25 Haziran 2009 Perşembe

96 RUHU








Tarih: 14 Şubat 1996
Yer: İtalya, Bologna, PalaDozza
Salonu
Maç: Teamsystem Bologna – Efes Pilsen Koraç kupası yarı final rövanş karşılaşması.
Seyirci: 5300
Ortam: Azgın İtalyan seyircisi. Seyirci ve oyuncuların etkisinde kalmaya çok müsait hakem ikilisi (Mikhail Davydov RUS, Armand De Keyser, BEL). İlk maçı 24 sayı farkla kaybeden Bologna oyuncularının (özellikle Djordevic ve Myers) inanılmaz hırsı.
İlk maçı 102-78 gibi sarsıcı bir skorla kazanan Efes Pilsen için ikinci maç çoğu basketbolseverler tarafından formalite gibi gözükse de yukarıda kısaca bahsetmeye çalıştığım ortam maçın ne kadar çetin geçeceğinin bir göstergesi idi. Nitekim, ilk yarının ortalarına geldiğimizde manzara şu idi: Fark 21 sayıya çıkmış, Djordevic, seyirci ve hakem ikilisi çıldırmış, Tamer 5 faulle oyun dışı kalmış, Naumoski ve Volkan 4 faullü. Efes’in 3 uzunlu dar bir rotasyonla oynadığını 3. uzunun genç, hırslı ancak tecrübesiz Mirsad olduğu gerçeğinden hareketle turun orada elimizden gideceğini bu satırların yazarı da dahil seyreden herkes kabullenmiş durumda idi. Ancak, sonrasında yaşananlar çok az basketbolsevere nasip olmuş canlı bir destan. Aydın Örs önderliğindeki kenar yönetiminin ve oyuncularının akıl almaz sakinliği, Mirsad ve Mcrea’nin inanılmaz pota altı mücadeleleri, Naumoski ve Volkan’ın faul problemlerine rağmen oyundan hiç kopmamaları final kapısını Efes Pilsen için aralamıştı (Maç istatistikleri için tıklayınız). Hayatta başımıza gelen açıklanması zor durumlar genellikle soyut kavramlarla ifade edilir. İşte, bu ahval ve şeraite rağmen, Efes Pilsen’nin böyle tür bir olumsuz ortamdan sonra şahlanmasının tek açıklaması takım ruhu gibi soyut kavram ile olabilir. Somutlaştırırsak, takım ruhu denen kavram takımın tüm fertlerinin ortak takım çıkarı için aynı anda aynı şeyi düşünüp yapabilmeleri ile bağlantılı bir şeydir. Yukarıda resmetmeye çalıştığım durumda takımın bir bütün olarak sakinliğini koruyabilmesi buna en iyi örnektir. Fertlerden birinin bu dişlinin dışına çıkması her şeyi bozabilirdi. Örneğin Naumoski’nin panik yapıp 5. faulü yapması veya Mirsad’ın maçın ağırlığı altında sinirlerine hakim olamayıp teknik faul alması gibi durumlar takımı bozabilirdi. Takım ruhu denen kavram, doğasında topyekün hareketi barındırmaktadır. Topyekün hareket 96 yılının Efes takımının en önemli karakteristiğiydi. Bu tür bir karakter gösterisi grup maçlarında kupaya tamam ya da devam maçı olan ve maç içerisinde 20 sayı geriye düştüğümüz Naumoski’nin sakat olduğu Panionios maçında da sahadaydı.
Bu tür bir karakter gösterisi tam 13 yıl sonra final serisinde tekrar gösterime girmiştir. Özellikle serinin 3. maçından itibaren tüm takımın her bir bireyinin akıl ve hırsının optimal bileşimini maça yansıtması takım ruhunun oluşmasında dönüm noktası olmuştur. Zaten oyuncuların 3. maçtan itibaren sergiledikleri vücut dilleri dönüm noktasını çok iyi açıklamaktadır. Görüşümüzü anektodlarla destekleyelim: 3. maçta Mario Kasun’un takımı 14 sayı geride iken Rasim’in üzerinden yaptığı bir smaç sonrası yüzünde meydan okuma mimiğin oluşması. Kariyer boyunca saha içinde yaptığı olumlu hareketlerden sonra hiç bir tepki vermeyen, cool görüntüsünü bozmayan Thornton’un Kobe Bryant vari güç gösterisi sunması. Kaya’nın seyircilerin tüm provakasyonlarına rağmen, attığı sayılardan sonra sakin bir şekilde savunma sahasına doğru ilerlemesi. Smith’in kariyerinin en kötü hücum performasını sergilemesine rağmen, çok iyi savunma yapması. Tüm sezon çok az süre alan Sinan’ın x-factor olması. Bu şampiyonluk başarı mıdır? Hayır. Efes bir düzineden fazla şampiyonluğu vardır. Bu şampiyonluk sadace bunlardan birisidir. Asıl başarı eski takım ruhunun tekrar oluşmasıdır. Efes Pilsen bunu başarmıştır. Naçizane düşünceme göre Efes Pilsen önümüzdeki yıl Avrupa’da bunun meyvelerini Final-Four olarak alacaktır. Nitekim, yöneticiler de bu ışığı görmüş olsalar gerek tahminlerimin çok ötesinde bir transfer yaparak Rakocevic gibi takım ruhunu bozmayacak süper yıldızı transfer etmiştir (Efes yönetimine bize böyle bu oyuncuyu canlı seyretmemize fırsat sağladığı için ayrıca teşekkür etmek istiyorum). Sözün özü; son final serisi Efes’e şampiyonluğun ötesinde önemli atılımlar yapma fırsatını sağlamıştır. Oluşan takım ruhunun önümüzdeki sene için Final Four’a kalma ve seyirci sayısında kaydeğer artış yaratma olasılığını arttırdığı düşüncesindeyim. Bu iki olasılığın gerçekleşmesi Efes Pilsen’i önümüzdeki 5 yılda Avrupa’nın baş altı takımı olmaktan çıkarıp baş takımlarından bir yapacaktır. Bir sonraki yazımız son 13 yıldır bu tür bir takım ruhunun oluşmamasının sebeblerinin irdelenmesi üzerine olacaktır.
Yazan: Faruk Aydın

3 yorum:

agopist dedi ki...

Geçen sene "WE WANT 1996 SPIRIT BACK" diye bi pankart hazırlamıştık. Geçen sene dip noktayı gördükten sonra, düştüğü yerden tekrar ayağa kalktı Efes. Oyuncularda bu istekliliği gördük. Biz de elimizden geldiği kadar onları yalnız bırakmamaya çalıştık. İnşallah seneye Final 4 da görürüz.

Levenspiel (Interbasket) dedi ki...

Hocam eline saglik, guzel yazmissin... o eski efes'i seyrederek basketbola baglanmis biri olarak ben de cok benzer bir hissiyat icerisinde izledim final serisini... sezon sonunda bu sezgilerin fazlasiyla iyimser oldugunu gorecegiz belki, ama muhim degil, onemli olan turk spor tarihinin en ozel takiminin bize bu umidi tekrar vermesidir...

saygilarimla... (levenspiel)

Ahmet Arif Eren dedi ki...

Öncelikle bu duygusal yazı için sevgili Faruk Aydın'a teşekkür ederim. F4 konuşmak için nehüz erken olduğunu düşünüyorum. transferleri beklememiz gerekir. Vujanic, Kakiosiz ve smith'in gideceğini düşünüyorum. Efes'in bir yerli bir de yabancı uzun peşinde olduğunu biliyoruz. Oğuz/Ermal birisini almak istiyorlar. Yabancı olarak Morris efes formasını giyecek. Bence F4 için belirleyici olan oyun kurucu seçimi olacak. Lakovic ayarında bir transfer olursa heyecanımız katlanır. En azından ergin ataman rakocevic'den daha bomba bir uzun transferi yapacağız demiş. Bence o bombayı oyun kurucuda patlatsa hiç fena olmaz.