizde bir miktar endişe vardı acaba kaybedermiyiz diye ancak İngiltere maçındaki farklı galibiyetimiz bu endişenin Polonya maçı öncesinde ortaya çıkmasına engel oldu. Ta ki maç başlayana kadar. Parkedeki oyun başladığı andan itibaren acaba kaybeder miyiz sorusu akıllara geldi. Bu soru ile birlikte kaybedersek eleniyoruz korkusu da beraber geldi ve maalesef (ya da ne talihliymişiz ki) kaybettik.






Polonya maçı öncesinde teknik heyetin önüne iki seçenek konsaydı:



a) Bu maçı kaybedeceksiniz. Polonya-İngiltere maçı herhangi bir sonuçla bitebilir. Yani Polonya İngiltere'yi yenerse eleneceksiniz. Ama İspanya'yı yeneceksiniz.



b) Bu maçı kazanacaksınız ve İspanya'ya kaybedeceksiniz. üst tura çıkacaksınız ve puansız çıkacaksınız.






İkinci şık doğal olarak tercih edilirdi. Ama ne şans ki Polonya'ya kaybettikten sonra olabilecek en iyi sonuçlar geldi. Bunu bir kenara bırakalım ve İspanya maçı sonrasına gidelim. Orhun Ene, Ender, Ömer ve Hidayet Polonya'nın İngiltere'ye kaybetmesinin bize ek motivasyon sağladığında hem fikirler. (Biz Polonya'ya kaybetmemiş olsaydık İngiltere-Polonya maçının sonucu ne olursa olsun bize artı ya da eksi motivasyon sağlamazdı. O yüzden Polonya maçının kaybedilmesine, maalesef değil ne şanslıymışızki Polonya'ya kaybettik demeliyiz.)






İki gün öncesine Litvanya maçına dönersek ise Kerem'in aldığı dirsek darbesi sonrası sakatlanması ile (teknik olarak değil) mental olarak Litvanya maçından koptuk ve kaybettik.






2000'den bu yana hem tarihimizin en güçlü kadroları ile (?) basketbol şampiyonalarına katıldık hem de kadro olarak katıldığımız her turnuvada (2006 hariç) şampiyon olabilecek (ya da madalya alabilecek) potansiyelde kadrolara sahiptik. Biz bu 11 yıllık süreçte evimizdeki iki turnuva haricinde madalya alamadık. Bırakınız madalya almayı madalya almaya yaklaşamadık bile. Tarihimiz Avrupa ikincilikleri, dünya ikincilikleri ile dolu olmadığından bu başarıları küçümsüyor değiliz elbette ancak sadece kendi evimizde bunu gerçekleştirebiliyor olmamızın nedenini de sorgulamak lazım.






Netice değil, haticeye baktığımızda sevgili Kaan Kural'ın çok güzel benzetmesi ile kartopu gibiyiz. Dağdan aşağı doğru yuvarlanan bir kartopu. Evimizde oynadığımızda yamaçtan aşağı bu kartopu kayarken giderek büyüyor ve bir çığ görünümünü alıyor. Onun dışında bir çığ olabilmemiz için dışsal bir şok gerekli. Takımın maça konsantrasyonunu arttıran bir şok, mental olarak takımı kuvvetlendiren bir şok. Ters şok olduğunda ise basketbol ilahları dahi bize galibiyet getiremez.






Turnuvada önümüzdeki maçlarda böyle olumlu şoklar bulmak dileğiyle...