11 Eylül 2009 Cuma

EZBER BOZAN TÜRKİYE Mİ: RUH VS. DUYGU


Basketbol milli takımımızın her hangi bir rakip karşısında ne yapacağı ya da yapabileceği konusu sadece bizler için değil, takımı çalıştıranlar ve takımın oyuncuları için bile bir muamma. Bu muammayı her turnuvada yaşıyoruz. Örneğin Ugandaya yenilebiliriz ama Dream Team’i yenebiliriz. Her iki sonuca da şaşırmamamız gerekir. Milli takımın bu anlamdaki istikrarsızlığının altında yatan etkeni bu yazıda bulmaya çalışacağız.


bunun pek çok nedeni olabilir. Rakiplerden kaynaklı açıklamalar ya da hakem, eksikler gibi dışsal faktörlere vurgu yapılabilir. Ancak biz bahaneleri değil içsel faktörleri ve dinamikleri bulmak arzusundayız. Bunu yapabilmek içinde belki de biraz dışarıdan bakmaya gereksinimimiz var. İçerdeki sıkıntılara o kadar gömüldük ki adeta kafasını kuma gömmüş deve kuşları gibiyiz. Ben kendi adıma, dışardan bakmayı becereniyorum. bu nedenle de dışarıdan bakan bir göze gereksinim duydum. ASlında hepimizin bildiği bir isim bu konuda yardımımıza koştu. Frank Rijkaard.

Tam saha dergisinde kendisiyle yapılan söyleşide Türk futboluna ilişkin şunları söylemiş :

''Karşı takıma göre taktikler belirleniyor. Kalite, güç aslında üç aşağı beş yukarı aynı. Ama Türkiye'yi farklı kılan şey biraz da şu; işler kötü gittiğinde bir anda oyun mantalitesi kaybolabiliyor. Yürekten oynayan oyuncu sayınız çok. Ama bu bazen aklı devre dışı bırakıyor. Herkes kendi başına maçı çevirmeye kalkıyor. O zaman da bütünlük kayboluyor.”

Basketbol içinde benzer bir argüman öne sürebiliriz aslında. Buradaki kilit kelime “yürekten oynayan” oyuncu. Terminolojiye ilişkin bir ayrım koymamız gerekiyor. “Yürekten oynayan” yerine basketbol takımımız için “duygusuyla oynayan” kelimesini seçebiliriz. Özellikle Kaan Kural'ın bu konudaki argümanları bizim için yol gösterici olabiliyor. Ruhuyla oynamak farklı bir şey, duygusuyla oynamak farklı bir şey. Ruhuyla oynarken hem takım hem de oyuncular sahada sadece ruhları ile yer almazlar, kendi benliklerini de sahaya koyarlar. Başarı için akılla oynamak yanı sıra ruhla oynamak da gerekli. Ama işin içine duygular girince; olay, arap saçına dönüyor. Duygu ile oynamaya başlayınca akıl devre dışı kalıyor ya da moda tabirle "akıl tutulması" yaşanıyor. Hem saha içinde hem saha kenarında…

Duygumuzla oynadığımızı Ömer ve Hedo’nun birlikte ntvspor’daki konuşmalarında daha çok belirginleşmişti. İngiltere ile oynanan hazırlık maçına ilişkin ömer: “maçta öyle bir dayak yedik ki o refleksle oynadık” mealinden bir şeyler demişti. Duygumuzla ya da benzer anlamda refleksimizle oynuyoruz. Ankara’daki başarısızlık sonrası bir refleks gösterdi milliler. Aslında bu üç takımı mevcut şartlarda, havada ve karada yenmeliydik. Öyle de oldu. Hatta fazla bile rahat oldu.

Bu seferki refleks aşırı geldi. 70 sayıyı zor atarız diyen takım 88 sayı ortalaması tutturdu. Bir ezber bozdu. Ribauntlarda hep sıkıntı yaşayan takımımız, oynadığı maçlarda ribaunt açısından her maçta rakibinden üstündü. Bir ezber daha bozdu. Serbest atışlarda kötü olan takımımız %80 gibi kendi standartları açısından oldukça iyi bir serbest atış yüzdesi ile oynadı. Bir ezber daha bozdu. %61 ikilik ve %43 üçlük yüzdeleri bir daha kolaylıkla tutturamayacağımız ortalamalar. Yunanistan’dan sonra turnuvanın en çok sayı atan takımıyız. En yüzdeli hücum eden 3. Takımız. En komiği ise faul yüzdesi en iyi olan takımız. En az top kaybeden 4. Takımız.

Peki bunlar ezber bozar mı? Faul yüzdesi haricindekiler pek bir şey bozmaz. En azından turnuvayı bu istatistiklerle bitirebilirsek belki bir takım ezberleri bozar ama genel yapımızı bozmaz. Duygunun önüne ruhu, yüreğimizin önüne aklımızı koymamız gerekiyor. Oyuncuları mental olarak hazırlamak gerekiyor. Yoksa aklımıza değil reflekslerimizle hareket ederiz. İnsanoğlunu hayvanlardan ayıran temel farklardan birisi aklını kullanması. Refleksler ile anlık başarılar gelir. Akıl ile ise sürekli başarılar gelir. Bunu akıldan çıkartmamak gerekir.


Rafleksler bugüne kadar bize bir avrupa ikinciliği getirdi. Ya sonrası?








Hiç yorum yok: