31 Ağustos 2009 Pazartesi

Slovenya:81 Yunanistan:64


Başlık maç yazısını andırdı ama blog’u takip edenler fark etmişlerdir. Biz maçları analiz ederken basketbol ve takım kimyasına ilişkin genel gözlemler yapmaya gayret ediyoruz. Maçı burada anlatmanın şu, şu kadar sayı attı demenin fazla bir manası yok. hatta bu yazıda sadece bu takımlarla sınırlı kalmayıp avrupa basketbol şampiyonasının geneline ilişkin bir iki cümle de sarf edeceğim. son oalrak ise milli takımımız için medyumluk yapacağım.

Yunanistan milli takımını özellikle son yıllarda birazcık panathinaikos’a benziyor. Her ikisi de iyi başlamasa da iyi bitiriyorlar. Ancak diamantidis ve papaloukas’dan yoksun Yunanistan için aynı şeyi söylemek çok zor. Slovenya’mı çok iyiydi Yunanistan mı çok kötü? Aynı Slovenya bulgaristan’ı 3 sayıyla yenebilmişti. Hazırlık maçalrında çok da iyi sonuçlar alamıyorlardı. 2007’in intikamı nedeniyle belki de böyle iştahlılardı. Bilemem. Ama izlediğim Yunanistan gerçekten çok kötüydü. Hücumu çok da önemli değil. Zaten Yunanistan basketbol ekolü çok da hücum ederek maç kazanan bir ekol değil. Sert savunma temel hedefleri. Bu sert savunma ile rüya takımı bile durdurabilmişlerdi. Ancak diamantidis ve papaloukas gibi hem savunma hem de hücumun beyni olan oyunculardan yoksun olsa da Yunanistan geleneğinin o kadar sıradan o kadar mahkum olmaya hakkı olmamalı.

Slovenya ise çok iyi bir kadrosu olsa da bu kadro ile beklenen başarıyı elde edememişti. Nachbar’la röportajımızda ona; bunu da sormuştuk. Biz önümüze bakıyoruz, bu sene başarılı olmak istiyoruz gibi yuvarlak bir cevap vermişti. Nachbar demişken efes için çok önemli bir oyuncu olduğunu söyleyebiliriz. Dün gerçekten de iyi oynadı. Hem içerden hem de dışarıdan etklili oldu. Penetre ederek takımına katkı verdi. 3 numarada çok etkili ama 4 numarada böyle bir katkı verebilir mi? Hücum açısından bakarsak çok sıkıntı çekmez. Ama 4 numara savunmasında etkisiz kalabilir. Türkiye ligi için yazmıyorum bunları. Türkiye’de savunmada onu zorlayacak 4 numara yok gibi. Dudley biraz zorlar. Ama EL’de 4 nuamra savunmasında işi çok zor. Kerem’de ceza alınca Efes’in pota altı rotasyonunu düşünmek bile istemiyorum. Neyse Slovenya’ya geri döneyim. Dün geceki maçta gerçekten iyi mücadele ettiler. Yunanistan’ın canlandığı anlarda Slovenya da sertleşti. Rakibinin kendisini yakalamasına müsaade etmedi.

Fransa’da bu arada Avrupa şampiyonasına katılacak son takım oldu. Yunanistan’ın son halinden sonra İspanya’yı sanki rahat bir şampiyonluk bekliyor gibi. Gerçi tüm takımların ciddi eksikleri var. Bu anlamda belki de son yılların sürprizlere en açık turnuvası olacak. Örneğin sonradan katılma hakkı alsa da ritim yakalayabilirse Fransa, Litvanya, Slovenya, Sırbistan, Hırvatistan ve Rusya İspanya için en güçlü rakipler konumunda. Bakalım ilerleyen günler bize ne gösterecek. Umarlım bu güçlü rakipler arasından sıyrılabiliriz. En azından ilk tur grubunda bu rakiplerden sadece birisi ile eşleşeceğiz. Muhtemelen iki galibiyetle ilk turu geçeriz. Sonraki oluşan grupta ise iyi ihtimal belki bir galibiyet alabiliriz. rakipler slovenya sırbistan ve ispanya. zor gözüküyor. grup dördüncüsü olmamız bile mümkün olmayabilir. Grup dördüncüsü olursak çaprazdan kimin geldiğinin çok da önemi yok. rusya-fransa-yunanistan ve hırvatistan. denk sayılabilirler. biz 5-6-7-8 arasında bir yerlerde muhtemelen 7. olarak turnuvaya veda ederiz. tabi dördüncü sırada bitirebilirsek. benim tahminim ikinci turda galibiyet alamayıp turnuvaya veda edeceğimiz. Umarım takımımız beni utandırır ve turnuva sonrasında şuradan bir özür yazısı çakabilirim. Aslına bakarsak birazcık ışık görsem, bu turnuva kimsenin tam olarak hazır olmadığından dolayı belki de son yılların en kolay kazanılabilecek turnuvası. Ama biz 2010’a hazırlanıyoruz. 2009 pek de milli takım yönetici ve teknik heyetinin umrunda değil gibi.

30 Ağustos 2009 Pazar

İngiltere Maçının Düşündürdükleri


Milli takımımızı seyrederken aklıma bir soru takıldı. Tanjevic’i milli takımın başına getirmeden önce; ligimizdeki basketbol antrenörlerini toplasak ve onlarla bir anket yapsaydık. Onlara "ligdeki en kötü antrenör kim" diye sorsaydık. Aldığımız cevaptaki ismi; milli takımın başına getirseydik. Sonra da yine onlardan "her pozisyona 3 oyuncu gelecek şekilde; 15 kişilik aday kadro" yapmalarını isteseydik. Ortaya konan isimlerden en çok oyu alanları milli takım kadrosu olarak ligin seçilmiş en kötü antrenörüne teslim etseydik. Avrupa şampiyonasında Tanjevic’li milli takımdan daha kötü sonuçlar alabilirler miydi?


Ya da basketbol yorumcularını toplasak ve 15 kişilik aday kadro kurmalarını istesek. onların seçtikleri arasından en çok oyu alan oyunculardan kurulu bir kadro oluştursak. kadronun içinden yaş ve tecrübe olarak en kıdemli olan bir ikisini seçsek. "Takımın başına hiç antrenör koymayacağız. Kendi başınıza bakalım ne yapabileceksiniz" desek; sonuç ne olurdu? Daha mı kötü olurdu? Bence, hayır.

tanjevic'İn akdrosunu bile başı boş bıraksak, bence sahaya şöyle bir takım çıkar:

p.g. kerem
s.g. ömer
s.f. hedo
p.f. ersan
c. ömer

yorulan oyuncu çıkar ve yerine onu dinlendirecek süreliğine yedeği girer. Bence başında tanjevic olandan daha iyi sonuçlar alır.

İngiltere önünde Tanjevic bir yanlıştan döndü mü? Ersan 4 numarada oynadı. Hem de maç boyu. Daha öne yazmıştım. Çocuk 4 numarada oynamak istiyor. Onun gözüne bakan, mimiklerine bakan zaten anlar durumu. Tanjevic 4 numarada kullandı. Bunu yapma nedeni; "performansı 3’te de aynı 4’te de aynı" diyebilmekti. Mesaj vermekti bir bakıma kendisini eleştirenlere. Ama fena çuvalladı Tanjevic. 4’te oynayan Ersan, çok iyi oynadı. Umarım tanjevic mesaj vermeye çalışırken, Ersan’ın ona verdiği mesajı anlayabilmiştir. Gerçi ersan’ın oyununu çok abartmamak gerek. Ersan inişleri ve çıkışları olan bir oyuncu. Bir maç iyi bir maç çok kötü olabiliyor. Ama iyi olacağı maçta 3’te kullanınca da kötü oynuyor. inişte de olsa çıkışta da olsa 4 numarada onu kullanmak mecburiyetindeyiz.

Turnuva farklı bir şeydir. Ömer de bunun farkında ve Almanya maçı sonrasında bu şamar ile belki de şampiyon olacağız demişti. Bir hava yakalanır ve başarılı olunabilir. Ya da çok başarılı bir adayken, küçük bir sorun nedeniyle galibiyet bile alınamadan geri dönülebilir. Ama basketbolun kabul etsek de etmesek de bir takım doğruları var. Bir takım ezberlerimiz var. Ezberleri bozmak her zaman iyi değildir. Doğru ezberleri neden bozalım ki?

Elimizde vasat bir kadro var. Bu kadro ancak çok sert oynayarak ve mücadelesini hızlı hücumlarla sonlandırarak başarılı olabilir. Ancak Tanjevic fantezi denemekten başka bir şey yapmıyor. Tanjevic’in denemeleri oyuncuları da oldukça germiş gibi. Ömer’in Jagla’ya olan darbesi basit bir örnek. Daha önce de yazmıştım. Hidayet’in gerginliği oyununa yansıyor. (Faruğun teorisidir). Hidayeti NBA maçlarında şakalaşırken, gayet rahat bir konumdayken ne kadar etkili olduğunu görmüştük. Milli takımdaki hedo ise gergin. Takımla çok oynandığından, takım kötü gidiyor. Hedo ise çok fazla şey yapmak zorunda hissediyor ve yapması gerekenleri bile yapamıyor.

Neyse bu olumsuzluklar dahilinde ve ayarımızdaki bir takımık Tanjevic’li milli takım hiç yenememiş olsa da yine de az da olsa umutluyuz. Çünkü gerçekten belki de 50 yılda ancak bir kere yakalanacak bir jenerasyonumuz var. Maalesef içsel bir etkenle beceremiyoruz ama onların fitilini ateşleyecek dışsal bir faktör ortaya çıkarsa belki de yine onurlarıyla oynarlar ve biz de gururla izleriz. Umut fukarının ekmeği. Umudumuzu da kaybedersek, turnuvayı izlemenin ne anlamı olur ki…

28 Ağustos 2009 Cuma

TANJEVİC’İN FANTEZİSİ



Fenerbahçe’nin başına geldikten sonra 13 Kasım 2008 yılında Tanjevic’le bir röportaj yapılmış: işte linki
“Ben 1971 yılında Sarajevo takımıyla antrenörlüğe başladığımda, ilk 3-4 yıl Sarajevo`da kimse benim ne yapmak istediğimi anlamadığı için, taraftarın büyük bölümü bana karşıydı. Hatta aleyhime çok bağırıyorlardı. O zamanın en büyük takımı Kızılyıldız`dı, 6 tane oyuncuyla oynuyorlardı. Ben 12 tane oyuncuyla oynuyordum. Yüksek tempoda basketbol oynamaya çalışıyorduk, çok oyuncu değiştirerek oynamaya çalışıyorduk. 3-4 yıl sonra herkes benim tarafımda yer almaya başladı. Çalıştığım her ülkede, her takımda başlarda işler negatif olsada sonunda hep pozitife döndü.”

Hırvatistan maçından sonra Tanjevic’in bunamış olabileceğine dair (erken bunama diye bir şey var) bir düşünceye kapıldım. Sonra da üşenmedim geçmişteki röportajlarını okumaya başladım. Okudukça onun bunamadığını anladım. 71 yılında başladığı yeni bir sistemi değiştirerek milli takımda uygulamaya geçmek istiyor. Nedir bu sistem: 12 oyuncuya neredeyse eşit süreler vermek. Böylece her oyuncu, oynayacağını bilerek kendisini hazır tutacak ve maç içinde yorgunluğu minimuma indirecek. Bu sistem gerçekten günümüzde etkili olabilmekte. Hem lig hem de Avrupa maratonu düşünüldüğünde böyle bir rotasyon, pek çok takım tarafından kullanılıyor. Bunun mucidi Tanjevic’dir. Tanjevic’e bu buluşu kafi gelmedi ve yeni bir icad peşinde. Geleceğin basketbolunu uygulamaya çalışıyor. Nedir bu? Her pozisyonda uzun oyuncular. Oyun kurucudan başlayıp pivota kadar her oyuncunun etkili dribbling yetenekleri olan ve herkesin her pozisyonu oynayabildiği bir sistem. Ben buna “tanjevic’in fantezisi” ismini verdim. Belki basketbol gelecekte böyle olacak. Ben bunun en azından yakın gelecekte olmayacağını tahmin ediyorum. Tanjevic’de en azından fenerbahçede bunu uygulayamayacağını fark etti.




Eğer böyle bir sistemle oynayacaksak ve federasyonumuz böyle bir başarının mümkün olduğuna inanmışsa, en azından bunu genelleştirip Türkiye’nin basketbol ekolu olarak böyle bir yapı ortaya koysak. Alt yapılardan itibaren her oyuncunun neredeyse her pozisyonda ne yapması gerektiğini öğretsek ve her oyuncuya top sürme fundemental’ı aşılasak. Böyle bir uygulama da yok.

Böyle bir sistemi sadece milli takıma uygulamak çok eğreti duruyor. Oyuncuları küstürüyoruz. Şöyle bir hatırlarsak: Memo küstü, Serkan küstü, Kaya küstü, Tutku küstü ve Ersan’ın küsmesi de yakın gibi. Çok açık. Çocuk 4 numarada oynamak istiyor. Hatta basketbol otoriteleri de çocuğun en azından şu andaki milli takımda 4 numarada oynaması gerektiğini söylüyorlar. Ama tanjevic inat ediyor. Onun kafasındaki 2010 takımı aslında şuydu:
p.g. cenk akyol
s.g. hidayet
s.f. ersan
p.f. semih
c. memo

Cenk fos çıkınca Sinan’ı oyun kurucu yapmaya heveslendi. Ancak bence temel hata; bu sistem (fantezi) konusunda federasyonu falan ikna etmiş olabilir ama bu sistemi öncelikle tüm Türkiye’ye kabul ettirmek gerekirdi. Tüm liglerde ve altyapıda bu sistem yıllarca uygulanarak belki gelecekte ne bileyim 10 sene 20 sene sonra böyle bir sistem oturabilirdi. Bundan 38 yıl önce Sarejova’da yaşadıklarından hareket ediyor ve 3-4 yılda sistemi oturtabileceğine inanıyor Tanjevic. Ama orada sadece takımın rotasyonu ile oynamıştı. Şimdi oyuncuların pozisyonu ile oynuyor. Bunu gerçekleştirmek bence mümkün değil. En azından kısa vadede. Uzun vade için ise meşhur iktisatçı Keynes’in bir sözü var: “in the long run we are all dead”.

En azından Fenerbahçe’de bunun gerçekleşmeyeceğini anladı. Sanırım Preldzic’i alırken uzun vadede onu oyun kurucu olarak planlamıştı. Uzun oyun kurucuları sevdiğini her ortamda dillendiriyordu. Ama gördüğüm kadarıyla geçen sene başlayan değişim bu sene daha da hızlanarak devam ediyor. Öncelikle kendimden kısa oyuncu almam diyen Tanjevic, green’i aldı. Bu sene greer, kinsey gibi kendine sistemine uygun olmayan oyuncular transfer etti. Klasik bir şablona en azından fenerbahçe’de dönüyor. Ama milli takımda henüz bir değişim yok. Hala fantezisini denemeye çalışıyor. Fenerbahçe’de, fantezisinden vazgeçip sadece milli takımda bu fanteziyi gerçekleştirmeye çalışması ise her iki takımın başkanlarındaki farklılıktan kaynaklanıyor olmalı. Fenerbahçe başkanı; “yeter artık” demiş olabilir.

Bir önceki yazımda Nowitzski-Hedo paralelliğinden hareketle Türkiye Almanyalaşıyor demiştim. Almanya’ya büyük haksızlık etmişim. Basit ama sert oynadılar. Nowitzskisiz bir Almanya’ya bile kaybettik. Bunlar hazırlık maçı ve izlediğim takımlardan hiçbirisi hazır değil. Dünkü Makedonya’yı çok beğendim. Ama rakip de hiçbir şey yapmadı. Zor anlarda nasıl performans gösterirler bilemiyorum. Biz ise hala bir şeyler deniyoruz.

Biz de Ersan 3 numara oynamak istemiyor. Çok belli. Kerhen bir üçlük attı 3 numarada oynarken. O kadar. Ama dörte oynarken çok daha etkili olabiliyor. Aslında bizim beşimiz belli. Daha bu beşi bir arada hiç göremedik ve belki de göremeyeceğiz ama başka bir alternatif olduğunu da sanmıyorum. Diğer oyuncular sadece ilk beşteki oyuncuları dinlendirecek. Bu oyuncular ise neredeyse 30’ar dakika oynayacaklar. Yani toplam 200 dakikanın 150 dakikasını bu aşağıya yazacağım beş’deki oyuncular oynayacak. Diğer oyuncular ise 50 dakika forma giyecek. Ancak bu noktada önemli sorun neredeyse her gün bir maç oynana tempoyu bu oyucnualr 30’ar dakika ile kaldırabilir mi. İşte hazırlık dediğimiz şey de buna ilişkin olmalıydı.

p.g. kerem
s.g. ömer
s.f. hidayet
p.f. ersan
c. ömer

Gelelim ender ve tanjevic’e. Ender’in yolrulduğunu görmemiş olamaz Tanjevic. Sağır sultan gördü. Ender yorulmuştu. Ama çıkartmadı. Neden? Görmemiş olması imkansız. Bana öyle geliyor ki bunun iki nedeni olabilir. Birincisi; maçın son 5 dakikasını farkı kapatan takımla oynamak istedi. İkinci neden ise; “bir oyuncu dokuz dakikadan fazla oynayınca yoruluyor. Onu değiştirince beni eleştiriyorsunuz. Değiştirmeyim de görün bakın neler oluyor” düşüncesi. Murathanoğlu eskiden bu konuları söylerdi. Şu yoruldu. Değiştirmek lazım falan derdi. Değiştirmeyince de eleştirirdi antrenörü. Şimdi koç eleştirisi hiç yapmıyor. Daha doğrusu Hakem konuşmaktan başka bir şey yapmıyor. Her düdüğü yorumluyor. Ve yorumlarken de ağırlıklı olarak aleyhimize çalınanları değerlendiriyor ama lehimize çalınan yanlış düdükler konusunda da bir şey demiyor. Utanmasa mağlubiyeti hakemlere bağlayacak. Hakemler gayet güzel bir maç yönettiler. Yanlış düdük her maçta olur ama bence genel olarak iyiydiler.

Jagla’ya değil ama Ömer Onan’a o pozisyonda hayret ettim. Jagla gördüğüm kadarıyla o pozisyonda hakeme itiraza gidiyordu. Ömer çocuğu boğazından itti. Ömer gibi bu takımın abisi konumundaki bir oyuncunun bu hareketinin altında Tanjevic’in takımla fazla oynamasının oyuncular üzerinde yarattığı baskı olduğunu düşünüyorum. Her şeyi de Tanjevic’e bağlamamak lazım. Sonuçta onu takımın başına getirenler, bir gün götürmeyi de akıl edeceklerdir.

27 Ağustos 2009 Perşembe

Son Uyarı Atışları




Hırvatistan maçı, artık kronik hale gelmeye namzet iki temel basketbol gerçeğimizi ortaya çıkarmıştır:

1) Set hücumundaki yavaş tempomuz
2) Savunmada içeri penetre eden kısalar ve içeri devrilebilen uzunlara karşı çaresizliğimiz

Güçlü takımlarla yapılan hazırlık maçlarının bu tür yapısal sorunlarımızı göstermesi açısından çok faydalı. Ancak, diğer taraftan bu tür sorunlara kısa vadede çözüm üretmek çok zordur. Hele ki Şampiyonaya 15 gün kalan bu iki sorunu çözebilir miyiz, emin değilim. Kurt hoca Tanjevic ve teknik ekip mutlaka bu konulara kafa yoruyordur.

Maçın kısa analizine gelirsek maça çok iyi başladık. İlk 5 dakika iyi savunma, top çalmalar, ribaunt üstünlüğü ve Hidayet önderliğinde hızlı set hücumları. İlk periyodun ortalarından itibaren savunmadaki en zayıf halkamız!!! Sinan’ın tuttuğu Ukic’in gerek penetre üstünden, gerekse boş şutlarla bulduğu 10 sayısı ile maç Hırvatların kontrolüne geçti. Bu bölümden sonra kontrolü maçın hiçbir bölümünde elimize geçiremedik. Buradaki ilginç nokta ribaunt, top çalma ve top kaybı istatistiklerinde üstün olmamıza rağmen tempoyu empoze edememizdir. Bu durum üzerinde ayrıca üzerinde durulması gerekmektedir. Repesa’nın taktiği çok basitti. Bol penetre ile savunmanın dengesini bozma. Penetre sonrası dışarıdan fazla sayıda boş şut imkanı buldular. Nitekim maçın en kritik anında yine bu tür penetre sonrasında Kus tarafından dipten bulunan üçlük aslında tüm maçın özeti gibiydi. Kimse şans basketiydi demesin. Aslında o basketin olması bizim için büyük şans. O basket girmeyip Hidayet’in veya Ömer’in zorlama atışı ile maçı kazansaydık, herşeyin üstüne bir şal örtüp gerçekleri saklamamıza izin verirdi. Bizi bundan kurtardığı için şans meleklerine dua etmeliyiz.

Bu noktada şunu belirtmek isterim. Hazırlık maçlarında her şeyin denemesi hoş bir şey olabilir. Ancak turnuvaya 15 gün kala artık deneme faslından çıkıp “milli takımın kemikleşmiş rotasyonu budur, takım sistemi şudur” dememiz lazım. Böyle bir şey görüyormuyuz? Hayır. Oyuncu değişiklikleri tam bir çorbaya döndü. İlk periyot Sinan oyun kurucu rolündeydi. Sonra Kerem oldu. İkinci yarı bu oyuncular sahada hemen hemen hiç yoktu. Engin ve Ender bu rolü üstlendi. Kimin asıl oyun kurucu olması gerektiği ayrı bir konu ancak ben milli takımızın asıl oyun kurucusu kim olacak merak ediyorum. Bu tarz hızlı oyuncu değişikleri ritm bulmamızı çok fazla engelliyor. Burada şöyle bir düşünce akla geliyor. Tanjevic gerçekten değerli hocadır. Bosna Sarajevo takımının başında genç bir koç olarak tam otuz yıl önce 1979 yılında Avrupa Şampiyonu olmuş bir koçun yaptığı herşeyde mutlakabir keramet vardır. Acaba şöyle bir amacı olabilir mi? Rakiplerimizn bizi çözmesini zorlaştırmak. Sağ gösterip sol vurma misali. Litvanya maçına hazırlık maçlarında görülmeyen bir oyun tarzıyla mı çıkacağız. Bekleyip görelim.

Sözün özü bu maç bizim için son uyarı atışlarıdır. Avrupa Şampiyona’sında uyarı atışları bitecek ve yerine gerçek mermilerle meydan muharebesi alacaktır.

Bu arada söylemzsem içinde kalır. 34 yaşında, yerinden vinç vasıtasıyla kaldırabilen Prkacin’in kendisinden uzun ve daha hareketli uzunlarımıza karşı birbirinin kopyası 5 basket bulması hakkında yorum yapmak istemiyorum. Ceza olarak bu basketlerin kasetlerinin uzun oyuncularımıza defalarca seyrettirilmesini öneriyorum.

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Türkiye-Hırvatistan: Eksikler


Maçı anlatmayacağım. İzleyen zaten izlemiştir ve maç anlatımına ihtiyacı yoktur. İzlemeyen ise şuradan maç anlatımını takip edebilir.

Mağlup olduk ama hiç önemi yok. Muhtemelen Pazar günü kupa için yine Hırvatlarla oynayacağız. Her iki takım da henüz hazır değil. Ne savunma olarak ne rotasyon olarak ne de hücum olarak. Bu nedenle bireysel yeteneklerini ve rotasyonu azıcık daha akıllıca kullanarak Hırvatlar galip gelmeyi başardı. Burada aslında somut olarak bu maçın değerlendirmesini de yapmayacağım. Gördüğüm eksiklerden hareketle daha genel ve asıl turnuvada ne yapılması gerektiğine ilişkin bir şeyler yazacağım.

Maça Sinan’la başlanacağını doğrusu maç öncesinde bekliyordum. Ukic savunması bence çok önemliydi. Tanjevic de benim gibi düşünmüş. Ama ben Tanjevic’den farklı olarak oyun kurucusuz başlamazdım. Sinan’ı Ukic ile Kus’e ise Kerem ile savunurdum. Oyun kurucusuz başlamış olmamız bana öyle geliyor ki Represa’nın da işine geldi. Represa kurt hocadır. Ben çok beğenirim. Oyun kurucusuz oynayan takımımıza baskı yaptırmama nedeni; oyun kurucuyu oyuna almaya bizi zorlamamak için diye düşündüm. Sinan oyun kurucu olarak sahaya sürüldü ve iyi savunma yapması istendi. Basketbol aslına bakarsak birazcık da konsantrasyon işi. Tanjevic’in bence takımın değil ama oyuncuların rotasyonu ile çok fazla oynamasının yarattığı temel sonuç konsantrasyon kaybı. Bunu dün özellikle Sinan ve Ersan’da gördük. Sinan oyun kuruculuğa konsantre oldu ve tutabileceği ukic’e konsantre olamadı. Bir daha da zaten Tanjevic onu denemedi. Bence kerem ve sinan’la başlasa ve Sinan’a Ukic’i bitirme görevi verilse başarılı olabilirdi.

Vujcic’in sakatlanması sonrası pota altını daha etkili kullanmamız gerekirdi. Ancak işte bu noktada bence en temel sıkıntımız boy gösterdi. 12 kişilik kadroda hücumda topu yere vurabilecek oyun kurucu haricinde sadece Hidayet var. Ömer, Sinan, Bekir ve uzunlarımızdan hiçbirisi topu yere vurabilen oyuncular değil. Örneğin bir ara kerem-bekir-ersan-semih-oğuz gibi bir beş vardı sahada. Dibe vurduğumuz beş. Ne pas yapabildiler ne penetre. Ayrıca çok iyi paslaşan oyuncularımız da yok. Bu durumda hücumda tamamen Hidayet’in yaratıcılığı ve saha görüşüne kalıyoruz. Bu anlamda da giderek Almanya gibi basketbol oynuyoruz. Oğuz’a örneğin post-up yaptıramadık. Vs..Buradan bir adım daha atarsak; kısa oyuncuların penetre zaafı nedeniyle hücumda semih ve ömer gibi atletik uzunları pota altında topla buluşturamıyoruz keza hızlı paslaşamadığımızdan dolayı da hidayet’e zaman zaman gelen ikili sıkıştırmaları cezalandıramıyoruz. Rakip uzunların görece hantallığını da hızlı çıkamamaktan dolayı fast break ile bitiremedik. Takımın eksikleri çok fazla ve mevcut kadroda bu eksikleri giderebilecek oyuncu yok görünümünde.

Aslında bizim genel olarak en dezavantajlı olduğumuz konu power forvet savunması. Ancak Hırvatistan kadrosunda bu konuda sıkıntı çıkaracak oyuncu olmaması (maç öncesi yazısında belirttiğim gibi) maç açısından bizim avantajımızdı. Ancak turnuva öncesinde kendimizi bu konuda deneyememiş olmamız da bence kötü oldu. Hareketli 4 numaralara karşı (ersan’ın pozisyonu o kadar çok değiştiriliyor ki konsantre olmakta zorlanıyor.) iki uzunla ne yaparız bilmiyorum.
Savunmada da istediğimiz sertliğe ulaşamadık. Bunun temel nedeninin oyuncuların pozisyonların çok fazla değişmesinden kaynaklandığını düşünüyorum. Özellikle Ersan ribauntlarda etkili olsa da savunmada pek bir şey yapmadı. Kısalarımızın ise; rakip penetreleri bire bir durdurmasının zor olacağını tahmin ediyordum. Bu nedenle bir dönem; mesela hücumda çok kötü olduğumuz ikinci periodda alan savunması denene bilirdi. Tam saha ya da yarı saha alan savunması ile iş yapabilirdik. Özellikle kerem-sinan-hido-ersan ve semih gibi uzun kollu ve görece hareketli bir beş yarı saha baskılı savunmayı etkili olara kullanabilir. Pas araları sonrasında gelebilecek hızlı hücumlar ile de skor yönünden yaşanan zaaflar bir nebze olsun hafifletilebilir.

Doğrusu ben genel olarak kötümserimdir. Doludan ziyade boşa biraz daha fazla bakarım. Bizim gibi hazır olmayan ve eksikleri olan bir takımla oynadık ve fazla bir ışık alamadık. Ama son tahlilde bunlar hazırlık maçı. Eksikleri gördüğümüz ve umarım düzeltmeye yönelik hamleleri yapabileceğimiz bir ortam sağlarlar. Maç sonrası Tanjevic’in açıklamasını bilmiyorum ama umarım teknik heyet olarak esiklerimiz konusunda doğru tespitlerde bulunabilirler. Yoksa yine gelir hüsran rüzgarı…
ed. bu arada Tanjevic rakibi küçümsediğimizden böyle oldu demiş. Devamında da bu sene oynadığımız en güçlü rakipti demiş. artık içimden Tanjevic'e birşey demek gelmiyor. Bir cümlesi ile bir diğeri birbiriyle çelişiyor ve kime bir şey demiyor. bu arada kaçırdım mı bilmiyorum ama son periodda hiç mola kullandık mı?
Fotoğrafın Linki: Burada

Rakibimiz Hırvatistan



p.g. Zoran Planinić (PG/SG/SF 201 82. CSKA Moskva) Marko Popović (PG/SG 184 82. Unics Kazan)Roko-Leni Ukić (PG 195 84. Toronto) Davor Kus (PG/SG 192 78. Cibona)
s.g. Mario Stojić (SG/SF 196 80. Menorca) Damir Rančić (SG 198 83. Zadar)

s.f. Marin Rozić (SF 201 83. Cibona)
p.f. Marko Banić (PF 204 84. Bilbao Basket) Sandro Nicević (PF/C 210 76. Benetton)
C.Nikola Prkačin (PF/C 208 75. Cibona) Krešimir Lončar (PF/C 210 83. Unics Kazan)Nikola Vujčić (C 211 78. Olympiacos) Mario Kasun (C 213 80. Efes Pilsen)Ante Tomić (C 217 87. Zagreb)
Efes Cup zamanlama olarak önemli bir turnuva olsa da seçilen takımlara bakıldığında önemini yitirmekte. Hırvatistan haricindeki maçların bize çok fazla bir faydası olacağını doğrusu düşünmüyorum. Zayıf rakiplerle oynanan hazırlık maçlarının değerlendirme açısından çok fazla katkısı olmayacağına inanıyorum. Faruk’un milli takımın hazırlık maçları konusundaki sözlerine katılmamak elde değil.

Biraz gecikmeli de olsa Avrupa şampiyonasında oynayacak olan ve bu akşam karşımızda izleyeceğimiz Hırvatistan’ı birazcık tanıtmaya çalışacağım. Pivot ve oyun kurucu rotasyonu açısından ciddi bir bolluk yaşamaktalar. En azından bizde de pivot konusunda iyi bir rotasyona sahip olduğumuzu söyleyebilirim. Oyun kurucu oalrak Hırvatistan bize açık ara üstün. s.g. olarak ise iki takımın da zayıf olduğunun altını çizelim. Marko Tomas’ın sakatlanması ile kısa forvet pozisyonunda Rozic tek kaldı. Bu noktada bizim de Kerem’in doping’i nedeniyle p.f’siz kaldığımızı düşünürsek bir anlamda benzer bir durumda olduğumuzu söylemek mümkün. Kısa forvet oalrak baktığımızda bizim açık ara bir üstünlüğümüz olduğunu söyleyebiliriz. 4 numarayı onlar da beşten bozma oyuncularla oynamak durumunda. Biz de maalesef öyle. Onlar 3 numara açığını tahminimce Planicic ile doldurabilir. Biz de 4 numara açığını Ersan ile doldurmak zorundayız. Keyifli ve sert bir maç olacağını düşünüyorum. Slovenya’ya hazırlık maçlarında kaybetmişti Hırvatlar ama Almanları ise yenmişlerdi. İki takım için de şampiyona öncesinde oynayacakları en ciddi hazırlık maçı olacak. Bu bağlamda sert ve mücadeleci bir maç bizi bekliyor. Özellikle kısa oyuncularımızın Hırvat kısalarının penetrelerini engelleyebilecek savunma kabiliyetine sahip olmalarının bizim için avantaj olduğunu düşünüyorum. Özellikle set hücumunda zorlandığımızı ve Hırvatistan uzun oyuncualrının bizimkilere göre birazcık daha hantal olduğunu düşündüğümüzde net ribaunt alabildiğimiz ölçüde avantajı da sağlayabileceğimizi söyleyebiliriz. Set hücumlarında ise Hido’ya çok iş düşmekte. Özellikle penetre ederek Hırvatistan set savunmasını çok zorlayacaktır. Keyifli bir maç bizleri bekliyor. Umarım sert mücadeleci ve eksiklerimizi görüp düzeltebileceğimiz bir turnuva izleyebiliriz.

Tanjevic ortamda bir kupa varsa almak isteriz mealinden bir şeyler demiş. Hazırlık turnuvalarından ziyade, esas turnuvalardaki kupalara göz koymamızın daha doğru olacağını düşünüyorum. En azından milli takım yetkili ve oyuncularının yaptığı açıklamalara baktığımızda Hidayet dışında şampiyonluk final kelimelerini telaffüz eden çıkmıyor.

25 Ağustos 2009 Salı

Mor Bu Senenin Moda Rengi Olacak mı?


Avrupa’da bu senenin transfer sezonunun şampiyonu açık ara Real Madrid takımıdır. Ahmet’in Real Madrid transferlerini analiz ettiği yazısında de belirttiği gibi heyecan verici bir takım kurdular. Tüm bu transferler tek bir hedef için yapıldı: Şampiyonluk. Peki bu takım EL şampiyonluğuna ulaşabilir mi? Bence hayır. Görüşümü 4 ana eksen üzerine oturtuyorum:

1) Pota altı oyuncu yetersizliği
2) Bullock faktörü
3) Toplama takım olmalarının takım kimyasının oluşumunda yarattığı zorluk
4) Yüksek beklentilerin (şampiyonluk) kritik anlarda oyuncular üzerinde yaratacağı baskı

Bu maddeleri tek tek ele alalım:

1) Ahmet’ın yazısında da belirtildiği üzere 7 kişilik uzun rotasyonu var. Doğru. Niceliksel olarak sayı çok yüksek. Peki ya niteliksel olarak. Soruyu şöyle soralım. Uzun oyuncu eşittir pota altı oyuncusu mudur? Daha başka şekilde soralım. Bu 7 oyuncudan kaç tanesi sert oyunuyla boyalı bölgeyi domine edebilir. Daha başka şekilde de sorabiliriz. Bu oyuncular Pekovıc, Batiste, Splitter gibi oyuncuları tutabilir mi? Reyes ve biraz da Spiegel (o da ince kalmakta) haricinde bu oyunculardan hiç biri gerçek anlamda bir pota altı oyuncusu değildir. Garbajosa ve Lavrinovic hepimizin yıllardır bildiği üzere pota altı mücadelelerine girmeyen dış şut ağırlıklı oyuncular. Velickovic oyunun her yönünü oynayabilen ama daha çok dışarıda top alıp içeriye penetre edebilen bir oyuncu. Bu anlamda pota altında sert bir takım oluşturduklarını düşünmüyorum. Jeremiah Massey takımdan neden yollandığını anlayabilmiş değilim. Bence F8’e kalmalarında Massey’in yarattığı pota altı sertliğinin payı çok yüksekti. Bu sene oluşturulan kadroda Spiegel gibi yumuşak oyuncunun yerine Massey olsaydı, daha tamamlayıcı bir uzun rotasyonu olurdu.

2) Louis Bullock bu takımın son iki yıldır en önemli hücum opsiyonu. Geçen sene seyrettiğim maçlarda takımın oyun planları bu oyuncu üzerine kurulmakta idi. Geçen seneki başarısızlıkta belirleyici etken hücum opsiyonlarının Bullock üzerine kurulmuş olmasıydı. Playofflardaki Olympiakos maçını hatırlayın. Kaybedilen serinin dördüncü ve son maçında kritik anlarda her topu Bullock kullandı ve tabi bu oyuncu Michael Jordan olmadığı için Olympiakos F4’e kaldı. Bu sene alınan oyuncular hücumdaki opsiyonları zenginleştirmiştir. Bullock bu zenginleşen hücum sisteminde ve Kaukenas transferi ile takım içinde küçük bir dişli olma rolünü kabullenecek midir? Zor. İki sene takım içinde baş aktör olan oyuncuyu birden yardımcı aktör rolünü kabul ettiremezsiniz. Eğer Bullock takımda kalırsa sene içinde sorunlar çıkabilir.

3) Reyes, Bullock ve Lull haricinde takım baştan aşağı yeniden yaratıldı. Velickovic ve Dasic sonuçta küçük bütçeli ama sistem takımlarından gelen ve bence ilk senesinde çok fazla şey beklenmemesi gereken oyuncular. Toplama takım olmaları her ne kadar Messina faktörü olsa da takım kimyasının oluşumunda en azından ilk sene için zorluk yaratacaktır.

4) Real Madrid, Barcelona, Olympiakos gibi dünya kulüplerinde sabır sözcüğü çok fazla kullanılmaz. Tahamülzsülük genel karakterleridir. Gerek taraftar gerekse yönetim nezdinde beklentiler hep kısa vadelidir ve yüksek hedeflere yöneliktir. Kaukenas, Velickovic, Dasic, Lavrinovic, gibi oyuncular kariyerleri boyunca sırasıyla Siena, Partizan, Buducnost gibi beklentilerin yüksek olmadığı, toplam taraftar sayısının ancak onbinlerle ölçüldüğü daha yerel takımlarda başarılı olmuş oyuncular. Real Madrid’in gibi evrensel ölçekte ve taraftar sayısının milyonlarla ölçüldüğü bir yapıya bu tür oyuncuların ayak uydurması en azından ilk sene için kolay olmayacaktır.

Sözün özü, biraz klişe olacak ama yeni kurulan toplama büyük takımların ilk senesinde başarılı olacaklarını düşünmüyorum. Yukarıda değindiğim pota altı sertliğini sağlayabilirlerse ve Messina önderliğinde takım sistemini oturtabilirlerse orta vadede Avrupa basketbolunu hegemonya altına alabilir. Ancak bu sene için çok büyük beklentim yok.

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Real Madrid Avrupa Basketbolunda Yeniden Fırtına Koparmak Yolunda


Real Madrid’in transferlerine imrenerek bakıyorum. Muhtemelen Avrupa’nın önemli oyun kurucularından birini ya da ikisini alarak transferi kapatacaklar. Öncelikle Real Madrid’İn kadrosuna bakalım:

p.g. lull,
s.g. kaukenas, oleson, block
s.f. hansen, tomas
p.f.harvelle, velickovic, dasic,
c. reyes, garbojasa, spiegel, lavrinovic

Anormal bir uzun rotasyonuna sahipler. 7 kişiden oluşan uzun rotasyonunda Avrupa’da oynayan neredeyse en önemli uzunları toplamışlar. Harvelle pozisyon olarak kısa forvette de oynayabiliyor. Bu bolluktan ötürü onu 4 numara yerine 3 numarada seyretmemiz daha olası. Takımın şu andaki yumşak karnı oyun kurucu. Basketbolda 1 numaran kadar konuşabilirsin sözünü düşündüğümüzde bu yıldızlar korosunun saha içinde idare edecek iyi bir orkestra şefi gerekli. Lull bu iş için yeterli değil. Hatta ikinci guard olarak bile bence yetersiz. Bu bölgeye çko değerli bir oyuncu transfer edileceği konuşuluyor. Messina CSKA’da holden ve papaloukas gibi çok değerli iki oyun kurucuya sahipti. Bu bölgenin öneminin farkında olan bir koç olarak mutlaka üst düzey bir oyun kurucu katacaktır takımına. Diğer pozisyonlara baktığımızda her bölgede alanında ilk avrupanın en değerli on oyuncusu diyebileceğimiz oyuncualra sahipler. Örneğin iki numarada kaukenas bence Avrupanın en değerli 3 shooting guard’ından biri. Hansen ve hatta harvelle de kısa forvetler arasında avrupanın en önemli oyuncuları arasında sayılabilir. Uzunlar için söylenebilecek olumsuz bir şey neredeyse yok. Hepsi farklı özellikleri olan ve takıma çok büyük katkı sağlayabilecek çok önemli isimler. Reyes’in mücadeleciliği, spiegel’in tecrübesi, velickovic’in hırsı, garbojasa’nın skorer kimliği ve lavrinovic’in şutörlüğünü bir araya geldiğinde bence Avrupa’nın en iyi uzun rotasyonlarından birisi ortaya çıkmakta. Oyuncuların tek bir özelliklerini yukarıda saymama rağmen, tek yönlü oyuncular değil. Hem hücum hem de savunmada etkili olabilen ayrıca hücumda da tek bir silahı olmayan oyucnular. İlginç şekilde kolaylıkla da yan yana oynayabilecek oyuncular. Hem set hücumunda hem de hızlı hücumda etkili olabilecek rotasyonlar çıkartmak mümkün. Uzun rotasyonun kısa rotasyonundan daha iyi olduğunu belirtelim. Ama kısa rotasyonuna bir ya da iki oyuncu daha katılabileceğini de akıldan çıkartmayalım.

Kısa rotasyonunda Messina’nın işi çok zor değil. Ağırlıklı olarak Kaukenas ve Hansen’i kullanacaktır. Block’un takımdan ayrılacağı konusunda bir söylenti vardı. Hem bir hem de iki numarada oynayan ve geçen sene çok iyi istatistikler yakalayan Brad Oleson’un da takıma katılması sonrasında Block’un ayrılacağı söyleniyordu. Ben öyle olacağını tahmin etmiyorum. İyi bir oyun kurucu alarak muhtemelen Real transferi kapatacaktır. Uzun rotasyonunda ise Messina’nın işi oldukça zor olacak. Çünkü birbirinden kıymetli ve farklı özellikleri olan oyunculardan optimal faydalanmak kolay olmayacaktır. Oyuncuları kırmadan uzun oyuncular arasında 80 dakikayı paylaştırmakta bence çok zorlanacak. Ancak Messina tecrübesi ve yıldız oyuncularla olan ilişkisi ile bu görevi hakkıyla yerine getirebilecek Avrupa’nın sayılı koçlarından birisi. En azından bu tip oyuncuları bir arada kolaylıkla değerlendirebilecek ve hepsinin etinden sütünden faydalanabilecek değerli bir koç. CSKA’daki başarılarını Real’de daha da taçlandıracağını düşünüyorum.

Messina önderliğindeki Real Madrid’i seyretmeyi heyecanla bekliyorum. Özellikle ACB maçlarının trt’de yayınlanacak olması heyecanımı biraz daha arttırıyor. Umarım TRT yöneticileri Real Madrid maçlarını daha fazla seçerler. Ve Avrupa’nın bu önemli oyuncularını hem EL hem de ACB maçlarında sıklıkla seyredebiliriz.
edit: bu yazı bittikten sonra Real Madrid Vidal ve prigioni'yi oleson karşılığında aldığı haberi geldi. Beklenen bir gelişmeydi. Sadece kadro değişmiş oldu. Real Madrid transferi kapattı mı bilmiyorum ama belki bir oyun kurucu daha alabilir. Almasa bile bu sene İspanya'da Tau'nun tahtına geçeceği kesin. Doğrusu son yıllardaki Maccabi, CSKA, Panathinaikos, Olympiakos, Tau ve hatta Barca kısır döngüsünden sıkılmaya başlamıştım. Bunların arasına yeni takımların girmesi güzel oluyor. Ancak maalesef oyun bir anlamda sıfır toplamlı oyun. birileirni aşağıya çekmeden yukarı çıkmak pek mümkün değil. çünkü kalbur üstü oyuncu sayısı kısıtlı. kendiisni biraz gösteren NBA'e gidiyor. Bu durumda güçlü takım olabilmenin yolu rakiplerin elindeki iyi oyuncuları almaktan geçiyor. Neyse yeni bir soluk geldi. heyecanla bekliyorum

23 Ağustos 2009 Pazar

Ibrahim Jabeer Bulgar Milli Takımından Çıktı


Jabeer Müslüman bir oyuncu. Ramazanda oruçlu olacağını bahane ederek Avrupa şampiyonasında Bulgar Milli takımında oynayamayacağını belirtmiş. Bu haber üzerine Milli takımlarda devşirme oyuncu üzerine bir şeyler karalamak istedim. Biz de milli takım için devşirme oyuncu istiyoruz. Daha önce başka bir yazıda bu konuya kısmen değinmiştim. Milli takımımızda 2 numarada yıllarca çok iyi skorer oyuncular vardı. Ufuk Sarıca ile başlayan Harun Erdenay ile devam eden İbrahim Kutluay ile taçlanan ve Serkan ile daha da bir enternasyonellik kazanan iki numaraları pozisyonda şu anda Ömer, Sinan ve Evren gibi daha savunmacı ama çok daha az skorer görev adamları ile devam etmemiz gerekiyor. Basketbolda her pozisyonun kendine göre önemli özellikleri ve önemi vardır. Benim basketbol görüşümde iki numarada oynayan oyuncu savunması yanı sıra hücumda hem penetre hem de şutları ile etkin olmalı. Böyle bir oyuncuya maalesef sahip değiliz. Bu bağlamda da bu mevkii için devşirme oyuncu zaman zaman gündeme geliyor. Bu yazının konusu milli takımın devşirme oyuncu ihtiyacı değil. Bunu başka bir yazıda, tahminimce yeniden alevlenecek olan bu konuyu, şampiyona sonrasında yazmaya niyetliyim. Bu yazı belki de küçük bir girizgah olabilir.

Özellikle Avrupa basketbolunda Bosman kuralının yaygınlaşması ile birlikte Amerikalı oyuncular Avrupa pasaportu almak yolunda bir cinliğe gitmekteler. Bu pasaport sonrasında Bosman kuralı aslında sözde kalmakta böylece Amerikalı oyuncular daha yüksek bedellere imza atabilmekte. Neyin karşılığında? Pasaport aldıkları ülkenin milli takımında oynayarak o ülkenin başarısını arttırmak diyebiliriz. Peki milli takımda oynamanın oyuncuya getirisi ne? Milli maçlar eylül ekim gibi sezonun başlama arifesinde yapılan maçlar olduğundan aslında oyuncuya getirisi yok. Oyuncular zaten bu dönemde sözleşmelerini yapmış oluyorlar. Yani kendilerini göstermeleri gereken bir arena değil uluslararası turnuvalar. Üstüne oyuncunun sakatlanması ve takımdan ayrı kalması gibi riskler üreterek oyuncunun performansında olumsuz katkıya da sebep olabilmekte. Jabeer’in pasaport aldığı ülkenin milli takımında oynamak istememesi bence oruçtan ziyade bu riskleri almak istememesinden kaynaklanıyor. Bu ise ahlaki olarak sorgulanması gereken bir tutum. Avrupa’da daha yüksek bedellerle ve daha rahat sözleşme yapmak için bir pasaport alıyorsun ama bunun karşılığında milli takımda oynamayı taahhüt ediyorsun ve dini buna alet ederek oynamaktan imtina ediyorsun. Sporcuların bu şekilde davranmaması gerekir. Özellikle Müslümanlığın yanlış anlaşıldığı bir dünyada buna fırsat verecek davranışlardan özellikle kaçınmak gerekir diye düşünüyorum. Uluslararası basketbol forumlarından birinde; ülkemize transfer edilen bir oyuncu için, “çok eşli” gece yaşamını ve eğlencesini sevdiğinden Müslüman bir ülkeye transferinin oyuncu için yanlış bir seçim olduğu yazılmıştı. Burası din ve sekülerlik üzerine konuşacağımız bir alan değil. Ancak spor-din ve spor-politika konuları bence hassas olunması gereken konular. Dolayısıyla bireysel olarak sporculara, klüp yönetimlerine, basına, federasyona ve son olarak biz taraftarlara bu konuda görevler düşmekte. Ülkemizin yanlış tanınması ve değerlendirilmesi konusunda bütün olarak gayret sarf etmemiz gerekli.

Tekil örneklerden hareketle yapılan genellemeler çoğu zaman gerçek durumu yansıtmaktan uzak olabilir. Biz de burada tekil bir örnekten hareket ettik. Ancak tekil örnekler yaygın kanaati destekleyici olduğunda; tekil bir örnek olmaktan çıkarlar. İşte bizim tekil örneğimizde aynen bu durumda olduğu gibi yaygın bir kanaati olumlayan bir örnek olduğundan burada ele alındı.

Jabeer’in milli takımdan ayrılması sonrasında bizi ilgilendiren ikinci nokta ise onun yerine milli takıma kimin alınacağına ilişkin. Adaylar birisini bu sene ligimizde Telekom forması ile izleyeceğiz. Owens Bulgar pasaportu sahibi. Yeni geldiği takımıyla İtalya kampı yerine Bulgar milli takımında oynayabilir. Jabeer’in bireysel tercihi; sadece onu ve Bulgar milli takımını değil belki de ligimizin önemli ekiplerinden birisi olan Telekom’u da etkileyecek. Bulgaristan’ın bizim grubumuzda olması nedeniyle milli takımımızı da kısmen de olsa etkileyecek. Son olarak ise belki de ligimizde oynaaycak bir oyuncuyu daha erkenden izlememsi vesile olacağından taraftar olarak bizleri de biraz daha farklı etkileyecek. Basit bir bireysel karar ama çoklu sonuçları ve etkileri var.

21 Ağustos 2009 Cuma

Milli Takıma Dair (2)


Bir önceki yazımda Londra’da yapılan turnuva çerçevesinde milli takımımızın olumlu yönlerinden bahsetmiştim. Şimdi madalyonun diğer tarafına bakalım. Bir kere şu gerçek rakip kim olursa olsun yüzümüze bir tokat gibi vuruyor: Set hücumuna kaldığımızda tempomuz düşüyor, tıkanıyoruz ve verimli hücum edemiyoruz. Kabul etmemiz gerekir ki bu sorun bugünün sorunu olmaktan ziyade, geçmişten gelen kronik bir sorunumuzdur. Geriye iyi koşan ve sabırlı hücum eden rakiplerle olan maçlarımızda bu sorun başımızı çok ağrıtacaktır. Nitekim, Eğer Avrupa Şampiyonası’nda bu tip takimlarla mücadele edeceğiz. Bu bağlamda set hücumundaki etkinliğimiz şampiyonadaki sıralamamızda belirleyici faktör olacaktır.

Etkin set hücumu yapabilmenin iki temel anahtarı vardır: Potaya doğru adam eksilterek penetre etmek ve/veya hızlı pas trafiği ile dış oyunculara uygun şut imkanı veya uzun oyunculara alçak postta pozisyon sağlamak. İdeal olanı ikisini beraber yapabilmek. Bunları uygulamak için hem bireysel yeteneğe sahip oyuncularınızın olması gerekir, hem de bunları bir arada ahenk içinde oynatacak koçunuzun olması gerekir. Orlando Magic takımını bu sene play offlarda seyrettik. En çarpıcı özelliği neydi? Set hücumundaki hızlı bir pas trafiği. Magic’in oyun sistemi Howard ve 4 kısa, hareketli ve şut özelliği olan oyunculara (Rashard Lewis dahil) dayanıyordu. Hızlı pas trafiğinin kaza yaratmaması için Van Gundy kavşağa her türlü yetkilerle donatılmış bir trafik polisi atamıştı. Bu trafik polisi Hidayet’ti. Hidayet’in önderliğindeki 4 kısa oyuncu eline top geldiğinde kısa dripling üstünden uygun adamı bulana kadar sabırla top çeviriyor ve şut imkanını buluyorlardı. Ayrıca bu dört oyuncunun hücum sahasının her alanına ayak basması uygun şut imkanı ihtimalini arttırıyordu. Diğer taraftan bu 4 oyuncunun kendi aralarındaki pas trafiğini bozabilmek için Howard’a yardım getirilememesi, hücum opsiyonunu zenginleştiriyordu. Bu örneği neden verdim? Benim naçizane fikrim milli takımın hücum düzeninin böyle olması gerektiğidir. Bunu elimizdeki oyuncu yapısına bakarak söylüyorum. Hidayet ve Kerem Tunçeri gibi pas fundementalleri güçlü, penetre üzerinden etkin pas verebilen Ömer Onan gibi hızlı, Ersan gibi hareketli bir 4 numara (bence 4 numara oynamalı) ile hızlı pasa dayalı sistemin yürüyeceğini düşünüyorum.

Geçtiğimiz üç maçta gözüme çarpan ikinci eksikliğimiz savunmada rakip takım kısa oyuncularının rahat penetre etmesi. Tabi burada dış oyuncularımızın top kapmak ve rahatsız etmek için yakın ve baskılı savunma yapıp uzunların blok tehdidine güvenerek penetreyi riske etmesi savunma stratejimiz olabilir. Bu strateji üç maçta çok iyi işlemiş gözükmektedir. Ancak, rakiplerin penetre eden kısa oyuncularının yaratıcı olmadığı ve uzun oyuncularının zayıf olduğunu dikkatten kaçırmamak gerekir. Bu strateji uzun üzerinden şut çıkarabilen kısa rotasyonunu olan (Parker, Navarro, Siskauskas…vs) ve içeriye iyi devrilebilen uzun oyunculara sahip takımlara karşı risk çok daha fazla olacaktır.

Sonuç olarak, Londra Turnuvası’ndaki maçlar çerçevesinde milli takımı iyi ve kötü yönleriyle yazmaya çalıştım. Kabul ediyorum ki pratikte işlerin teorideki gibi olmadığının da farkındayım. Ama en azından hata yapsa da bir sistemi yerleştirmeye çalışan bir takım görmek istiyoruz. Hiçbir basketbol aklını sahaya yansıtmayan, 24 saniye bitmek üzereyken topu potaya savuran bir takım seyretmek istemiyoruz. Aslında bu oyuncular bireysel yetenekten ziyade takım oyunu içinde yıldızlaşan oyuncular. Hiç biri bence tek başına takım kurtaramaz ama bir araya geldiklerinde ortaya çıkan sinerji ile Avrupa’da her takımı yenebilirler.

Kadro Analizi: Galatasaray


Galatasaray’ın sezona başlayacağı kadro belli oldu.

p.g. D-Wash, Can ve Evren
s.g. Tufan ve Murat
s.f. Jasaitis ve Caner
p.f. Wilkinson, Rancik, Polat ve Eren
C. Cemal

Geçen sene isim bazında çok iyi yabancı oyuncularla anlaşılmıştı. Gerçekten iyi bir bütçe vardı. Bu sene daha düşük bir bütçe olmasına rağmen isim bazında yine; bence çok iyi oyuncularla anlaşıldı. Hatta Galatasaray’ın bu seneki yabancı oyuncu seçiminin çok daha verimli olacağını düşünüyorum. D-Wash haricindeki yabancılar oyunun her iki tarafında da etkili olabilecek oyuncular. Oyuncu bazında tek tek değerlendirmek biraz uzun olacak; bu nedenle genel bir değerlendirme yapmak arzusundayım. Gerçi bu da uzun olabilir.

Önce takımın eksilerinden bahsedelim. Galatasaray’da bu sene natural (doğal) skorer eksikliği var. Son iki senede; Hite,Graves gibi sıkışılan anlarda sorumluluk alarak, bireysel yetenekleri ile skora katkı sağlayan oyuncular vardı. Bu sene öyle oyuncular yok. Galatasaray, bu sene doğal skorer oyuncu olmayan bir takım hüviyetinde. İsim ve tecrübe olarak; Jasaitis skorerlik rolünü üstlenebilir ama oyun tarzı olarak liderlik ve skorerlik özelliği olmayan bir oyuncu. Aslında formda bir Tufan karakter olarak bu göreve soyunabilir. Ya da savunması zayıf olsa da Murat Kaya; lider ve skorer özellikleri olan bir oyuncu olarak, o da bu göreve soyunabilir. Her ne kadar takımın önemli eksiklerinden birisi natural skorer eksiği olsa da bu eksik en azından takım içindeki uyumla /kimyayla ya da bazı oyuncuların bu görevi üstlenmesi ile çözülebilir.

Diğer önemli bir eksiklik ise Galatasaray pota altının fizik olarak yetersiz olması. Aslına bakarsak, pota altı oyuncularımızdan Cemal haricindekiler potaya uzak, şutla etkili olabilen, daha çok yüzü dönük hücum edebilen oyuncular. Takımdaki post-up oyun eksikliği hücumu kısırlaştıran ve tekdüze hale getiren önemli bir etken olabilir. Wilkinson, Aris’te Massey ile çok iyi bir ikili olmuşlardı ama orada aralarındaki işbölümünde Massey pota altındaki mücadele ve itiş kakışlarda uzmanlaşmışken Wilkinson daha çok o mücadeleden kaynaklanan şut imkanlarını değerlendirmişti. İşte Galatasaray’da önemli eksiklik Massey gibi pota altında topu alıp çembere kuvvetlice yönelebilecek, oraları varlığı ile karıştırabilecek bir oyuncu eksikliği. Fizik olarak Galatasaray kadrosunda bu işi yapabilecek tek oyuncu Cemal ama o da geçmiş senelerde aldığı süreleri pek değerlendiremedi. Buradan hareketle Cemal’in bu görevi kısa vadede üstlenemeyeceğini söylemek mümkün. Bu noktada bütçe ile de çok yakından ilişkili diğer bir eksik yön ortaya çıkmakta. Bütçe kısıtlı olduğu için risk alınması pek mümkün olmuyor. Bu yüzden gerekli olan uzun transferi yapılmıyor. Pota altında Fenerbahçe, Efes ve ve Uleb maçlarında size sorunu yaşanacağı çok açık. Buraya fizikli bir oyuncu alınması şart ama bu transfer ilerleyen haftalarda ya da aylarda yapılacak. Sene içi yapılan transferler istisnaları olmakla birlikte çok yararlı olamıyor. Takımı ve ligi bilen bir oyuncu getirilme ihtimali varsa, yararlı olma ihtimali bir nebze de olsa var ama yıllardır Galatasaray hep farklı yabancı oyuncularla devam ettiğinden takımı bilen bir oyuncu geldiğinde bile yeni bir takıma gelmiş gibi hissedecektir.

Ben, basketbolda kimyanın çok önemli olduğuna inanırım. Bu kimya denen şey aslında takımın sistemi ve sisteme yönelik oyuncu tercihleri ile ilgilidir. Her koçun kendisine has bir sistemi vardır ve bu sisteme yönelik transferler yaparlar. Sistem oyuncular arasında idrak edilip alışıldığında kimya oluşmaya başlamıştır. Bu oluşum sırasında çeşitli kazalar mutlaka olacaktır ama zaman içinde yapılan yanlışlar giderek azalır ve sistem tam anlamıyla oluşur ve oturur. Kimya tamamlanmıştır. Bu kimya tamamlandıktan sonra yapılacak transferler risk taşır. Çünkü kimyanın bozulması oturan düzeni bozar ve yeni bir düzen kurulması için süreci baştan başlatır. Takımın eksiği açıksa ve ileride bu noktaya transfer yapılacaksa bu transferi en baştan yapmak bence daha akıllıca olur. Geçen sene ortasında yapılan transferler böyle olumsuz bir etki vermişti. Ancak bu noktada bir parantez açmamız gerek. Geçen seneki yapılan transferler sene başında alınıp da takımdan ayrılan ya da verimli olmayan oyunculardan dolayı yapılmıştı. Bir anlamda zorunluluktu. Ancak bu sene için bahsettiğim transfer; bir beş numara transferidir. Yani baştan bu eksiği kapatarak iyi bir kimya kurulması şu an için hala mümkün. Ancak böyle bir transfer düşünülmemesi bence çok yanlış. Bu transferin gerekliliğini aşağıda süre dağılımlarını değerlendirdiğimizde daha rahat göreceğiz.

Süre dağılımlarına girmeden önce, başka bir konuya takımın önceki senelere ve rakiplere göre artılarından bahsedelim. Açıkçası, sene başında Galatasaray’ın bu sene bütçe küçülttüğü haberinden sonra ligde play-off’u ancak zorlayacak bir takım kurulacağı basketbol camiasında dillendirilmese de yagın bir kanaatti. İlk transferler, bu kanaati kısmen yaratmıştı. Ancak zaman içinde alınan oyuncular (özellikle Jasaitis ve Wilkinson transferleri) ile Galatasaray görece düşük bütçesine göre iyi transferler gerçekleştirdi. Gerçi transfer dönemi açısından bakıldığında Galatasaray’ı iki ayrı dönemde değerlendirebiliriz. Sene başında yapılan transferler incelendiğinde; yerli olarak can ve evren yabancı olarak rancik ve d-wash. Daha sonra yapılan transferler ise yerli olarak Caner ve eren yabancı olarak ise jasaitis ve Wilkinson. Daha sonradan yapılan yabancı transferleri: Jasaitis-wilkinson ikilisi daha önce yapılan yabancı transferlerinden; rancik ve d-wash’dan çok daha iyi transferler. Daha önceden yapılan yerli transferleri: Evren-Can ikilisi ise daha sonra yapılan yerli transferlerinden; eren ve Caner ikilisinden çok daha iyi transferler. Yani başta daha iyi yerli daha zayıf yabancı oyuncular sonra ise daha zayıf yerli daha güçlü yabancı oyuncular transfer edilmiş. Bu durum ise bana transferlerin biraz rassal yapıldığını işaret ediyor. Neyse bu transfer ve rassallık meselesi ayrı bir yazı konusu olmalı.

Takımın en önemli artısı, bireysel savunması kuvvetli oyunculardan kurulu olması. Tabi bu konuştuklarımızın hepsi kağıt üstündeler. İşin teorisinde bunlar var ama pratiğe gelindiğinde uygulamaya bakmamız gerekiyor. Bu savunma potansiyeli maç kazandırabilecek bir uygulamaya dönüşmeli. Yoksa kağıt sütünde oyuncuların savunma yeteneği olmasının anlamı yok.

Kağıt üstünden pratiğe dönüştürme işi koça dayalıdır. Okan Çevik’in yaptığı iyi transferler ve kağıt üstünde kurduğu güçlü kadroyu, uygulamada izleyemeyeceğimizi düşünüyorum. Ancak ve ancak takımı iyi idare edebilirse ve bir de yaptığı yabancı transferler düzeyinde pota altını toparlayabilecek bir oyuncu transfer ederse; bu sene önemli işler yapabilir. Kısacası son senelerde bana en fazla umut veren kadro bu oldu. Ama dediğim gibi uzun oyuncu transferinin gecikmeden yapılması lazım. Ligdeki ilk 2-3 maça yetişmeli. Ancak bu yapılmayacağından dolayı yine sükût-u hayal’e uğrayacağız.

Neyse artık süre dağılımına geçelim. 80 dakika uzun ve 120 dakika’lık kısa oyuncu rotasyonlarını takımın sürekli 3 yabancı ile sahada oynayacağı varsayımına dayanarak oluşturmaya çalışalım. 4 yabancı oyuncu olduğundan ve bunların kabaca eşit süreler alacağını düşünerek her birisinin 30’ar dakika oynayacağını söyleyebiliriz. Yerli oyuncuların zayıflığından ötürü özellikle uzun oyuncuların 30’ar dakika ortalamayı tutturacağını tahmin etmek zor değil. Uzun yerli oyunculara yaklaşık 20 dakikalık bir süre kalıyor ve bu süreyi kabaca Cemal 10 dakika ve diğerleri 5 dakika şeklinde dağıtmak mümkün. Koca bir ligi pivotsuz olarak götürmek belirli oyuncular üzerine (wilkinsson ve rancik) aşırı yük bindirecektir. Bu aşırı yükten dolayı bu oyunculardan birisinin olası sakatlığı halinde pota altında Galatasaray yokları oynayacaktır. İşte bu nedenle Galatasaray’ın kaliteli bir uzun alması gerekiyor. Kısa rotasyonunda sorun çok daha az. Tufan’ın hem iki hem de üç oynayabilmesi keza Evren’in de hem bir, hem de iki oynayabilmesi koçu, alternatifleri bol bir kısa rotasyonu ile karşı karşıya bırakıyor. D-Wash ve Jasaitis’e toplam 60 dakika süre kalsa da kısa rotasyonundaki, yerli oyuncuların kabiliyetleri oranında özellikle D-wash’ın daha az süre alacağını düşünüyorum. Tufan’ın sağlam olduğunu varsaydığımda; D-wash 20 ve Jasaitis 25 dakika civarı oynayacaklardır. 15 dakika can, 20 dakika evren, 20 dakika Tufan, 15 dakika Murat ve 5 dakika Caner’in oynayacağını söyleyebiliriz. Dolayısıyla aşağıdaki gibi bir süre dağılımı ortaya çıkıyor.

p.g. D-Wash (20), Can(15) ve Evren (5)
s.g. Tufan(10) Murat (15) Evren (15)
s.f. Jasaitis(25) Caner (5) Tufan (10)
p.f. Wilkinson (15), Rancik (15), Polat (5), Eren (5)
C. Cemal (10) Wilkinson (15) Rancik (15)

Savunmayı ön plana çıkararak oradan yakaladıkları dinamizm ile hücum eden bir Galatasaray bence çok tehlikeli olabilir. Tufan’ı belki çok abartıyorum ama sağlığına ve formuna kavuşmuş bir Tufan ile Galatasaray gerçekten bu sene kendi taraftarlarını bile olumlu yönde şaşırtabilir. Her şey Okan Çevik’in elinde. Doğru bir sistem ile ve erken yapacağı son bir transfer ile Galatasaray’ı ligde çok iddialı bir takım konumuna getirebilir. Daha renkli ve kuvvetli bir lig hepimizin arzusu. Özellikle Beşiktaş ve Galatasaray gibi ciddi taraftar desteği olan takımların şampiyonluğa oynayabilecek konuma gelmesi, Türkiye’de basketbolun daha çok sevilmesi ve rekabetin ve bütçelerin artmasını sağlayacak önemli bir faktördür. Futboldaki Galatasaray’a bakıp basketbolda neden olmuyor diye sormamak elde değil…

20 Ağustos 2009 Perşembe

Wilkinson Transferi Gerçekleşti: Düşük Bütçe ile Daha İyi Kadro


Geçen hafta Wilkinson Galatasaray yolunda demiştik ve olası transferini değerlendirmiştik. Linki burada .Galatasaray resmi siteden transferi duyurdu. Onun linki de burada. Galatasaray’ın bu sene aldığı yabancı oyuncular: Can, Evren, Eren, Washington, Jasaitis, Rancik ve Wilkinson. Eren haricindekilere çok fazla bir itirazım yok. Her ne kadar kadronun yetersiz olduğunu düşünsem de önceki senelerde daha yüksek bütçelerle daha kötü seçimler yapıldığını söyleyebilirim. Bu sene ise daha düşük bir bütçe ile bence iyi seçimler yapıldı.

Cüneyt’ten boşalan yere Can getirildi. Can efes’den sonra eski günlerine dönmeyi başardı. Ama büyük bir takımda, dolayısıyla daha stresli maçlarda iyi bir performans gösterip göstermeyeceği bence önemli bir soru işareti. Bu noktada oyun kurucu pozisyonu için yeni transferlerden Evren de düşünülebilir. Çünkü hem 1 hem de 2 numarada oynayabiliyor. Savunması oldukça iyi. Her maç eksiklerini biraz daha kapatıyor. Biraz mübalağa edeceğim ama sene başındaki Evren’i ve sene sonundaki Evren’i peşi sıra izlesek; sezon içinde bu kadar büyük bir gelişme kaydeden bir oyuncu hatırlamakta güçlük çekeriz. İki numarada evren, düzelirse tufan ve murat kaya aslında zaman zaman çok iyi işler yapabilecek oyuncular. Ancak son yıllarda Galatasaray’ın bu pozisyonda çok iyi yabancı oyuncular oynattığını hatırlamamız gerek. Graves ve öncesinde Hite iki numarada çok başarılı olmuşlardı. Evren, Kaya ve Tufan’ın bu oyuncuları aratmaması bence pek mümkün değil. Aslında Evren’den çok şey bekliyorum. Tufan ise sakatlık sorunları yaşamasa belki de iki numarada milli takımımız için aranan kan olabilirdi. Sakatlıktan tamamen kurtulmuş ve formda bir Tufan takıma çok şey katacaktır. Murat ise o mükemmel şut şekli, penetre kuvveti ve kendine güveni ile büyük bir oyuncu olmalıydı ancak maalesef bir türlü savunma konusunda gelişme kaydedemedi. Ayağı yavaş kalıyor ve savunmada adamını sürekli kaçırıyor. 3 numarada; Jasaitis ve Caner’i izleyeceğiz. Geçen sene gurovic beklentileri karşılayamamıştı. Jasaitis bakalım beklentileri karşılayabilecek mi? İsim bazında bence çok büyük transfer. Yaş olarak, yetenek olarak EL’de rahatlıkla oynayabilecek bu oyuncuyu ligimize kazandıranlara teşekkür ederim. 3 numara emin ellerde. Tufan da gerektiğinde bu pozisyonda oynayabilir.

Galatasaray keyif verebilecek bir kısa rotasyonu kurdu. Ancak Galatasaray Wilkinson gibi bence çok değerli bir transfer yapmış olsa da; uzun rotasyonuna baktığımızda çok yetersiz kaldıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Hüseyin’i gitmesi bir kayıp olarak değerlendirilebilir. Ancak Hüseyin gittiği zaman benim kalımdan geçen ilk şey belki yerine gerçek bir pivot alınabilir düşüncesi olmuştu. Hüseyin çünkü hücumda pivot gibi oynamıyordu ve savunmada ise tecrübesi ile katkı sağlasa da yetersiz kalıyordu. Bu anlamda iyi bir pivot transferi Hüseyin’in kaybını fazlasıyla telafi edebilir beklentisindeydim. Ancak Galatasaray bir pivot almadığı gibi 4 yabancı ile transferi sonlandırdığını açıkladı. İleride ihtiyaç olursa 5. Yabancı oyuncunun alınacağı söyleniyor. Ben sezon ortasında gelen oyuncuların ülke ve lige alışık olmadıkları durumda katkıdan fazla zarar verdiklerini düşünüyorum. İstisnaları mutlaka vardır ama işleyen çarka yeni oyuncuların girmesi, oluşan kimyanın ve arkadaşlıkların yeniden gözden geçirilmesi ve yeni bir kimya oluşmasını gerektiriyor. Belli bir kimyanın ve sistemin oluşması ise öyle bir iki günde olan bir şey değil. Bu anlamda belli bir ihtiyaç varsa bunu baştan yapmanın ben daha doğru olduğunu düşünüyorum. 3-5 ay sonra galatasaray bir pivot almak zorunda kalacak. O oyuncu alındaığında süre dağılımları vs.. farklılaşacak ve yeni sorunlar çıkacak. O zaman bu oyuncuyu baştan almak daha akıllıca olmaz mı?

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Milli Takım'a Dair (1)


Geçen hafta Londra’da yapılan GameOn turnuvasında İsrail, İngiltere ve hem gruptaki rakibimiz hem de Avrupa Şampiyonası ev sahibi ekibi olan Polonya’yı yenerek şampiyon olduk. Bu noktada bir parantez açmak istiyorum: Ben hazırlık maçlarının kendinden daha zayıf ekiplerle yapılmasına karşıyım. Bu tür maçlarda üstün görünen taraflarımızın gerçekten ne kadarının rakibimizin zayıflığından kaynaklandığını, ne kadarının kendi üstünlüğümüzden kaynaklandığını ayrıştırmak çok zor olmaktadır. Örneğin zayıf bir rakibe karşı pota altını bloklar, sayılar ve ribauntlarla domine etmek gerçekten pota altında sağlam olduğumuz anlamına gelir mi? Bilemeyiz. Rakibinizin pota altı çok zayıf ise sen doğal olarak güçlü görülebilirsin. Bu anlamda bu tür etkileri ayrıştırmak ve bu çerçevede kendi takımını bu maçlarla sağlıklı analiz etmek zorlaşmaktadır. Parantezi kapatalım. Her ne kadar hazırlık maçlarının görece zayıf rakiplerle yapılması çok fazla şey ifade etmemesine rağmen, yine de bu maçlar çerçevesinde milli takımımızın ön plana çıkan temel zayıflık ve üstünlüklerinden bahsedebiliriz. Bu yazımda üstün taraflarımızdan bahsedeceğim. Zayıf yanlarımız ikinci yazıda ele alınacaktır.

Kaan Kural üstadımızın da belirttiği üzere milli takımımız ritmini yakaladığı ve tempolu oyun oynadığı zaman durdurulamaz takım haline geliyor. Bu maçlarda bunu net bir şekilde gördük. Oyuncularımızın oyun tarzları set hücumuna göre değil, sert savunma ve bunun sonucunda aldığımız net ribauntlar ve top kapmalardan sonra gerçekleşecek hızlı hücuma uygun bir yapıda. Uzun oyuncularımız, Oğuz haricinde kendi pozisyonunu yaratamayan yani post-up oyunu olmayan bitirici tarzda (çembere yakın aldığı toplarda etkili olabilen) oyuncular. Bu tür oyuncular kendi fiziki ve atletik avantajlarını hızlı hücum sonundaki smaçlarla veya hücum ribauntu ile kullanmaktadırlar. Statik set hücumlarında ise etkinliği kaybolmaktadır. Diğer taraftan, bencil olmayan kısa oyuncu rotasyonumuz uzun oyuncularımız açısından çok büyük bir fırsat. Gerek Kerem Tunçeri, gerekse Hidayet basketbol kariyerlerinin en olgun ve en cool dönemlerini yaşıyorlar. 10 sayı yerine 10 assist yapmak onları daha mutlu ediyor. Özellikle Hidayet’in geniş saha görüşü- ki Orlando’da gerek içeriye gerekse dışarıya verdiği etkin pasları hepimiz biliyoruz- milli takımızı bir kaç gömlek yukarı taşıyacaktır. Biraz iddialı olabilirim ama Hidayet’in görüş sahasını ve pas kanallarını kapatabilecek bir oyuncu hiç bir Avrupa takımında yok. Buradaki can alıcı nokta Hidayet ve Kerem’den gelecek olan pasların ne kadar verimli kullanılacağı. Ömer, Semih ve Oğuz bu pasları geçtiğimiz tunuvada olduğu gibi yüksek yüzde ile değerlendirebilirlerse milli takımız çok başarılı olacaktır. Nitekim, İsrail maçında attığımız 85 sayının 57’sinin, İngiltere maçında attığımız 70 sayının 35’inin ve Polonya maçında attığımız 66 sayının 44’ünün altında uzun oyuncularımızın imzası var. Diğer bir ifadeyle, turnuvada attığımız sayıların yüzde 62’si uzun oyuncularımızdan gelmiştir ki bunun büyük çoğunluğunun boyalı bölgeden olduğunu düşünülürse, iç-dış dengesini en azından bu turnuvada çok iyi sağladığımızı söyleyebiliriz. Ayrıca bunun tesadüfen olmadığı bilinçli ve sistemli bir şekilde kısaların uzun oyuncuları ısrarlı besleme planı çerçevesinde gerçekleşmiş olduğunu gözlemledim. Bu durum beni ümitlendirdi açıkçası.

Diğer olumlu gözlemim milli takım oyuncularının dezavantajlı durumu avantaja geçirebilme becerisidir. İngiltere maçında yaşanan sinir patlamasını oyuncuların takım olarak kendi oyunlarına kanalize etmeleri çok önemli. Avrupa Şampiyona’sında daha sert ve sinirlerin had sahfaya çıkacağı maçlar oynayacağız. “Sinirlenmiyelim, sakin olalım lafı” bana çok afaki gelmektedir. Bence sinirleneceğimizi baştan kabul etmeliyiz. Sorun sinirlenip sinirlenmemek değil sinirli olmamızın oyunumuzu nasıl etkileyeceğidir. Burada oyuncuların “anger management” denilen olayı yani sinirlerimizin gerileceğini baştan veri olarak alıp, bunu olumlu alana doğru yayma becerilerini geliştirmeleri milli takımımızın avantajı olacaktır. Tabi burada eleştiri hakkımızı saklı tutarak Sezar’ın hakkı Sezar’a, Tanjevic’in hakkı Tanjevic’e diyelim. Karadağ’lı koçun bu bahsettiğim üstün taraflarımızın ortaya çıkmasındaki rolü yadsınamaz.

Burada bir virgül koyuyorum. Bir sonraki devam yazımda zayıf yanlarımızdan bahsedeceğim.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Enes: Bu Genç İnsanı Lütfen Özgür Bırakalım


Linkte Dilli’nin Enes açıklamaları var. Hak verilebilecek sözleri de var. Saçmaladığı şeyler de. Federasyon başkanı basketbolda çete var diyordu. Dilli’de bir çetedir tutturmuş gidiyor. Federasyon başkanı da, “çetede; menajerler, gazeteciler vs. var” diyordu. Dilli de; “menajerler, çocuğu ve ailesini etkilediler. Birisi bir şeyler yapsın” diyor. Sanki devlet içinde bir çeteleşeme var ve onun için de savcıları göreve çağırıyor.


Bir genç insana ve ailesine baskı kurarak, çocuğun hayati bir karardan dönmesini istemek ya da döndürülmesi için federasyona baskı yapmak ne kadar uygundur? Çocuğun tek “suçu” Fenerbahçe’nin kontrat önerisini reddetmesi. Oyuncular köle midir? Kontrat ya da sözleşme karşılıklı rıza ile imzalanan bir belgedir, anlaşmadır. Bir tarafın rızası yoksa; sözleşme yapılmaz. Dilli açık bir şekilde rızasız bir sözleşme istiyor. Rızasız sözleşme köleliktir. Kendisi farkında olmasa da; oyuncuyu köle olarak görüyor. Bence çok yanlış yapıyor. Bu, bence ailesinin bile çok fazla müdahil olmaması gereken bir karar. Tavsiye de bulunulabilir. O kadar. “Bence Amerika’ya gitme. Geleceğin için Fener’de kalman daha iyi olur.” Ya da başka tavsiyeler. O kadar.


Şimdi varsayımlardan hareket edelim. Sevgili Enes, ABD’den hoşlanmadı ve bir Avrupa kulübüne kısa süreliğine geldi. Sonra da Türkiye ligine örneğin Darüşşafaka’ya transfer oldu. Ya da Dacka, Semih transferinin intikamını aldı diyelim. Buna Fenerbahçe yönetiminin itiraz olabilir mi? Olur olmasına da bu muteber bir itiraz mıdır? Diğer varsayım ABD’den hoşnut kalmadı ve kariyerini Avrupa’da sürdürmek istedi. EL takımlarından birisi ile anlaştı. Ya da ABD’de kaldı okumaya ve oynamaya devam etti. NBA tarafından beğenilmedi ve ülkeye ya da Avrupa’ya geri döndü. Bir sürü seçenek sayılabilir. Ama bu seçenekleri belirlemek hakkı sadece ve sadece oyuncuya aittir. Varsayalım ki böyle bir çete var. Çocuğun aklını karıştırdı. Onu ikna etti. “Yanlış” bir yola gitmesini sağladı. Fenerbahçe yönetimi de çocuğu “doğru” yola gitmesi için ikna etmeye çalıştı. Çocuk, şeytan çetecilerin “yanlış” yoluna sürüklenirken, Fenerbahçe yönetimi onu “doğru” yol için ikna edemediğine göre, ya kendi ikna kabiliyetlerinin zayıf olduğunu söyleyebilirler (Aziz Yıldırım ve Topuz transferi Fener’li yöneticilerin ikna kabiliyeti için yeterli bir delil olsa gerek) ya da “yanlış” olduğunu düşündükleri yolun aslında doğru yol olduğunu kabullenmeliler.


Burada basit bir örnekten yola çıktık. Ama eleştirdiğimiz Fenerbahçe yöneticileri değil. Genel olarak yöneticilerin oyunculara bakış açısı. Geçmişte Emre, Okan Galatasaray’dan Avrupaya giderken Galatasaraylı yöneticilerin bakış açısı. Ya da Tümer Fener’le imzalarken BJK’li yöneticilerin bakış açsısıdır eleştirdiğimiz. Oyuncuları köle olarak görmeleri. Oyuncular özgürdür. Akılları vardır, iradeleri vardır. Bu akıl ve iradeyi kullanarak kendi yollarını kendileri tayin ederler. Buna karışmaya da hiç kimsenin hakkı yoktur.

13 Ağustos 2009 Perşembe

Wilkinson Galatasaray'a Doğru


Wilkinson Galatasaray’a yakınmış.

Öncelikle kaynağımızı belirtelim: gsbasket.org (Eyüp Yıldız)

Aslında bu transfere ilişkin söylenecek çok şey var. Galatasaray’ın elindeki uzunlara şöyle bir bakalım. Rancik, Cemal, Eren ve Polat Kaya. Bu oyunculardan pivot olarak oynamaya en yakın aday Cemal. Ama Cemal bile gerek fizik, gerek tecrübe gerekse yetenek olarak ligimizde bu bölgede 20-25 dakika bile süre alabilecek bir oyuncu değil. Diğerleri ise forvet olarak oynayabilirler. Değerlendirmemizin nereye geleceği belli. Wilkinson tecrübesi, yeteneği ve mücadele gücü ile Euroleaugue de orta ve üstü takımlarda rahatlıkla oynayabilir ve hatta F4 hedefindeki takımlar için bile iyi bir yedek olarak kadroya alınabilecek bir oyuncu. Mesela bence Fenerbahçe için Wilkinson yerinde bir transfer olur. Bu anlamda isim bazında bence şu aşamada bu düzeyde bir transfer çok iyi olsa da yerinde bir transfer değil. Tabi bu noktada önemli bir açmaz var. Her ne kadar Galatasaray’ın pota altını kapatacak ve üretken oynayacak, 2.10’luk bir pivota ihtiyacı olsa da Euroleauge düzeyinde bir pivotu mevcut bütçe ile Galatasaray’a getirmek zor. Çünkü kaliteli pivot arzı Avrupa’da yok denecek kadar azaldı. Birazcık kendini gösterebilen pivotları; NBA kapıyor. Ondan arta kalanlar ise F4 adayı takımlarda ya da güçlü El takımlarında yer alıyorlar. Yerli iyi pivotlar ise tek takımın tekelinde. Bu durum ise benzer oyunculardan kurulu bir uzun rotasyonu ortaya çıkarıyor. Fiziki çeşitlendirmenin mümkün olmadığı bu durumda alınacak uzun oyuncuların farklı hücum yetenekleri olması önemli. Ancak maalesef Cemal dışındakiler dışardan sayı üretebilen oyuncular. Cemal ise zaten sayı yapma konusunda çok üretken değil.

Wilkinson gelse bile Galatasaray uzun rotasyonunun yeterli olmadığı kanaatindeyim. Wilkinson ve Rancik ikilisi iyi bir ikili olsa da; onları yedekleyecek ve dinlendirecek oyuncular, kalite olarak onların oldukça altında kalıyor. Bu da uzun rotasyonunda önemli bir sıkıntı doğuruyor. Daha önce teklif götürülen ancak son anda anlaşmazlık çıkan Jagla’dan sonra doğrusu Wilkinson ayarında ve yeteneğinde bir oyuncuya yönelinmesi beni çok şaşırttı. Neyse umalım bu transfer gerçekleşsin. Ancak her şekilde Galatasaray’ın bence 5. oyuncuyu da kadrosuna katması gerekiyor.

Kerem ve Doping



Türkiye liginde basketbol oynayan yüz oyuncu ismi yazsak ve hangisi doping yapmıştır diye bir soru ortaya koysak, herhalde aklımıza en son gelen isimlerden birisi olur; Kerem Gönlüm. Saçı da olması nedeniyle Ermal’in bahanesini de kullanamaz. Bu nedenle biz ona bir bahane üretelim buradan. KG’nin vücudunda bulunan doping maddesi; aynı zamanda çay olarak da tüketilen bir madde imiş. Bilmeden bir yerlerde falan o maddenin çayını içmiş olmasın. İçerken keyif çayı gibi gelmiştir ona ama şimdilerde o çayın ağzında daha farklı bir tat bıraktığından eminim.

Aslında doping ilaçları çok gelişti. Ondan daha fazla gelişen bir diğer ise doping silme ilaçları. Doping ilacı ve sonrasında alınan silme ilacı ile çok kapsamlı incelemeler bile oyuncunun doping ilacı kullandığını ortaya çıkaramıyor. Bir hata yapıp doping ilacı kullandığında önündeki tek olasılık ilacın testlerde ortaya çıkmaması için silici ilaç kullanmak. Tabi silici ilacı da bir an önce kullanmak gerekir. Çünkü testlerde silici ilacın gözükmesi de doping sayılıyor. Hatırlarsak; Ermal’e yapılan doping testinde bulunan ilaç, doping silicisiydi. Keremde çıkan ise doğrudan doping ilacıymış.

Kerem’in bunu çay olarak içtiğini varsaysak bile ceza alacaktır. Muhtemelen 6 ay ila iki yıl arasında bir süre ceza alabilir. Çünkü Ermal (6 Ay), Serkan (2 yıl) ve Kambala (14Ay) süre ile hak mahrumiyeti cezaları almışlardı. Ermal’in az ceza alma nedeni; bildiğim kadarıyla kullandığı ilaçları doktora söylemesine rağmen ilgili yerlere verilen listede kellik ilacının yazılması unutulmuştu. Bu nedenle de görece az bir ceza ila kurtuldu. Kerem’in bu kadar az bir ceza ila kurtulamayacağını düşünüyorum. En az bir yıl sahalardan uzak kalacağını tahmin ediyorum. Hatta bu ceza sonrası belki de kariyerini sonlandırmayı bile tercih edebilir.

Kerem’in yokluğunda milli takım uzun rotasyonu; Ersan, Oğuz, Semih ve Ömer’den teşekkül olacak. Ersan tam bir p.f değil. Mirsat, Memo, Kaya, Ermal ve Hüseyin gibi oyuncular var iken 5. uzun olarak Sonkol’a ya da Cemal’e kalmak da çok hoş değil. Sonkol ya da Cemal kötü oyuncu değiller ama saydığımız oyuncuların birkaç gömlek altında kalan oyuncular. Bir de rotasyondaki uzun oyuncuların hiçbirisi bence Kerem’in mücadele ve hırsına sahip değiller. Savunma olarak da hareketli uzunları savunabilecek tek oyuncunun KG olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

KG’ü kolejde oynarken ligimizde ilk oynadığı maçlardan birinde Faruk’la canlı izlemiştik. Faruk, Kerem’in çok iyi bir oyuncu olacağını söylemişti. Ben onun vasat bir oyuncu olacağını söylemiştim. Kerem bu süreçte önemli bir oyuncu oldu. Ama önemli bir oyuncu olmak dışında gerek saha içinde gerekse saha dışındaki duruşu, demeçleri ile örnek bir sporcu da oldu. Milli takım forması ağırlığını hem saha içinde hem de saha dışında çok iyi taşıdı. Di’li geçmiş zaman kullanmak istemezdim. Sanki KG öldü de biz onun arkasından iyi adamdı duaları ediyor gibiyiz. Ama gerçekten de gerek saha içinde gerekse saha dışındaki duruşu ile örnek olan bir sporcunun bunu yapmaması gerekirdi. Olmadı, olmamalıydı…

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Smith out; Serhat in: Fener transferi bitirdi mi?

pg:solomon, greer, damir
sg:giricek, ömer,
sf:preldzic, serhat
pf:mirsad, enes
p:oğuz, ömer, semih, (vidmar)

Fenerbahçe şu anda yukarıdaki kadroya sahip gözüküyor. Ancak Vidmar'la yollar ayrılmaya çalışılıyor yerine genç Enes oynatılacak. Tanjevic Smith'in yerine Serhat'a şans verecekmiş. Fenerbahçe kısa rotasyonunda preldzic ve ömer'e (giricek'in durumunu bilmediğimizden) çok iş düşecek. Solomon ve greer (bu ikiliyi ayrı bir yazıda değerelndirmiştim. işte linki burada) ile oyun kurucu rotasyonunu dolduran Fenerbahçe; Damir'i de 2 numarada daha da fazla kullanabilir. 3 numarada ise Preldzic çok fazla şans bulacaktır. zaten geçen sene çok iyi maçlarını seyrettik. preldzicten arta kalan süreleri ise serhat değerlendirecek. Yalnız Tanjevic'in şu süre dağılımı konusundaki dakika hesabından vazgeçmesi yerinde olacak. özellikle kısa rotasyonunun önceki senelerden zayıf olduğunu söylemek mümkün. Bunu söylerken gricek'den alınacak verimi hesaba katmadan söylüyoruz. ama her durumda fenerbahçe basketbol takımının son yıllardaki savaşçı ve savunmacı kısa rotasyonu; daha farklı bir kimliğe yol aldı. Bu yeni kimliğe sahip kadronun daha adil bir süre dağılımından siyade daha etkin bir süre dağılımına ihtiyac duyacağını düşünüyorum. önceki yıllardaki adalet hatta ona adalet de demiyelim eşitlik temelli süre dağılımı etkinilkte zaman zaman azalmalara yol çasa da genel olarak en azından savunması ile maç kazanan fenerbahçe'de ciddi bir sıkıntıya yol açmıyordu. ancak yeni kadronun savunma olarak biraz daha zayıf ama hücum olarak biraz daha kuvvetli olduğunu düşününce, adalet/eşitlik dağılımından ziyade etkinliğe dayalı bir süre dağılımı modelinin daha uygun bir seçim oalcağını söylemek mümkün. Herşeyde önce kadronun netleşmesi lazım. bakalım kadro bu şekilde korunacak mı yoksa başka transfer yapılacak mı?

9 Ağustos 2009 Pazar

Müjde


Murat Murathanoğlu Yiğiter Uluğ ile TRT'de bir basketbol programına başlayacaklar. Henüz anlaşmamışlar ama anlaşmak üzere olduklarını Buradan dinleyebilirsiniz. Radyospor'da yayınlanan 4 ağustos tarihli asist programından takip etmeniz mümkün. Müjde bu değil. Asıl müjde aynı ikili İspanya Basketbol Ligi maçlarının yayını bize sunacaklar. ACB TRT'de izlenir. Yeni TRT sloganı. TÜrkiye ligi bile doğru dürüst izlenmezken İspanya ligini ekranlara getirmelerini hem şaşkınlık hem de takdirle karşılıyorum. Umarım bu gelişme diğer kanallara da sirayet eder ve İspanya ligi dışındaki Yunanistan İtalya ve Fransa gibi ligleri de izleyebiliriz. Bu arada bir cumartesi bir de pazar günü olmak züere hafta da iki maç yayınlayacakalrmış. bu da ayrıca güzel.


TRT ilk göz ağrımız, yeniden moda ve bizim için yeniden sahada. Teşekkürler.

6 Ağustos 2009 Perşembe

Bomba Transfer: Stefon Jackson



Bu senenin önemli transferlerinden birisi Dacka’dan geldi. Dacka s.g pozisyonuna NCAA’de UTEP forması giyen ve yüksek sayı ortalamaları tutturmuş hem savunması hem de hücumu ile etkili bir oyuncuyu kadrosuna kattı. Stefon Jackson. 1.95 boyunda. Oyuncunun en önemli özelliği hızı ve çabukluğu. Bu çabukluğu ile her pozisyonda rakibini geçebiliyor. Savunmanın her iki tarafından da rahatlıkla geçebilecek ve hücumu sonlandıracak yeteneğe sahip. İlk adımı çok hızlı olduğu için üzerine gelen savunmayı kolaylıkla geçebiliyor ve üzerindeki savunmanın adeta belini kırabiliyor. Kenardan hücum etmeyi seviyor. Peşine 3 dört savunmacı takabilir özellikle vücut kontrolü çok iyi olduğundan ikili sıkıştırmalar ve dar koridorları geçmede çok başarılıdır. Estetik hareketler hücumu sonlandırabilecek kıvraklığa ve beceriye sahiptir. Açık alanda çok iyidir. Hızlı bir şekilde yön değiştirir. Savunmasında çabukluğunu kullanır ve 24 sayı ortalamaları olan oyuncular gibi savunmayı ikinci plana atmaz. Ribauntlara katkı sağlar. Buraya kadar oyuncunun artılarından bahsettik.

En önemli eksisi, orta mesafeler için iyi bir şutör olsa da mesafe arttıkça şutörlüğü zayıflamakta. Üçlük atışlarda çok başarılı değil. Yapışkan savunmalara karşı ise oyunu düşmekte. Basketbol aklı çok gelişmiş değil ve şut seçimlerinde yanlışlar yapabiliyor. Zaten NBA’de olmama nedenlerinden birisi bu. İkinci neden ise sıçramasının ve kuvvetinin NBA için yeterli görülmemesi. Yeterince kuvvetli ve iyi zıplayamadığı için pota yakınlarında sıkıntılar yaşabilmekte. Çabukluğuyla potaya yöneldiğinde turnikeyi atabiliyor ama daha yavaş girdiğinde ya da savunmadan tam kurtulamadığında ihtiyacı olan kuvvete sahip olmaması NBA’de olmama nedeni olarak görülmekte.

Bu tip Amerikalı oyuncu bulmak kolay değil. Oyunun hem savunma hem de hücum yönünü iyi oynaması bence en önemli artısı. Hücum silahları her ne kadar çabukluğuna dayalı olsa da hem orta mesafe şutları, hem penetresi hem de açık alanda etkili olması ile hem takımına hem de ligimize çok fazla katkısı olacağını düşünüyorum. Avrupa basketboluna uyum sağlayabilirse, biraza dış şutlarını kuvvetlendirip biraz da şut seçimlerini ve oyun zekasını arttırabilirse ileride NBA’de ya da Avrupa’nın büyük takımlarında izleyebileceğimiz yeteneklere sahip bir oyuncu. Onu ligimize kazandıranların eline emeğine sağlık.

Dacka’nın ilk yabancı transferi bence bomba bir transfer oldu. Bakalım diğer yabancı oyuncu seçimlerinde de turnayı gözünden vurabilecekler mi? Eğer bu nitelikte seçimler yapabilirlerse Play-off adaylarının sayısı bayağı bir artacak. Dolayısıyla çok daha kaliteli ve renkli bir lig izleyebileceğiz.




Oyuncunun çeşitli videolarını izledim ancak videolardan yeterli bir fikir alamadım. bu nedenle de çeşitli yabancı internet siteleri ve forumlardan oyuncu ile ilgili yazılanları okuyarak bu bilgileri size aktardım.

4 Ağustos 2009 Salı

Barca Modeli vs. Madrid Modeli: Fenerbahçe Basketbol-Futbol


Aslında Barca modeli yerine Ajax modeli de diyebiliriz. Eski ama sonlanmayan bir tartışma. Altyapıdan yetiştirdiğin oyuncularla, eksiklikleri dolduracak yeni transferlerin harmanlanması ile daha düşük bütçe ile büyük başarılar elde etmek mi; yoksa parayı bastırıp, piyasadaki iyi oyuncuları toplayıp başarı peşinde koşmak mı? Cümlenin havasından zaten bizim hangisini tercih ettiğimiz anlaşılmakta. Tabi ki birincisi. Bu modeli futbolda Ajax, Barcelona ve kısmen de Galatasaray’da görebiliyoruz. Alt yapıdan çıkan oyuncular bu takımlarda önemli görevler üstleniyor. Neyse bu yazıda bizim derdimiz ne futbol ne de yukarıda saydığımız takımlar.

Altyapıya dayalı modelin, iyi bir model olduğunu; Fenerbahçe basketbolunu takip edenler görebilir ve ileride de görecekler. Modelin iki temeli var: Birincisi altyapıdan iyi genç oyuncular çıkarmak. İkincisi ise takımın eksiklerini yerinde transferler ile tamamlamak. Fenerbahçe, özellikle Ülker ile birleşmesi ile elde ettiği altyapıyı; daha da geliştirerek ve devam ettirerek modelin ilk kısmı için bence çok başarılı bir yol izlemekte. Ancak modelin ikinci kısmı için aynı şeyi yaptığını söylememiz pek kolay olmayacak. Transferlerin, eksikleri tam kapattığını söylememiz zor. Bunun temel nedeni Avrupa’da arzulanan başarıya yaklaşılamaması. Fenerbahçe gerçekten çok iyi yerli oyunculara sahip (Fenerbahçe’nin iyi yerli oyunculara sahip olduğunu Faruk da Fenerbahçe değerlendirmesinde belirtmişti) ve bu oyuncular sayesinde son 3 yılda ligde çok ciddi sonuçlar aldılar ancak aynı sonuçları Avrupa’da alamadılar. Yukarıda bahsettiğimiz ikinci temeli gerçekleştirmiş olsalar bence Avrupa’da da ciddi başarılar alabilirler.

Fenerbahçe’nin önemli sıkıntılarından bir tanesi Mirsat’tan başka p.f pozisyonunda oynayacak oyuncusu olmaması. Semih, Ömer, Oğuz ve Vidmar yetenekli ve fizikli oyuncular ama 4 numara için ne gerekli şuta ne de çabukluğa sahipler. Ira Clark’dan sonra Fenerbahçe PF transfer’i yapmadı. Sütten ağzı yanan diyebileceğimiz bir durum olabilir. Ira gerçekten çok verimsizdi ancak onun vasatlığından hareketle bu pozisyonu boş bırakmak bence Fener’in son yıllardaki önemli yanlışlarından birisi oldu. Şimdi Vidmar’ın gitmesi ve yerine Enes’in gelmesi konuşuluyor. Enes çok yetenekli bir oyuncu. Umarım bu sene Fener’deki PF eksiğini bu oyuncu hakkıyla kapatır. Eğer Enes bu açığı kapatabilirse Fenerbahçe bu sene hem ligde şampiyon olabilir hem de Avrupa’da gerçekten çok önemli işler yapabilir. Ancak aslında bu yazının konusu tam olarak bu değil.

Bu yazının odağında spor dallarının pek çoğu için geçerli olabilecek bir sistem tartışması bulunmakta. Altyapının önemini ve bunun bir sistem olarak kulüplerde uygulanmasını inceliyoruz. Aslında araştırdığımız şeyi en baştan varsayımsal olarak doğru kabul ediyoruz. Günümüzün iktisadi şartları altında, Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkede; spor dallarında evrensel bir başarı ancak ve ancak alt yapıya verilen önemle gerçekleşebilir. Başarıdan kastımız ise kupada final oynamaktır. Pek çok şey şansla açıklanabilir ancak bir Avrupa kupası finalini şansla gerçekleştiğini söylemenin akla mantığa aykırı olduğunu düşünüyoruz. Olaya bu bağlamda baktığımızda Galatasaray’ın UEFA kupasını ve Efes Pilsen’in Koraç Kupasını kazandığı kadro aslında bize alt yapıya dayalı bir takımın doğru bir transfer politikası ile beslendiğinde neler yapabileceğini gösteriyor. Fenerbahçe’nin basketbol ve futbol yönetimi; aynı insanlardan kurulu olsa da, ilginç bir şekilde futboldaki ve basketboldaki sistem; tamamen birbirine tezat oluşturuyor. Futbolda, altyapıdan kadrosunda pek oyuncu barındırmayan Fenerbahçe (istisnalar var) Basketbolda tamamen farklı bir politika uyguluyor ve bizce bu sayede de rakiplerine (Beşiktaş ve Galatasaray’a) ciddi bir fark atmayı başarıyor.

Galatasaray ve Beşiktaş’ın basketbolda doğru hamle için; alt yapının önemini kavramalarını umuyoruz. Aydın Okçu, Can Mutaf, Enes Kanter, Ömer Sancaklı, Berces Orhun Özbek, Berkay Candan, Kerem Hotiç, Erbil Eroğlu. Bu saydığımız isimler Fenerbahçe’nin alt yapısında oynayan oyuncular ve bunlar aynı zamanda U18 ve U16 milli takımlarının da belkemiğin teşkil ediyor. Gördüğümüz gibi Fenerbahçe’nin basketbol geleceği garanti altında. Fenerbahçe’nin bu sitemin devam ettirip ettirmeyeceğini bilemeyiz. Hem kendileri hem de Türk basketbolu için bunun doğru bir yol olduğunu düşünüyoruz. Diğer büyük takımlarımıza da Fenerbahçe’nin altyapıya önem veren yolunda hareket etmelerini buradan salık veririz. Seçim onlara kalmış. Ya en büyük rakiplerinin arkasından bakmaya devam ederler ya da onunla ciddi bir rekabete girebilmek için alt yapıya önem verirler.

Bostjan Nachbar Röportaj


Nachbar’a (Boki) röportaj yapmak istediğimizi bildirdik. Çok yoğun olduğundan dolayı mail aracılığıyla bu röportajı gerçekleştirebildik. Sorularımıza beklediğimiz cevaplar aldık. Aslında bence en önemli konu onun gerçek pozisyonunu kendi ağzından duymamız. Efes’in büyük oyuncular transfer ettiğini görüyoruz ama bu oyuncuları dönem dönem kendi mevkilerinde kullanmayacak olması da önemli bir soru işareti olarak karşımıza çıkmakta. Örneğin kısa forvet olan Boki büyük oranda p.f olarak oynatılacak. Rako ise s.g olmakla birlikte dönem dönem oyun kurucu olarak kullanılacak. Efes’in hem oyun kurucu hem de uzun rotasyonunda sıkıntı yaşayacağını söyleyebiliriz. Bu gibi sorularımıza ise koç bilir, umarım zayıflıklarımızın üstesinden geliriz gibi politik cevaplar vermeyi tercih etti. Karşılıklı olabilseydik bu sorulara daha samimi cevaplar alabilirdik belki…

SORULAR


SORU: Tüm düzeylerde kendini ispat etmiş bir oyuncu olarak sizi Efes Pilsen’e ve Euroleague’e çeken şey nedir? (para dışında)

BOKI: Efes pilsen’in yüksek hedeflere sahip, büyük oyunculara ve iyi bir koça sahip olması dışında çok iyi organize olmuş bir klüp yapısı beni Efes pilsen’e yönlendiren sebeplerdir. , Ayrıca, İstanbul gibi Avrupa’nın en güzel şehirlerinden birinde yaşayacak olmam da bana cazip gelmiştir.

SORU: İmzalamadan önce Efes ve Türkiye hakkındaki görüşlerin nelerdi?

BOKI: Efes Pilsen hakkında olumlu şeyler duymuştum. Takım çok profesyonel ve çok büyük bir taraftarı var. Umarım bu takımın daha yükseklere ulaşmasında katkım olur.

SORU: Basketbol otoritelerince, Euroleague, NCAA ile NBA’in mükemmel bir bileşimi olduğu söylenmektedir: Ateşli taraftarı ve takım oyunu ile NCAA’ ye, yetenek düzeyi ile de giderek NBA’e yaklaşıyor. Bu görüşümüze katılıyor musunuz? Bu konudaki görüşünüz nedir?

BOKI:Katılıyorum. Euroleague gün be gün daha iyi ve daha rekabetçi bir hale gelmektedir. Her yıl daha iyi takımlar görüyoruz. Takımların her geçen gün daha iyi kadrolarla ve daha iyi sahalarla euroleaugue’de yer aldıkalrını söyleyebiliriz. Bence muhteşem bir lig. Sevmediğim tek şey sezon sistemi ve bir oyuncu olarak buna uyum sağlamak zorundayız.

SORU: 2009-2010 Efes pilsen kadrosu aşağıda:
p.g. kerem tunceri, ender arslan
s.g. igor rakocevic, charles smith
s.f. bootsy thornton, sinan guler
p.f. boštjan nachbar, kerem gonlum
c. mario kasun, kaya peker, dusan cantekin

Bu kadro sizce F4 yapar mı? Kadrodaki hangi pozisyonun zayıf halka olduğunu düşünüyorsun?

BOKI: Öyle olacağını umuyorum ama kolay olmayacak. Umarım olabildiğince az zayıf olduğumuz nokta vardır.

SORU: Çok yönlü bir oyuncusun. PF olarak oynayabilecek fiziğe ve kuvvete sahipsin. Bunun yanında iyi bir şutun var ve top kontrolün çok iyi dolayısyla kolaylıkla SF da oynayabilirsin. Efes’de muhtemelen PF olarak oynatılacaksın. Koçun stratejilerine göre SF de olabilirsin. Savunma ve hücum açısından değerlendirdiğinde hangi pozisyonda oynamayı tercih edersin. PF olarak oynamak senin için zor mu? Yoksa SF olarak oynamayı mı tercih edersin?

BOKI: Benim asıl pozisyonum her zaman SF olmuştur ama ben çok yönlü bir oyuncuyum dolayısıyla PF’e de uyum sağlayabilirim. Geçmişte SG oalrak da oynamışlığım var bu bağlamda benim için pozisyon değişikliği sorun teşkil etmez.

SORU: Ligimizde yabancı oyuncu kuralı var: bir takım sahada sadece 3 yabancı oyuncu ile yer alabiliyor ve kenarda ise 2 yabancı oyuncu bulundurabiliyor. Bu kuralı nasıl değerlendirirsin? Çoğunlukla yabancı oyuncular ligde daha az ama euroleaugue’de daha fazla süre alıyorlar? Bu seni nasıl etkiler

BOKI: Rusya’da dinamo ile bu kuralda oynadım ve herhangi bir sorun yaşamadım.

SORU: Senin basketbol stilini biliyoruz ama senin kendi basketbol stilini nasıl gördüğünü bilmiyoruz. Basketbol stilini bize anlatır mısın? Kuvvetli yanların, sayıf yanların nelerdir?

BOKI: Çok yönlü bir oyuncu olmam, şut atmak ve açık saha basketbolu benim kuvvetli yanlarım. Zayıflıklarımdan hiçbir şekilde söz etmem. Daha iyi bir oyuncu olmak için zayıf olduğum şeyleri geliştirmeye çalışırım.

SORU: Rakocevic ve Kasun gibi oyuncuların yanı sıra önemli Türk ve Amerikalı oyuncularla bir arada oynayacaksın. Onların oyun stillerini ve özellikle Rako ve Kasun’un oyun stilini düşündüğünde sence bu sene nasıl bir takım izleyeceğiz. (teknik olarak savunma yönlü mü,hızlı hücuma dayalı mı, yoksa hücum yönlü bir takım mı)?

BOKI: Bu koçun kararıdır. Ben onun doğru kombinasyonu bulacağından eminim. Dolayısyla da takımımız kazanabileceği kadar çok maç kazanacaktır.

SORU: Eski koçun David Blatt Rusya ile Avrupa şampiyonasında şampiyonluk kazandığında kariyerin zirvesine ulaşmıştı. Ancak Efes pilsen ve Dinamo Moskova’da başarılı olamadı. Blatt’ın Moskova’daki başarısızlığının temel sebebi sence neydi?

BOKI: Dinamo’daki başarısızlık için sadece Blatt’ı suçlamamak lazım. Finansal durum kötüye gittiğinde sorunlar başladı ve oyuncular takımdan ayrıldılar. Koç bunu kontrol edemezdi bu nedenle Blatt’ı suçlayamayız.

SORU: Slovenya milli takımı Lakovic, Smodis,Nesterovic, Lorbek, Vujacic ve Nachbar gibi çok iyi oyunculardan kurulu. Ancak bu parlak nesil önemli bir başarıya imza atamadı. Bunun nedeni sizce ne olabilir?

BOKI: Pek çok nedeni var. Ama biz geçmişe takılmıyoruz. Önümüze bakıyoruz ve bu sene büyük bir başarı elde etmeyi umuyoruz.

SON SORU: basketbol stilin hakkında çok şey biliyoruz. Ama kişiliğin hakkında fazla şey bilmiyoruz. Zor bir soru olduğunu biliyoruz ama bizi kendini anlatır mısın?

BOKI: Olumlu bir insanım.Basketbol ve taraftar için çok tutkuluyum. Bazen inatçı olabiliyorum ama bunu iyi bir sonuca bağlayabiliyorum. Gülmeyi ve şaka yapmayı çok severim, dolayısıyla yeni takım arkadaşlarımla ve taraftarla eğlenceli vakit geçireceğiz.

Fısıltı Gazetesi


Türk Telekom Serkan’ın yerine İbo’yu düşünüyor mu? Fısıltıları üst üste koyunca ve geçmiş demeçleri de toparlayınca şöyle bir tablo karşımıza çıkıyor. Serkan: “Ankara’da yapacak çok işim var” diyordu. Başarısız olduğunu düşünüyor ve kendisini bu sene göstermesi gerektiğini düşünüyordu. Haklıydı da. TT onu transfer ederken beklentileri çok yüksekti. Dünya şampiyonası ve Tau’daki Serkan’ı izleyeceğimizi düşünüyorduk. Olmadı. Bu sene belki eski Serkan’ı izleriz diye bekliyorduk ama galiba bu sene Serkan’ı Ankara’da izleyemeyeceğiz. TT’nin İbrahim’e talip olduğuna ilişkin dedikodular ortaya çıktıktan sonra; anlaşılan, Serkan İspanya’dan gelen teklifi kabul etmiş. Cajasol forması giymesi an meselesi deniyor. Bilmiyorum TT bu konuda ne yapacak. İbrahim’in İstanbul’dan ayrılması bence zor. Serkan giderse ve İbo gelmezse TT’nin yerli kısa rotasyonunda ciddi bir sıkıntı olur. Barışları da gönderdiğini hesaba katınca ve mevcut yabancı kısıtlamasını düşününce yerli oyunculardan ağırlık büyük oranda Hüseyin, Tutku ve Bekir ve Ümit Sonkol üzerine binecek. Hüseyin yaşı itibariyle çok süre alamıyor ve olası bir yerli oyuncu sakatlığı telekomun başını çok ağrıtacak gibi duruyor.