Bir önceki yazımda Efes’in son şampiyonluğunda 96 ruhunun yakalanmasının ne kadar belirleyici olduğundan bahsetmiştim. Aslında 96 ruhunun sağlam temelleri önceki 3 yılda atılmıştı. 93 yılında Kupa Galipleri Kupası finalinde Aris’e 50-48 yenilen takım ve 94 yılında F4’e çıkma maçında Barcelona’ya son maçta 76-61 teslim olan takım ile 3 yıl sonra Koraç Kupası’nı kaldıran takımın nüvesi aynı idi. Sadece Larry Richard (nam-ı diğer aslan yürekli Richard) yerine Mcrea (onu çok özlüyoruz) ve bence Türkiye’nin gelmiş geçmiş en iyi altıncı adam olan ve basketbole neden genç yaşta (sadece 31 yaşındaydı) bırakmış olduğunu anlayamadığım Taner Korucu (hakkında ayrı yazı yazmak istiyorum) yerine Murat Evliyaoğlu takıma dahil olmuştu. Sonuç olarak Koraç kupasına giden yol adım adım planlanmış ve buna yönelik olarak atılımlar yapılmıştı.
1993-1996 yılları arasındaki Efes Pilsen’in başarılı olduğu konusunda kamuoyunda bir görüş birliği vardır. Ancak, aynı görüş birliği 1997 yılından sonraki Efes Pilsen için oluşmamıştır. Efes Pilsen’in 1993-1996 yılları arasındaki kendisini adım adım başarıya götüren takım konsepti ile 1997 yılından sonra iki kere Final Four’a kalma başarısını gösteren ve iki yıl haricinde her yıl son sekiz takım arasına giren Efes Pilsen takımı konsepti arasında belirgin bir fark mevcuttur.
Şimdi gelin 93-96 yılları arasındaki Efes Pilsen’in takım yapısını inceleyelim: 93 yılındaki takım yapısı yıldız olmayan ama yıldız potansiyeli taşıyan, genç ve başarıya aç oyunculardan oluşmaktaydı. Naumoski geldiğinde yıldız mıydı? Hayır. İlk geldiğinde kimsenin tanımadığı, son Avrupa Şampiyonu Jugoplastika’nın 3. oyun kurucusu olan genç bir oyuncuydu. Larry Richard yıldız mıydı? Hayır. Türkiye’de yıllarca oynamış Avrupa’nın sıradan bir Amerikalısı idi. Mcrea yıldız mıydı? Hayır. Fenerbahçe’den 2 yıl önce kalbindeki sağlık sorunları sebebiyle gönderilen ve sonra Fransa’da kendini biraz gösteren ama yıldız olmamış oyuncuydu. Ufuk, Volkan, Tamer ve Taner Avrupa’da tanınmayan kaliteli yerli oyunculardı. Bu tarz alçak gönüllü, ego problemi olmayan oyuncular ve aynı özellikleri taşıyan koç ile beraber takım kimyası ve ruhu oluşturmak için şartlar oldukça müsaitti.
1996 yılından sonra Efes yol ayrımına geldi. İlk yol aynı sistemi devam ettirmek. Yani az bütçe ile takım ruhunu birincil öncelik haline getirerek 93-96 dönemi sinerjisini yaratmak. İkinci yol ise bütçeyi arttırarak yabancı yıldız oyuncuları transfer edip takım ruhu sinerjisini daha geri plana atmak. Efes Pilsen’in ikinci stratejiyi tercih ettiğini düşünüyorum. Söz konusu stratejinin omurgası Avrupa’da o dönemde kendini ispat etmiş yıldız oyuncuları almak üzerine oturmuştur. Mulaömerovic, Savic, Marcus Brown, Solomon, Nicholas, Stombergas, Karasev sadece birkaç örnek. Yabancı oyuncu seçimlerinin aksine, yerli oyuncularda strateji çok fazla değişmemiştir. Alt yapıdan gelen veya diğer takımlardaki potansiyeli yüksek genç oyuncu tercihleri ön planda yer almıştır. Alt yapıdan gelen Hidayet Türkoğlu, Hüseyin Beşok, Mirsad Türkcan, Ömer Onan. Diğer takımlardan gelen Mehmet Okur, Kaya Peker, Kerem Gönlüm sadece bir kaçı. Bence bu strateji değişikliği Efes Pilsen yönetimin bir tercihi idi. Takım ruhunu uzun vadede oluşturmak yerine, kendini ispat etmiş yabancı oyuncularla üst düzey hedeflere kısa vadede ulaşmak istemişlerdir. Yanlışlığı veya doğruluğu tabiki ayrı bir tartışma konusudur.
Sonuçta çok para harcayıp takım ruhunu oluşturmayı birincil öncelikten çıkarmak ile az para harcayıp takım ruhu oluşturmaya yönelik strateji belirlemek arasında bir ödünleşme mevcuttur. Her iki stratejiyi benimseyen takımlar başarılı olmuştur. Panatinaikos, Olimpiakos, Kinder Bologna ilk stratejiyi benimseyerek başarıya ulaşırken, Zalgris, Limoges, Partizan ikinci stratejiyi benimseyerek başarıya ulaşmıştır. Peki Efes Pilsen’in yaptığı bu tercih başarıya ulaşmış mıdır? Bakış açınıza bağlı. 1996 yılından 2009 yılına kadar Efes Pilsen istikrarlı olarak iki sene haricinde ya Final Four oynamış ya da Final Four’u son maçlarda kaybetmiştir. Başarılıdır diyebilirsiniz, çünkü yükseldiği seviyeyi korumuştur. Başarılıdır diyebilirsiniz, çünkü Avrupa’nın en saygın takımlarından biri olmuştur. Başarısızlıktır diyebilirsiniz, çünkü geldiği seyiyenin üstüne çıkamamıştır. Başarısızlıktır diyebilirsiniz çünkü, 93-96 başarılarını iyi değerlendirememiştir. Iyi değerlendirememekten kastım taraftar sayısının artmayıp bilakis azalmasıdır. 93-96 yılları arasındaki maçlardaki seyirci sayısı ile sonraki yıllardaki seyirci sayısı arasında gözle görülür bir fark vardır. Önemli maçlar haricinde son 10 yılda Apdi İpekçi kaç kere tamamiyle dolu olmuştur? 93, 94 ve 96 yıllarında Efes grup maçları da dahil olmak üzere hemen hemen tüm büyük maçları dolu salonda oynamıştır.
Sözün özü Efes Pilsen son 13 yılda hep ortalamanın üzerinde ancak zengin kulüplerin (Barca, Olimpiakos, Panathinaikos, Maccabi, CSKA) altında bir bütçe ile takım oluşturmuştur. Bu dönemde yukarıda bahsettiğim takımların hep gerisinde kalmıştır. Bu anlamda harcadığı para ile başarı parallel şekilde gitmiştir. 93-96 döneminin farkı Efes’in çok daha az bütçe ile bu takımlara kafa tutabilmesidir. Zaten o dönemi ruh ve efsane gibi kavramlarla açıklama sebebimiz biraz da budur. Kanaatimce, Efes Pilsen’in önünde iki yol mevcuttur: Bütçeyi Avrupa’nın en üst düzey takımları seviyesine çıkarmak veya az bütçeli 93-96 stratejisine dönmek. İki strateji arasındaki herhangi bir yolun başarıya ulaşacağını düşünmüyorum. Nitekim, Efes Pilsen’in bu seneki transfer atılımları son 13 yıldaki stratejilerinden vazgeçtiği yönünde bize önemli sinyaller sunmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder