21 Ağustos 2009 Cuma

Milli Takıma Dair (2)


Bir önceki yazımda Londra’da yapılan turnuva çerçevesinde milli takımımızın olumlu yönlerinden bahsetmiştim. Şimdi madalyonun diğer tarafına bakalım. Bir kere şu gerçek rakip kim olursa olsun yüzümüze bir tokat gibi vuruyor: Set hücumuna kaldığımızda tempomuz düşüyor, tıkanıyoruz ve verimli hücum edemiyoruz. Kabul etmemiz gerekir ki bu sorun bugünün sorunu olmaktan ziyade, geçmişten gelen kronik bir sorunumuzdur. Geriye iyi koşan ve sabırlı hücum eden rakiplerle olan maçlarımızda bu sorun başımızı çok ağrıtacaktır. Nitekim, Eğer Avrupa Şampiyonası’nda bu tip takimlarla mücadele edeceğiz. Bu bağlamda set hücumundaki etkinliğimiz şampiyonadaki sıralamamızda belirleyici faktör olacaktır.

Etkin set hücumu yapabilmenin iki temel anahtarı vardır: Potaya doğru adam eksilterek penetre etmek ve/veya hızlı pas trafiği ile dış oyunculara uygun şut imkanı veya uzun oyunculara alçak postta pozisyon sağlamak. İdeal olanı ikisini beraber yapabilmek. Bunları uygulamak için hem bireysel yeteneğe sahip oyuncularınızın olması gerekir, hem de bunları bir arada ahenk içinde oynatacak koçunuzun olması gerekir. Orlando Magic takımını bu sene play offlarda seyrettik. En çarpıcı özelliği neydi? Set hücumundaki hızlı bir pas trafiği. Magic’in oyun sistemi Howard ve 4 kısa, hareketli ve şut özelliği olan oyunculara (Rashard Lewis dahil) dayanıyordu. Hızlı pas trafiğinin kaza yaratmaması için Van Gundy kavşağa her türlü yetkilerle donatılmış bir trafik polisi atamıştı. Bu trafik polisi Hidayet’ti. Hidayet’in önderliğindeki 4 kısa oyuncu eline top geldiğinde kısa dripling üstünden uygun adamı bulana kadar sabırla top çeviriyor ve şut imkanını buluyorlardı. Ayrıca bu dört oyuncunun hücum sahasının her alanına ayak basması uygun şut imkanı ihtimalini arttırıyordu. Diğer taraftan bu 4 oyuncunun kendi aralarındaki pas trafiğini bozabilmek için Howard’a yardım getirilememesi, hücum opsiyonunu zenginleştiriyordu. Bu örneği neden verdim? Benim naçizane fikrim milli takımın hücum düzeninin böyle olması gerektiğidir. Bunu elimizdeki oyuncu yapısına bakarak söylüyorum. Hidayet ve Kerem Tunçeri gibi pas fundementalleri güçlü, penetre üzerinden etkin pas verebilen Ömer Onan gibi hızlı, Ersan gibi hareketli bir 4 numara (bence 4 numara oynamalı) ile hızlı pasa dayalı sistemin yürüyeceğini düşünüyorum.

Geçtiğimiz üç maçta gözüme çarpan ikinci eksikliğimiz savunmada rakip takım kısa oyuncularının rahat penetre etmesi. Tabi burada dış oyuncularımızın top kapmak ve rahatsız etmek için yakın ve baskılı savunma yapıp uzunların blok tehdidine güvenerek penetreyi riske etmesi savunma stratejimiz olabilir. Bu strateji üç maçta çok iyi işlemiş gözükmektedir. Ancak, rakiplerin penetre eden kısa oyuncularının yaratıcı olmadığı ve uzun oyuncularının zayıf olduğunu dikkatten kaçırmamak gerekir. Bu strateji uzun üzerinden şut çıkarabilen kısa rotasyonunu olan (Parker, Navarro, Siskauskas…vs) ve içeriye iyi devrilebilen uzun oyunculara sahip takımlara karşı risk çok daha fazla olacaktır.

Sonuç olarak, Londra Turnuvası’ndaki maçlar çerçevesinde milli takımı iyi ve kötü yönleriyle yazmaya çalıştım. Kabul ediyorum ki pratikte işlerin teorideki gibi olmadığının da farkındayım. Ama en azından hata yapsa da bir sistemi yerleştirmeye çalışan bir takım görmek istiyoruz. Hiçbir basketbol aklını sahaya yansıtmayan, 24 saniye bitmek üzereyken topu potaya savuran bir takım seyretmek istemiyoruz. Aslında bu oyuncular bireysel yetenekten ziyade takım oyunu içinde yıldızlaşan oyuncular. Hiç biri bence tek başına takım kurtaramaz ama bir araya geldiklerinde ortaya çıkan sinerji ile Avrupa’da her takımı yenebilirler.

Hiç yorum yok: