19 Ağustos 2009 Çarşamba

Milli Takım'a Dair (1)


Geçen hafta Londra’da yapılan GameOn turnuvasında İsrail, İngiltere ve hem gruptaki rakibimiz hem de Avrupa Şampiyonası ev sahibi ekibi olan Polonya’yı yenerek şampiyon olduk. Bu noktada bir parantez açmak istiyorum: Ben hazırlık maçlarının kendinden daha zayıf ekiplerle yapılmasına karşıyım. Bu tür maçlarda üstün görünen taraflarımızın gerçekten ne kadarının rakibimizin zayıflığından kaynaklandığını, ne kadarının kendi üstünlüğümüzden kaynaklandığını ayrıştırmak çok zor olmaktadır. Örneğin zayıf bir rakibe karşı pota altını bloklar, sayılar ve ribauntlarla domine etmek gerçekten pota altında sağlam olduğumuz anlamına gelir mi? Bilemeyiz. Rakibinizin pota altı çok zayıf ise sen doğal olarak güçlü görülebilirsin. Bu anlamda bu tür etkileri ayrıştırmak ve bu çerçevede kendi takımını bu maçlarla sağlıklı analiz etmek zorlaşmaktadır. Parantezi kapatalım. Her ne kadar hazırlık maçlarının görece zayıf rakiplerle yapılması çok fazla şey ifade etmemesine rağmen, yine de bu maçlar çerçevesinde milli takımımızın ön plana çıkan temel zayıflık ve üstünlüklerinden bahsedebiliriz. Bu yazımda üstün taraflarımızdan bahsedeceğim. Zayıf yanlarımız ikinci yazıda ele alınacaktır.

Kaan Kural üstadımızın da belirttiği üzere milli takımımız ritmini yakaladığı ve tempolu oyun oynadığı zaman durdurulamaz takım haline geliyor. Bu maçlarda bunu net bir şekilde gördük. Oyuncularımızın oyun tarzları set hücumuna göre değil, sert savunma ve bunun sonucunda aldığımız net ribauntlar ve top kapmalardan sonra gerçekleşecek hızlı hücuma uygun bir yapıda. Uzun oyuncularımız, Oğuz haricinde kendi pozisyonunu yaratamayan yani post-up oyunu olmayan bitirici tarzda (çembere yakın aldığı toplarda etkili olabilen) oyuncular. Bu tür oyuncular kendi fiziki ve atletik avantajlarını hızlı hücum sonundaki smaçlarla veya hücum ribauntu ile kullanmaktadırlar. Statik set hücumlarında ise etkinliği kaybolmaktadır. Diğer taraftan, bencil olmayan kısa oyuncu rotasyonumuz uzun oyuncularımız açısından çok büyük bir fırsat. Gerek Kerem Tunçeri, gerekse Hidayet basketbol kariyerlerinin en olgun ve en cool dönemlerini yaşıyorlar. 10 sayı yerine 10 assist yapmak onları daha mutlu ediyor. Özellikle Hidayet’in geniş saha görüşü- ki Orlando’da gerek içeriye gerekse dışarıya verdiği etkin pasları hepimiz biliyoruz- milli takımızı bir kaç gömlek yukarı taşıyacaktır. Biraz iddialı olabilirim ama Hidayet’in görüş sahasını ve pas kanallarını kapatabilecek bir oyuncu hiç bir Avrupa takımında yok. Buradaki can alıcı nokta Hidayet ve Kerem’den gelecek olan pasların ne kadar verimli kullanılacağı. Ömer, Semih ve Oğuz bu pasları geçtiğimiz tunuvada olduğu gibi yüksek yüzde ile değerlendirebilirlerse milli takımız çok başarılı olacaktır. Nitekim, İsrail maçında attığımız 85 sayının 57’sinin, İngiltere maçında attığımız 70 sayının 35’inin ve Polonya maçında attığımız 66 sayının 44’ünün altında uzun oyuncularımızın imzası var. Diğer bir ifadeyle, turnuvada attığımız sayıların yüzde 62’si uzun oyuncularımızdan gelmiştir ki bunun büyük çoğunluğunun boyalı bölgeden olduğunu düşünülürse, iç-dış dengesini en azından bu turnuvada çok iyi sağladığımızı söyleyebiliriz. Ayrıca bunun tesadüfen olmadığı bilinçli ve sistemli bir şekilde kısaların uzun oyuncuları ısrarlı besleme planı çerçevesinde gerçekleşmiş olduğunu gözlemledim. Bu durum beni ümitlendirdi açıkçası.

Diğer olumlu gözlemim milli takım oyuncularının dezavantajlı durumu avantaja geçirebilme becerisidir. İngiltere maçında yaşanan sinir patlamasını oyuncuların takım olarak kendi oyunlarına kanalize etmeleri çok önemli. Avrupa Şampiyona’sında daha sert ve sinirlerin had sahfaya çıkacağı maçlar oynayacağız. “Sinirlenmiyelim, sakin olalım lafı” bana çok afaki gelmektedir. Bence sinirleneceğimizi baştan kabul etmeliyiz. Sorun sinirlenip sinirlenmemek değil sinirli olmamızın oyunumuzu nasıl etkileyeceğidir. Burada oyuncuların “anger management” denilen olayı yani sinirlerimizin gerileceğini baştan veri olarak alıp, bunu olumlu alana doğru yayma becerilerini geliştirmeleri milli takımımızın avantajı olacaktır. Tabi burada eleştiri hakkımızı saklı tutarak Sezar’ın hakkı Sezar’a, Tanjevic’in hakkı Tanjevic’e diyelim. Karadağ’lı koçun bu bahsettiğim üstün taraflarımızın ortaya çıkmasındaki rolü yadsınamaz.

Burada bir virgül koyuyorum. Bir sonraki devam yazımda zayıf yanlarımızdan bahsedeceğim.

Hiç yorum yok: